Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Oray Eğin Amerika'nın CHP'si veya Türkiye'nin Demokratları
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Sanki dünya siyasetindeki trend’leri belirlemede önemli bir ağırlığı varmış gibi bir zamanlar Türkiye’deki hükümetler Batı’daki benzerleriyle kıyaslanırdı. Özal’ın seçilmesi nevi şahsına münhasır bir gelişme değil, ABD’de Reagan, İngiltere’de Thatcher ve Almanya’da Kohl’ün temsil ettiği merkez sağ rüzgarın bir yansımasıydı. Açıkçası aklıma başka bir örnek de gelmiyor, çünkü dünyayı kavuran merkez sol rüzgar, Clinton-Schröder-Blair’in Türkiye’deki karşılığı 90’lar medya grupları tarafından çok köpürtüldü ama bir türlü gerçekleşmedi.

        Blair’den esinlenerek kendisini Ricky Martin şarkılarıyla genç lider gibi pazarlayan Deniz Baykal’dı bu dörtlüyü tamamlayacak kişi. Bugün Baykal hayatta bile değil, Türkiye de hala merkez solun iktidar olmasını bekliyor. (Aşırı sağ ile ittifak yapan Ecevit hükümeti merkez solu hiçbir zaman temsil etmedi.) Eski modeli baz alırsak; bu sefer dünyadaki rüzgarlar yine CHP’nin aleyhine. Trump’tan Meloni’ye, Orbán’dan Merz’e merkez ve merkeze yakın aşırı sağ yükseliyor. İngiltere’de yeni İşçi Partisi bile epey sağa kaydı. Bir liberal fantezi gibi gösterilen Kanada’da bu sene yapılacak seçimleri de oranın Trump’ı kazanacak gibi görünüyor şimdilik. Eğer Türkiye’de siyaset de dünyadan etkileniyorsa bu denkleme uyacak, bu sistemi sürdürecek tek bir kişi varmış gibi görünüyor. O da zaten iktidarda.

        SOMUT BİR ÇÖZÜM PLANI

        Dünya siyasetindeki rüzgarlar her zaman Türkiye’yi etkilemiyor, Blair-Clinton örneğinde olduğu gibi. Türkiye’nin kendine özgü dinamikleri bazen devreye girebiliyor. Ama tamamen dünyadan farklı bir seyirde ilerlediğimiz de söylenemez. Özellikle de sağ liderlerin, tek adam rejimlerinin yükseldiği bir siyasette muhalefetin yetersizliği. Hem ABD’de hem de Türkiye’de.

        Demokrat Parti çoktandır eşi benzerine sadece CHP’de rastlanabilecek bir şaşkınlık içinde. Kasım ayında Trump’ın seçim zaferinden beri bir türlü kendisini toparlamadı. Bu bir aşk acısı da değil ki üç sene iyileşme süresi olsun.

        Demokratların seçimi kaybetmelerinin en temel nedeni Trump’ı öcü gibi gösterip, “demokrasi elden gidiyor” korkusunu yaratırken seçmeni ilgilendiren temel sorunlara dair hiçbir somut çözüm önerilerinin olmamasıydı. Artan hayat pahalılığı ve bunun nasıl önüne geçirileceği özellikle. Bir başka büyük sorun olan yasadışı göçmen meselesini nasıl çözeceğine dair de tek bir önerisi olmadı.

        Bu iki başlık bugün de Türkiye’nin en temel meseleleri. Bozuk plak gibi tekrar edeceğim kendimi ama CHP’nin bugünkü Mehmet Şimşek programından farklı nasıl bir ekonomi vaadinin olduğunu çok merak ediyorum. Geçmiş bugünün göstergesiyse herhangi bir planları olmadığına eminim. Aynı şekilde göçmen / mülteci konularında nasıl bir çözümleri olduğunu da bilmiyoruz. Daha hassas bir konuyu söyleyeyim: Yarın öbür gün Trump bizden “Filistinli kardeşlerimizi”de almamızı talep ettiğinde muhalefet ne diyecek?

        Demokratlar seçim kaybetmiş olmasına rağmen hala ortak bir mesajda buluşabilmiş değil. Hala seçmenin önüne somut bir çözümle çıkmıyorlar. Bu yüzden de Trump’ın kamuoyu desteğini artırdığına dair araştırmalar çıkıyor. Benzer şekilde, Türkiye’deki kamuoyu yoklamaları da muhalefetin kısa süre önce yakaladığı rüzgarı kaybettiğini gösteriyor.

        CHP de tıpkı Amerika’nın Demokrat Partisi gibi bölünmüşlük görüntüsü veriyor. Üç sene sonraki seçime şimdiden aday belirlemenin yeterli olabileceğini düşünüyorlar. Oysa yarın seçim olsa bile seçmen kolay kolay oyunu neyi nasıl çözeceğini bilmeyen bir partiye vermez. CHP defalarca “Erdoğan bu sefer bitti,” diye seçime girdi. ABD’de de Trump’ın kazanma ihtimali olmadığı varsayılıyordu, oylarını artırdı.

        Somut, kayda değer, ikna edici, en önemlisi ortak bir mesaj olmayınca seçmen gelmiyor. Bir süre gelir gibi yapıyor, belki gözden geçiriyor, düşünüyor ama sonra bölünmüşlük görüntüsünden ürküyor. Türkiye’deki muhalefetin kendi içinde kavgaya girmesi, ortak çalışması gereken odakların birbirine rakip olması, partinin dışarıdan müdahaleye hala fazlasıyla açık görüntü vermesi seçmenin kafasını karıştırıyor.

        KARİZMA YETMİYOR

        Demokrat Parti’yle CHP’nin ortak kilitlendiği asıl nokta seçmeni hemen hemen bütün ülkelerde tatmin ediyormuş gibi görünen aşırı sağın egemenliğindeki bu yeni siyasi gerçekliğe nasıl tepki vereceğini bilememesi. Eski formüllerin hiçbir işe yaramıyor. Eski vaatlerin, eski mesajların tamamı çöpte. Ne Amerika’da yükselen faşizm tehlikesi tutuyor, ne Türkiye’de laiklik-elden-gidiyor ya da tek-adam-rejimi-inşa-ediliyor veryansınları.

        CHP sadece Ekrem İmamoğlu’nun şahsi karizmasına ve İstanbul’u üç kere kazanmış olmasına güveniyor. Hillary Clinton örneğinde olduğu gibi tek başına siyasi karizma ya da marka bir isim olmak da yetmiyor. Hatta Keir Starmer, Alice Weidel, Javier Gerardo Milei örneklerine bakarak siyasette karizmanın ömrünü tamamladığı bile söylenebilir. (Mansur Yavaş bu üçlemeye uyar mı?) Belli ki önemli olan kimin söylediği değil artık, neyin söylendiği.

        CHP belki Trump’ın karşısına çıkacak bir lider bulamayan Demokratlardan en azından elindeki iki potansiyel adayla daha önde olduğunu düşünüyor olabilir. Demokrat Parti en azından seçim takvimine hakim ve potansiyel adaylar doğmamış çocuk için şimdiden karar vermiyor. Birkaç sene içinde kendilerini toparlama, ortak bir mesajda birleşme ihtimalleri var. CHP’ninse böylesi bir ihtiyacın farkında olduğu bile şimdilik söylenemez.