Devlet Bahçeli, tartışmasız son döneme damgasını vuran bir lider ve siyasetçi. Hayatından kısa kesitlerin, siyasi hikayesinden önemli birkaç hatırlatmanın yararlı olacağını düşünüyorum.
Osmaniye’nin Bahçe ilçesi Hasanbeyli Köyü’nde doğan Devlet Bahçeli, bölgede Fettahoğulları olarak bilinen geniş bir Türkmen aileye mensup. CHP’li bir babanın evladı, ama üniversite yıllarında Ülkü Ocakları şekillenirken oralarda bulunmaya başlar. “Ailenin içerisinde ilk ülkücü, sonra da herkesi ülkücü yapmaya çalışan ve bunda da başarılı olan biriyim."
1987 yılında Merhum Alparslan Türkeş’in davetiyle Milliyetçi Çalışma Partisi’nin genel sekreterliğiyle başlayan aktif siyasi hayatı, partinin ikinci kongresinde de devam etti. MÇP’den sonra MHP’nin tekrar aktif hale gelmesiyle aynı görevinin yanı sıra genel başkan yardımcılığı başta olmak üzere pek çok kritik sorumluluk üstlendi. 1997’de Türkeş’in vefatının ardından, iddialı adayların sahne aldığı 6 Temmuz kongresinde genel başkan oldu.
Buraya bir biyografi sığdırmam imkansız elbette. Ama sessiz sedasız, hatta iddiasız ama bir o kadar da ülkücü hareketin merkezinde yer alan bir siyasetçinin hikayesinin 2000’lere kadar olan kısmı özetin özeti olarak böyle.
MHP VE ÜLKÜCÜ HAREKETTE DEĞİŞİM
Pek çoğumuz onun genel başkanlığıyla birlikte MHP’nin söyleminde, teşkilatlarında, ülkü ocaklarında ortaya çıkan değişimi bugün hatırlamıyoruz bile. Bu hareketin ana çizgisinde bir değişimden çok, ülkücü camianın birtakım yanlış işlerden, ilişkilerden uzak durmasına yönelik sert tedbirleri ifade ediyordu özellikle.
Öte yandan Refah ve Fazilet Partilerinin çizgisinden daha farklı bir yerde ve kendine özgü bir mücadele tarzıyla partisinin özellikle 28 Şubat döneminde ortaya çıkan baskı ve hukuk dışı uygulamalar karşısında dindar ve muhafazakar kesimler nezdinde bir cazibe merkezi olmasını sağladı. 1999 seçimlerinde (yerel ve genel birlikte yapılmıştı) sandıktan çıkan en büyük sürpriz Devlet Bahçeli’nin liderliğindeki MHP’nin aldığı oy oldu.
Tabloyu hatırlatmam önemli. MHP aldığı yüzde 18’lik oyla, yüzde 22,19 oy alan DSP’nin ardından ikinci parti olmuştu. Böylece oy sırasıyla FP, ANAP, DYP ve CHP’ye açık bir fark atmıştı. Yeri gelmişken CHP’nin oyu yüzde 8,71’di.
ÖCALAN'IN TÜRKİYE'YE GETİRİLMESİ
Kuşkusuz bu seçim sonuçlarında kısa süre önce PKK elebaşı Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesi önemli bir rol oynadı. 28 Şubat döneminin baskıları karşısında RP’nin kapatılması, toplumun geniş kesimlerinde ortaya çıkan kırgınlık ve arayış, nihayet Öcalan’ın getirilmesi seçimlere damgasını vururken, gözler koalisyon çalışmalarına çevrildi. O dönem Rahşan Ecevit’in öfkeli ve ağır suçlamalarına rağmen Devlet Bahçeli DSP ve ANAP’la birlikte koalisyon hükümetinde yer aldı.
Bunca sözün ardından kritik bir süreci hatırlamakta yarar var.
Öcalan’ın yargılanması ve ortaya çıkacak karar sadece Türkiye’de değil, tüm dünya kamuoyunda büyük bir dikkatle izlenmeye başladı. En can alıcı bölüm ise idam cezası başlığıydı. Devlet Bahçeli o dönemdeki tavrını yıllar sonra şu sözlerle ifade etti:
“Sayın Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e bizzat gittim. Bu konuyu görüşmek için randevu aldım. Önüme bir dosya kağıda aldım ve üzerine bir T cetveli çizdim. T cetvelinin bir tarafına idam edilirse, bir tarafına da idam edilmezse diye yazdım. Her iki halde neler olabilir. Türkiye Cumhuriyeti’nin menfaatleri ne olur, zarar göreceği noktalar ne olur, diye yazmak için. Ben idam kararının infaz edilmesini savundum. Sayın Cumhurbaşkanı da devlet kurumlarından aldığı idam edilmemesi halinde ne gibi faydalar olabileceğini ifade etti.” (26 Ağustos 2010, NTV yayını)
İDAMIN KALDIRILMASI
O dönem Türkiye zaten uzun yıllardır fiilen idam cezasını uygulamıyordu. Zaten kısa süre sonra idam cezası kaldırıldı. Ancak MHP idamı kaldıran yasaya mecliste hayır oyu verdi.
Burada sık sık Devlet Bahçeli’ye yöneltilen eleştiri, idam konusunu neden bir koalisyonu bozma gerekçesi haline getirmediği şeklinde özetlenebilir. Bahçeli’nin yukarıda aktardığım söyleşide ifade ettikleri ise, kendi görüş ve tekliflerini ifade ettikten sonra ortaya çıkan sonucun “devlet aklı”nın tecellisi olarak görüldüğü şeklinde anlaşılabilir.
İki nokta önemli. Birincisi o dönemde Türkiye, tüm dünyaya açık, şeffaf ve adil bir yargılama sürecini başarıyla yönetti. İkincisi, bugün özellikle 22 Ekim 2024 MHP meclis grup konuşması itibarıyla konuştuğumuz yeni dönemin kodlarını geçmişe doğru okumak da mümkün. Hatta fazlasıyla gerekli.
İç dengeler, bölgesel gelişmeler ve giderek farklı boyutlar kazanan tehditler ve yıllar yılı Türkiye’nin sırtında ağır bir kambur olan terör sorununda sahici bir çözüme ilerleyebilmek. Meşru siyasetin kapılarını ardına kadar açarken, teröre dair her yaklaşım, eylem ve hamleyle mücadele etmek. Devlet Bahçeli’nin tarihi mesajlarının ana çerçevesi bu.
DEM'DEN GELEN AÇIKLAMA
Dün DEM Parti, meşru siyasetten çok, mevcut halin ve gayrı meşru araçların varlığını savunmaya yönelik bir metin yayınladı. Barışın en çok onu dile getirenler eliyle kenara itilmesine yabancı değiliz ne yazık ki. Bu tavrın sürdürülebilir olmadığını öngördüğüm için daha fazlasını söylemiyorum.
Bu açıklamanın ardından MHP lideri Devlet Bahçeli’nin cumhuriyetimizin 101. yılı münasebetiyle yayınladığı mesajdan bir alıntı yapmak istiyorum: “Türk milletinin uzanan müşfik ve hoşgörülü elini hala idrak edememiş, manasını kavrayamamış, maksadını anlayamamış siyasi güruhun provokatif açıklamaları, hiçbir değer hükmüyle izah edilemeyen sakat pozisyonları yapıcı olmadığı gibi, tam tersine sorumsuz ve yıkıcı mahiyetlidir.”
Bahçeli’nin şu sözleri de meselenin her durumda kardeşlik ekseninde ele alınacağının ifadesi: “Bin yıllık kardeşliği yaşayıp yaşatarak Türk ve Türkiye Yüzyılının sütunlarını elbirliğiyle, vicdan ve irade birliğiyle inşa edeceğimize inancım tamdır, tarifsizdir, tahditsizdir.”
Kimsenin bu kararlılığı ve umudu tüketmeye hakkı yok.