Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Nasuhi Güngör Türkiye nereye gidiyor -2-

        “Türkiye nereye gidiyor” sorusunun cevabına dair konuşmaya devam edelim. Öncelikle bu sorunun cevabını yeterince tartışmadığımız tespitini bir kez daha hatırlatmak istiyorum.

        Dünkü yazıda “nereye gittiğimiz” sorusunun, iç dinamikler, bölgesel şartlar ve küresel tercihlerden bağımsız okunamayacağına dikkat çekerek, “iç cephe” üzerinden bir okuma denemesinde bulunmuştuk.

        Değişimin ve yeni bir yol arayışının iç ve dış dinamiklerini kuşkusuz tümüyle birbirinden ayırmak mümkün değil. Birini tahkim ederken diğerini doğru okumak, birbirini etkileyen ve dönüştüren alanları tanımlamak ve bunlar üzerine denge kurmak. Meşakkatli ve sabır isteyen bir çaba.

        BÖLGE GÜCÜ OLMAK NE DEMEK?

        Türkiye’nin bir bölge gücü olduğu, üzerinde geniş mutabakat olan bir tanım. Ancak bu gücün sınırları ya da yükselişi üzerinde farklı görüşler var. Kendi payıma dünyadaki yeni dönemin ve değişimin, Türkiye’nin lehine şartlar oluşturduğunu; dolayısıyla da bunun doğru yönetildiği takdirde ciddi bir yükselişe karşılık geldiğini öngörüyorum. Kazandıracaklarının, risklerine değer olduğunu da ekleyebilirim.

        ABD’nin tek kutup olarak dünyaya hakim olduğu tezinin ne denli hızlı yıprandığını; iki kutuplu olarak tanımlanan dönemin de yerini hızla çoklu döneme bıraktığını kabul edersek, Türkiye ölçeğindeki güçlerin daha geniş etkinlik ve nüfuz alanları elde ettiğini de tespit edebiliriz.

        YENİ İLGİ ALANLARI

        Son 10 yıla bu gözle bakarsak, devletin dönüşümü ve cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin kabulüyle birlikte ortaya çıkan Türkiye’nin, hayli geniş bir coğrafyada yeni ilgi alanları elde ettiğini veya geçmişin ilgilerini tekrar canlandırdığını görebiliriz. Uluslararası ölçekte ve bunu temsil eden pozisyon alışları tanımlayan birliktelik ve ortaklıklardan ayrılmış değil Türkiye. Hala NATO’nun en güçlü üyelerinden. Üyelik konusunda mesafe alınamasa da Avrupa Birliği ile olan ilişkilerinde yenilenmeye ve savunma alanı başta olmak üzere stratejik ortaklıklara açılan adımlar atıyor.

        Ukrayna savaşı boyunca, Rusya ile bu ülke arasında elde ettiği arabulucu rolü, küresel ölçekte ilgi ve karşılık buldu. Türkiye-Rusya ilişkileri, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın son ABD seyahati sonrası, Ankara’nın belli ölçekte Moskova’yla irtibatını sınırlandıran sonuçlar üretmeye başlasa da; bu denge ve arabulucu rolün Trump yönetimi tarafından da önemsenmeye devam ettiği söylenebilir.

        İRAN ÇEKİLİRKEN

        İran’ın özellikle dört Arap başkentinde elde ettiği nüfuzu ve çıkarlarını temsil eden vekil güçlerini peş peşe kaybetmeye başlamasıyla birlikte Türkiye’nin bölgesel rolü daha da arttı. Kuşkusuz ortaya çıkan boşluğun ve oluşması beklenen yeni dengenin öne çıkan aktörü Ankara olsa da, bölgede bu yeni denklemde yer tutmak isteyen farklı güçler de var. Bunların rakip tanımının içini doldurmasa da bir şekilde sistemde rol alacaklarını görmek durumundayız.

        Türkiye, bu yeni hal ve gidişatın içinde farkını ve gücünü özellikle Gazze konusunda hissettirdi. Elbette ayrılmaz bir parçası olarak da Filistin Devleti’nin kurulması noktasında verdiği mesajlar ve oyun kurucu rolüyle de sahada oldu. Bu durum sadece Ortadoğu’da değil, geniş bir coğrafyada, özellikle İslam ülkeleri nezdinde bir karşılığa sahip.

        DEĞERLER Mİ, GERÇEKLER Mİ?

        Ankara, mutlak ittifakların ve mutlak düşmanlıkların geçerli olmadığı, dahası reel politiğin hiç olmadığı kadar değerlerin önüne geçtiği bir dünyada olduğumuzun fazlasıyla farkında. Dolayısıyla Filistin ve Gazze zemininde değer üreten ve dünyaya açık çağrıda bulunan tarafıyla fark edilirken; Suriye örneğinde olduğu gibi iki büyük savaş sonrasında ortaya çıkan dengesiz, zayıf ve kaos üreten yapıların yerine alternatifler üreten bir yerde duruyor. Bu sadece tarih ve ortak geçmiş üzerinden yapılan bir okumanın değil, değişen dünyanın şartlarına uyum sağlamanın ve gücü oranında kendi rengini verme çabasının bir sonucu.

        Tekrar birkaç cümleyle iç cephenin tahkimi ve dinamiklerine dönelim. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ortaya çıkan ve büyük bir inşa faaliyetine yönelen devlet aklının; siyasetin kodlarını, kritik kurumları ve karar mekanizmalarını dönüştüren ve tüm bunları ortak bir gelecek tasavvurunda birleştirmeyi hedefleyen hamlelerini görebiliriz.

        Böyle bir çerçeve, Terörsüz Türkiye hedefinin iç dengelerden daha çok bölgesel bir hamlenin, küresel akışları doğru okuyarak şekillendiğini söylüyor bize. Cumhur İttifakı’nın merkezinde yer aldığı büyük bir yolculuk. Meraklısına not, ittifakın çatladığı filan yok. Büyüyor ve büyümeye devam edecek. Bir önceki yazıyla birlikte ele alırsanız, bunun güncelin kıskacında okunup anlaşılması hayli zor.