İYİ Parti dışındaki partilerin verdikleri üyelerle kurulan komisyon yarın meclis çatısı altında göreve başlayacak.
Bence bu önemli bir eşiğin daha aşılması demek.
Komisyonda ne kararlar alınacak, ne gürültüler çıkacak henüz bilmiyoruz ama mecliste yeni sürecin tartışılmaya başlaması yüzleşmenin başlaması anlamına geliyor.
Kutuplaşmayı yenen tek başlık
AK Parti ve CHP üye seçiminde gördüğüm kadarıyla uzun zamandır hiçbir konuda göstermedikleri hassasiyet ve profesyonelliği göstermişler.
Konunun uzmanı ve farklı hassasiyetleri yansıtan isimlere listelerinde yer vermişler.
AK Parti’nin komisyona seçtiği isimler arasında yer alan ve önemli katkılar yapacağını düşündüğüm Prof. Dr. Hüseyin Yayman’la konuştum.
Kürt meselesi üzerine yıllardır kafa yoran, kitap yazan ve pozitif katkı sağlayan bir akademisyen Yayman.
Bana “Nagehan Hanım ben bu meseleyi Türkiye’nin demokratikleşmesinin ve yönetimsel kapasitesinin önünün açılmasını sağlayacak bir süreç olarak görüyorum” dedi ve önceki süreçlerden farklı olarak bu kez sonuç getirmesi için 6 farklı etkenin bir arada olduğunu söyledi.
6 fark
Yayman’a göre geçmiş çözüm sürecinden farklı olarak bu kez;
“Bu bir devlet projesi”
Bu tespitlere katılıyorum.
Hüseyin Hoca’nın altını çizdiği şu cümleyi de özellikle yazmak istiyorum:
“Türkiye yüzyılı herkesin yüzyılı ve bu bir devlet projesi.”
Devlet projesi olduğunu Sayın Bahçeli’nin ekim ayındaki çıkışından itibaren sürekli söylemiş ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu çıkışın arkasında olmadığı gibi iddialarında gerçeği yansıtmadığını defaatle dile getirmiş bir gazeteci olarak Sayın Yayman’ın bu hatırlatmasını not düşmenin önemli olduğunu düşünüyorum.
Oğuz Kaan Salıcı nasıl dahil oldu?
Cümlenin başındaki vurgu da dikkate değer…
“Türkiye yüzyılı herkesin yüzyılı…”
Öyle olması için bu sürece herkesin sahip çıkması ve herkesin kendini eşit vatandaş hissetmesi şart.
Peki CHP, iktidarın Türkiye yüzyılı söylemine nasıl bakıyor? Bunun iktidar cephesinin iddia ettiği gibi herkesin yüzyılı olacağına inanıyor mu?
CHP’li belediyelere dönük devam eden operasyonlar ve sert kutuplaşma ortamı varken inanması güç. Fakat yine de yarın çalışmaya başlayacak komisyona çok doğru bir kararla katılacak.
O komisyonda partinin en çok dikkat çeken isimlerinden biri Oğuz Kaan Salıcı. Zira Salıcı, Kemal Kılıçdaroğlu’na çok yakın ve Özel yönetimini eleştiren bir siyasetçi.
Yayman’dan sonra Salıcı’yı da aradım.
Öncelikle Özgür Özel’in bizzat arayıp komisyona davet edip etmediğini sordum.
“Hayır doğrudan bir temas olmadı Nagehan Hanım ancak arada arkadaşlar arayıp benim bu süreçle ve komisyonla ilgili fikirlerimi soruyorlardı. Ben de bu konuya müdahil olmak lazım diyordum.
Bakın ben bu işe yıllardır kafa yoran bir insanım. Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri çözülecekse buna katkı vermek gerekir ama aynı şekilde yanlış bir iş yapılacaksa da ona dur demek de bizim görevimiz.”
Salıcı’ya parti içi ve tabanda direnç olduğu yönündeki yaygın kanaati sordum.
“Tabanda direnç çok”
“Partinin içinde fazla değil ama tabanda direnç çok. Partide esas mesele dirençten çok güvensizlik” dedi.
Ben tabandaki dirence takıldım. Bu siyasi partiler açısından risklidir. Oğuz Kaan Bey bu konuda çok katıldığım bir cümle sarf etti: “Hepimizin tribünleri var. Şov yapmak kolay önemli olan o tribünleri ikna edebilmek.”
Bence de öyle. Zaten liderlik budur, tabanı sürükleyebilmek. Nitekim Tayyip Erdoğan ilk çözüm sürecinde kitlesini ikna etmeyi ve desteği yüzde 70’lerin üzerine çıkarmayı başarmıştı.
Ben CHP’nin kendi iç kavgalarını bir kenara koyarak bu meseleye ciddiyetle eğildiğini görüyorum. Bu hem parti hem de Türkiye için önemli bir şans.
Yayman ve Salıcı’nın buluştuğu cümle
Son olarak Salıcı’nın Hüseyin Yayman ile buluştuğu cümleyi yazayım: “Bu iş bir devlet meselesi.” dedi Salıcı.
Demek ki iktidar da muhalefet de bu konuda hemfikir. Bu, sorunun kutuplaşma virüsünden uzak tutulacağı konusunda umut veriyor.
Tabii Salıcı devlet meselesi dedikten sonra konuyu şöyle bağladı: “Meseleyi sadece iktidarın tekeline bırakırsak Türkiye’ye kötülük yapmış oluruz.”
Uzun bir maraton başlıyor. İşin başarıya ulaşması için iki kilit kelime var: Sabır ve saygı.
Korku yerini güvene bırakabilecek mi?
Bir de bugüne kadar tabu olmuş konulardan korkmamamız gerek.
Her şeyi konuşacağız ve gerekirse uzlaşamadıklarımız başlıklar konusunda uzlaşacağız.
Mesela Türk ve Kürt meselesi.
Yıllardır vatandaşlık tanımı konusu kıyamet koparır.
Ben bir Türk olarak Kürtlerin ne hissettikleri hakkında ahkam kesemem. Bu temel soruyu Kürtlere sormalı ve samimi cevaplarını dinlemeliyiz…
Açıkçası Kürt olsam “Ben Türk’üm” demek ister miydim bilmiyorum.
Bir Kürt olarak da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını gururla taşır ve bu milletin parçası olmaktan mutluluk duyabilirsiniz.
Artık bölünme paranoyasından kurtulmalı ve bu en basit soruları birbirimize sormalıyız.
Bizi güçlendirecek olan yıllardır beslenen korkular değil, karşılıklı pekiştireceğimiz güven duygusu.