Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Oray Eğin Roy Wang ve İrem Derici
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Kısa süre önce CDG’de uçak beklerken bir adam yanıma gelip sandalyemin arkasındaki paravana koyduğum ceketimi almamı istedi. “My wife is sitting here da,” demesinden Türk olduğunu anladım: “Eşim burada oturuyor da.” Farkında değildim, hemen ceketimi çektim. Farkında olmadığım bir başka nokta da ceketimden kimin rahatsız olduğuydu. Yolcu salonundaki bir saatlik bekleyiş içinde iki kişi gelip fotoğraf çektirmek isteyince 8.9 milyon takipçili İrem Derici olduğunu fark ettim. “Eşim” demesine rağmen asistanı olarak yanında dolaştırdığını düşündüğüm kişiyse sahiden 18 bin takipçili DJ eşiymiş.

        Derici yerinden kalkmadan eşi ona yiyecek içecek getirdi; ikisi de fazlasıyla telefonlarına gömülüydü. Arada Derici’yle sosyal medyada polemiğe giren lüzumsuz birinin adını zikrettiler, daha sonra da el bagajı niyetine taşıdıkları Galeries Lafayette poşetlerinden çıkardıkları yeni alınmış Bape spor ayakkabılarını giyip uçağa gittiler.

        O gün yolcu salonundaki en ünlü kişi İrem Derici değildi ama. Çıkışta asansör kapısı açıldığında anladım. Karşımda onlarca kişi bir paparazzi ordusu gibi bekliyor, asansörden herhangi biri çıktığında da hayal kırıklığıyla makinelerini indiriyordu. Paris’te moda haftasının bitimiydi, dolayısıyla havalimanında bir sürü ünlünün olması muhtemeldi. Ancak bu alışılmadık bir ünlü karşılamasıydı.

        ADETA BİR MICHAEL JACKSON

        Meraktan ben de bekledim ve havalimanını birbirine katacak o isim merdivenlerden indi. Ancak özel güvenlik sayesinde uçağın kapısına gidebildi, bütün yolcular epey uzağa çekildikten sonra binebildi.

        Durmadan flaşlar patlıyor ya da telefondan deklanşör sesi geliyor. Sadece yolcu salonunun kapısında bekleyenler değil, neredeyse herkes gözünü dikmiş bu genci izliyordu. Michael Jackson mezardan çıksa böyle bir kaos yaratabilirdi ancak.

        Roy Wang’miş. Bunu fotoğraf çekmek için beklerken nefes ritminden kalp krizi geçirmesinden endişe ettiğim bir genç kadından öğrendim. Instagram’da da 1.3 milyon takipçisi var.

        Ancak Instagram rakamları yanıltıcı, zira Çin’de Amerika çıkışlı sosyal medya platformları yasak. Buna rağmen 1.3 milyon kişi takip ediyor. Paris’e de turistik gezi için değil kampanyasında yer aldığı Miu Miu defilesine katılmak için gelmiş. Sonradan öğreniyorum tabii ki bunları. Sadece Miu Miu reklamlarının yüzü ve defilesinde ön sırada oturanlardan biri değil, aynı zamanda GQ gibi dergilerde “Paris Moda Haftası’na katılan ünlüler” başlıklı foto-galerilerinde de haber olan bir isim. Demek ki Paris’teki sokak fotoğrafçıları da onu tanıyor, Amerika’daki dergi editörleri de.

        Çin yakın zamana kadar taklit, ikinci kalite ürünlerle anılır ve dünya pazarında kendi markalarıyla pek yer almazdı. “Çin malı” pek çokları için uyduruk anlamına gelirdi. Ancak son yıllarda yapılan hamleler hem bu algıyı kırdı, hem de artık Çin malı ürünler bütün dünyaya hakim olmaya başladı. Şimdi kendi markaları var.

        Roy Wang bu değişimin sadece “yumuşak güç” yüzü. Çin o kadar önemli bir pazar oldu, Çinli müşteriler o kadar önem kazandı ki Miu Miu onunla reklam çekiyor. Kim bilir, böyle bilmediğimiz kimler var.

        Wang ve ben aynı Air China uçağında Beijing’e uçuyorduk. Koltuğuma varmak için yanından yürürken şöyle bir baktım; kırılgan, zayıf, küçük, yüzü maskeli bir çocuk, ilgiden bunalmış bir şekilde 1A’ya gömülmüştü. Bense tereddütle bindiğim Air China’nın kabin renklerinin, koltuklarının rahatlığı karşısında hayret ediyordum. İlerleyen saatlerde yemeklerin kalitesine ve servise hayran kaldım ve keşke daha sık bu havayoluyla uçsam diye düşündüm. Evet İnternet yok ama bu sayede Chimamanda Ngozi Adichie’nin “Dream Count” romanını neredeyse bir oturuşta bitirdim.

        ABD GERİ KALDIĞININ FARKINDA

        ABD’nin tek bir demiryolu bile yapamadığı son 25 senede Çin bütün ülkeyi demir ağlarla donattı. Üstelik hızlı trenlerle ülkeyi birbirine bağladı. Sadece akıllı telefonlar değil, otomobil üretmeye de başladı. Geçen hafta Montreal’de pek çok taksinin BYD olduğunu gördüm. Avrupalı gençler Tesla’ya kıyasla BYD marka elektrikli otomobilleri tercih ediyor, çünkü hem performansı iyi hem de tasarımları cazip.

        Amerika’nın Çin’le rekabeti de artık bir ticaret yarışı değil, geri kalmış ABD’nin ne yapıp edip rakibini gerekirse ayağını kırarak diskalifiye etme çabası. Ama Çin’in elinin daha güçlü olduğu şu son gümrük vergisi savaşlarında da ortaya çıktı. Çin hem ABD’ye rest çekti, hem ABD’nin kendisinden vazgeçemeyeceğini gösterdi. ABD’yle ilişkileri kopardığı anda Çin’in kendi içine kapanmaya, bir süre daha sıkıntı çekmeye hazır bir halkı var. Sadece iç pazarı bile kendi ekonomisini döndürmeye yeterli.

        ABD rakibinin bu genişlemesini durdurmak için Huawei telefonları ya da BYD otomobilleri ülkeye sokmuyor. Gençler Shein’den giyinmeye başladığı, Amerikalı tüketicini Amazon yerine en basit şeyleri Ali Baba’dan sipariş verdiği için gümrük vergileriyle önünü kesmeye çalışıyor.

        Trump’ın dış dünyaya karşı bu kadar agresif olmasının bir nedeni Çin yüzünden Amerikan ürünlerine rağbetin azalmasının önüne geçmek. Katar’a Boeing uçaklarının satılması ya da Avrupa’ya ısrarla Amerikan otomobillerini almaları için baskı yapılması agresif politikalar izliyor. Biraz panikle, biraz çaresizlikten.

        Amerikan Başkanı da geri kaldıklarını biliyor. Yasaklar ve zayıf ülkelere Amerikan ürününü kullanma baskısı bir yere kadar, uzun vadeli bir çözüm değil. Elon Musk bile X’i Asya’daki gibi her şeyi kapsayan bir platforma dönüştürmeye çalışıyor. Taklit eden zamanla taklit edilen oldu.

        Dahası, Roy Wang örneğinde olduğu gibi ABD artık yumuşak güç tekelini de kaybediyor. Paris Moda Haftası’nda ağırlananlar sadece Amerikan ünlüleri değil artık. Hollywood bile yıllardır filmlerini Asya pazarına göre üretiyor.

        TEK PARTİ REJİMİ

        ABD’de Çin’in bu hızlı büyümesi tek parti rejimine bağlanıyor. Tek bir yerden karar alındığı için projeler daha hızlı yürüyor. Ezra Klein ve Derek Thompson’ın “Abundance” kitabında aktardığına göre özellikle ABD’nin Demokratlar tarafından yönetilen şehirlerinde yıllardır bir çivi bile çakılmıyor, çünkü projeler denetime, yargıya, belediye meclislerinin onayına, yıllar süren tartışmalara takılıyor.

        Türkiye’de başkanlık rejimine geçilirken vaatlerden biri karar alma süresinin hızlanacağı, böylece yatırımların daha çabuk yapılacağıydı. Çin modelinin epey bir zamandır Türkiye’de de hayranları çok. Madem demokrasiden vazgeçtik, bari Çin gibi üreten bir toplum olalım—gidişatın züğürt tesellisi bu.

        Şu ana kadar pek beklendiği gibi olmadı ama Türkiye yine de kendi ürünlerini geliştirme konusunda geçmişe kıyasla çok hızlı yol aldı. İnsansız hava araçları son yıllarda Türkiye’nin en büyük markası oldu. “Yerli ve milli” başka projeler, savaş uçağı ve savaş gemisi, nükleer santral, bir önceki seçimde Erdoğan’a kazandıran faktörler arasındaydı. Geçmişte de duble yollar ve havalimanları oya dönüştü. İlk yerli elektrikli otomobil TOGG da seçim kazandıran faktörlerden biriydi.

        Aslında olması gereken TOGG’un iç pazarda daha fazla öne çıkarılması, daha yaygınlaştırılmasıydı. Ancak Türk piyasasında satışlarını baltalayacak çok sayıda yabancı rakibi var, üstelik bazılarını satın almak daha avantajlı.

        Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz günlerde iki Çin firmasının Samsun ve Manisa’da elektrikli otomobil fabrikası kuracağını açıkladı. Kuşkusuz ekonomiye önemli bir katkı bu yatırımlar. Ancak uzun vadeli sonuçları da düşünülmeli. Türkiye’de otomobil üretimi yıllardır yabancı markaların kontrolünde olduğundan kendi markamızın gelişmesi engellendi.

        Türk hükümeti aslında bu durumun farkında. Nitekim Malezya, Endonezya, Pakistan gibi ülkelere TOGG’un ihraç edilip, zamanla oralarda üretim yapılmasını istiyor Erdoğan. Pakistan’a yapılan askeri destek nedensiz değil.

        Öte yandan Türkiye’nin kırılgan ekonomisinden dolayı yabancı yatırımı geri çevirecek, Çin fabrikalarına hayır diyecek lüksü yok. Veya kendi ürettiği otomobille doğrudan rekabet halinde olan Tesla’yı pazara sokmamak da ihtimal dahilinde değil. ABD ekonomisi kuvvetli olduğu için Huawei ya da BYD’yi yasaklayabiliyor. ABD’nin alternatifleri var. Bizimse Amerikan ürünü ya da Çin malı kullanmanın ötesinde pek seçeneğimiz yok.

        İÇE KAPANMA SEÇENEĞİ

        Açığı kapatmak mümkün ama Türk toplumu Çin gibi 20-30 yıl içine kapanıp sıkıntı çekmeye de elverişli değil. Şimdiki gibi bir ekonomik sıkıntıdan bahsetmiyorum, Çin’de olduğu gibi uzun yıllara yayılan bir izolasyon kastım. Kendi kendine yeterek, kıt kanaat geçinmeye, feragat etmeye uygun bir yapımız yok. Üstelik bir de durmadan çalışacağız… Mesela Instagram yerine yerli ve milli sosyal medya mecralarımızı kullanmaya razı mıyız? O halde böyle yaşamaya devam edeceğiz.

        Türkiye çok hayranlık duyulan Çin modelinin en fazla tek karar mercii kısmını benimsedi bir tek. Ekonomik kalkınma modeli de uzun vadede toplu refahı değil, daha çok Rusya gibi tepede çok az bir kesimin zenginleşmesini sağladı. Bugüne kadar hem demokrasinin, hem toplu zenginleşmenin olmadığı bir modelin başarıya ulaştığı görülmedi.

        Roy Wang’le İrem Derici arasındaki fark bu. Biri özel olarak Paris’e davet ediliyor, dünya devi modaevleri tarafından el üstünde tutuluyor, global bir pazara hitap ediyor. Kendi ülkesinde pek fazla demokrasi yok ve ara sokaklar bile 24 saat gözetim altında, ama Çin tüketicisi Çin ekonomisinden dolayı o kadar önemli ki lüks markalar onları tavlamaya çalışıyor.

        Bir Paris modaevi yaklaşık dokuz milyon takipçisine rağmen Derici’yi yüzü yapmıyor, çünkü Türk tüketicisi bu markalar için önemli bir pazar değil. O da eşiyle hepimiz gibi gidip mağaza alışveriş yapıyor; herkeste olan, imkanı olan herkesin erişebileceği kıyafetleri giyiyor. Bu kıyafetlerin bir kısmı Türk malı ama başka ülkelere ait markaların etiketini taşıyor.