Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 30 Ağustos 2024’de Zafer Bayramı programında konuşurken, “iç cepheyi tahkim etme” ifadesinin altını kuvvetle çizmişti. Sonrasında bu vurguya farklı konuşmalarında devam etti.
Doğrusunu söylemek gerekirse bu ifadenin, Türkiye’nin gelecek yüzyılına damgasını vuran bir sürecin işaret fişeği olduğunu çoğumuz fark etmedik bile. En azından o günlerde.
Oysa bu ifade ve sonrasında peş peşe ortaya çıkan hamleler, Terörsüz Türkiye diye tanımlanan hedefin yol haritasını oluşturdu. Şimdi kimilerince gerçekleşmesi imkansız sayılan bir aşamaya geçtik. Emeği geçen herkese şükran borçluyuz.
ÖCALAN VE KANDİL FARKI
Örgütün kendisini fesih kararı ve silahların bırakılmasına yönelik açıklama metni, Kandil’in örgütün tarih tezlerini anlatma ve bunun üzerinden kendi kamuoyuna mesaj verme hesabıyla farklı tartışmalara neden oldu.
Bu noktaya odaklanmanın bizi meselenin özünden koparacağını düşünüyorum. Kaldı ki eğer silahlı vesayetin ortadan kalktığı bir ortamda herkesin görüşlerini özgürce ifade etmesinden söz ediyorsak, bu tartışmalara hazır ve hazırlıklı olmalıyız.
Kulislere göre ortaya çıkan metin üzerinde epeyce tartışma olmuş, hatta zaman zaman gidip geri gelmiş. Bilmiyorum, olabilir. Ayrıca bunun yadırganacak tarafı da yok.
Asıl dikkat çekici olan Öcalan’ın süreçteki yaklaşım ve üslubuyla, Kandil arasındaki fark. Gayet net, birinde Terörsüz Türkiye hedefine işaret ediliyor, adres olarak meşru siyaset gösteriliyor. Kandil’in ise Soğuk Savaş koridorlarında küflenmiş bir dil ve üslupla soruna yaklaştığı, dolayısıyla toplumun sinir uçlarına yönelik kışkırtıcı yaklaşımlardan kendisini alamadığını görüyoruz.
Böyle bir dil ve üslubun ne Kürtler, ne de başka bir kesimde karşılığı var.
ARTIK FARKLI BİR ZEMİNDEYİZ
Bugün kim nerede nasıl silahlarını teslim edecek, ne zaman başlayacak gibi sorularla sizi meşgul etmeyeceğim. Bu konuda 13 Mayıs akşamı Habertürk ekranında kapsamlı bir değerlendirme yaptım. Zamanınız olursa bakabilirsiniz.
Ele almamız, daha doğrusu dikkat çekmemiz gereken başka önemli başlıklar var. Mesela artık silahların geride kaldığı bir dönemde, meselenin tamamen siyasi ve sosyal boyutlar kazandığını görmek gibi.
Lozan örneğinde olduğu gibi ortaya çıkan her başlığı anında tartışılmaz saymanın böyle bir durumda derde deva olacağını hiç sanmıyorum. Bir tezi/davayı savunmak, onu dokunulmaz kılarak başarılı olamaz. Kendi tezinizi ortaya koymak ve karşınızdakinin iddialarını çürütmekle anlam bulur.
İNŞA VE TASFİYE DÖNEMİ
Buraya şöyle bir not düşmek istiyorum. Ekim 2024 itibarıyla ortaya çıkan yeni dönemin, büyük bir inşa süreci olduğu kadar, tasfiyeleri de beraberinde getireceğini savundum. Şimdi bu tablo daha açık görünüyor ve siyasette pek çok taş yerinden oynayacak. Medya ve iletişim araçları üzerinden tepeden bir sosyoloji yaratmak ve bunu yeni bir liderliğin zemini olarak hayal etmek yapaylıktan bir adım öteye gitmiyor işte. Sevgili Ertuğrul Özkök’ün kulakları çınlasın.
Son yedi aydır devam eden kritik aşamalarda, gerek üslup, gerekse yaklaşım açısından son derece büyük katkılar sağlayan DEM Parti için, siyasette yeni bir dönem başlıyor. Konuşmak için erken mi, belki. Ama şu kadarını söyleyeyim. Partinin ismini değiştirmekten programına ve kendi içindeki bazı ittifakları gözden geçirmeye kadar yeni hamleler gelebilir DEM tarafında.
Diğer yandan bir sorunun varlığını kabul ettiğini söylemek, ona dair raporlar düzenlemek, mutlaka o sorunla ilgili bir söylem oluşturduğunuz anlamına gelmez. Hele de bir siyasi partiyseniz.
Kuşkusuz CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in kendi partisini ikna etme ve farklı rekabetleri yönetme anlamında ciddi zorlukları var. Ancak Terörsüz Türkiye konusunda kendi bakış açısını yansıtan bir söylemi topluma sunmadığı takdirde, sadece ülkemizin değil, bölgesel ve küresel gündemin de dışında kalabilir.
DEVLET VE OKUR-YAZARLAR
Meselenin devlet katında ele alınma biçimini ve bir akıl olarak sahaya yansımasını hafife alanlar başından itibaren yanıldı. Bunların belli bir bölümü, bulundukları pozisyonu koruma telaşıyla hareket edenlerdi. Bir başka bölümünün devleti hiç tanımadıklarını, en azından ciddiyetini kavrayamadığını söylersek herhalde abartılı olmaz.
Bu süreci yöneten aktörlerin doğru sorular sorarak yola çıktığını düşünüyorum. Gerçek bir anlama çabası olmasa bugünkü aşamaya gelmemiz söz konusu olamazdı. Doğru bir kurgu, güven, temkin ve elbette kararlılık. Zorlukların ne olduğunun da pekala farkındalar.
Bir soruna bakan herkes farklı boyutlar görebilir. Ancak sadece onu yönetebilme kararlılığına sahip olanlar ayakta kalır.