Türkiye geçen hafta en önemli krizlerden birini çözebilecek kilit bir ülke olarak arabulucu rolüyle dünyanın gündemine geldi. Ukrayna ve Rusya devlet başkanları İstanbul’da buluşacak, üçüncü dünya savaşına tırmanma tehlikesi taşıyan savaşa burada, Türkiye’nin ev sahipliğinde son verilecekti. Amerikan Başkanı Donald Trump da bunu istiyordu, hatta birkaç gün İstanbul’a gelme sinyali verdi. Hatta Trump’ın gelebilme ihtimali Türkiye’nin en merak edilen birinci sorusunu bile gölgede bıraktı.
Osimhen gidecek mi kalacak mı, hala belli değil. Ama Trump gelmedi. Putin de gelmedi. Hatta Rusya’nın yolladığı düşük profilli temsilciyle bu zirveyi epey hafife aldığını gösterdi. Trump da Dışişleri Bakanı’nı yolladı. Beklendiği gibi bir ateşkes gerçekleşmedi, umutlarını İstanbul’daki buluşmaya bağlayanlar da boşa çıktı. Sonucu beklendiği gibi çıkmasa da zirve hem Türkiye’nin hem de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın rolü açısından önemli bir işaret, ayrıca ABD’den açık bir destekti.
Trump önceki gün Ukrayna ve Rusya arasında yeni bir görüşme yapılacağını müjdeledi. Olası buluşmanın adresi olarak Vatikan’ı işaret etti. Amerikan Başkanı taraflarla uzun uzun telefonla görüştü; sadece Rusya ve Ukrayna’yla değil, pek çok başka ülkeye de bilgi verdi. Ama Türkiye’yi aramadı.
Peki bir haftada ne oldu? Bir hafta önce ülkemize tarihi fırsat rolünü biçen Trump neden fikir değiştirdi, neden Türkiye’yi bilgilendirmedi? Bu sorunun izini sürdüm.
SÜREKLİ POHPOHLANMAK İSTİYOR
Bu soruyu merak eden sadece ben değilim elbette. Diplomasiyi çok iyi bilen gazeteci Murat Yetkin de “Trump bize kazık mı attı?” diye soruyordu.
Geçen hafta bir kaynağım Washington’dan dönerken adeta Trump ailesinden haber getirmiş gibi konuştu benimle. Üstelik tam da İstanbul’daki buluşmanın ortasında.
“Trump bugüne kadar eşi benzeri görülmemiş bir şekilde Türkiye’yi övdü,” dedi. “Ama Türkiye bu övgüleri bugüne kadar karşılıksızmış gibi algıladı. Trump biraz pohpohlanmak istiyor, Türkiye’den benzer övgüleri işitmek istiyor, gerekirse ‘Sen Amerika’nın başına gelmiş en iyi şeysin,’ gibi abartılı iltifatlar bekliyor.”
Başka devlet başkanları Trump’ı öğrendi artık. Beyaz Saray’da utanç verici bir muamele gören Zelenski bile gerilimi tırmandırmadı ve hem Trump’a hem de Amerikan halkına minnettar olduğunu defalarca söyledi. Kısa süre önce Washington D.C.’yi ziyaret eden Japonya Başbakanı da Trump’a övgüler yağdırdı, sonra masaya oturdu.
Demek ki Amerika’yla pazarlık masasına oturmanın ilk şartı lideri pohpohlamak. Basit bir psikolojik çözümleme bile yapılabilir Trump’ın bu ihtiyacının nedenini anlamak için. Babası tarafından sevilmemiş olmasına, iş hayatında ciddiye alınmamasına, basında ezelden beri kendisiyle dalga geçilmesine, siyasette de hafife alınmasına bağlayabiliriz. Sebebi ne olursa olsun Trump kendisine tapınılmasını istiyor. Oval Ofis’teki toplantılarına bakın: Masanın etrafına dizilen senatörler, vekiller, valiler, hepsi önce lafa “Büyüksün!” diye giriyor
TÜRKİYE DENGELİ GÖTÜRÜYOR
Bu üslup Türkiye Cumhuriyeti dış politikası geleneğinde yok, her türlü teamüle aykırı. Ama Trump’ın başka ülkelerle iş yapma biçimine bakıldığında da Türkiye’den de bu yönde beklentilerini olduğunu düşünmek yanlış olmaz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da Trump’tan “dostum” diye bahsediyor, hatta geçenlerde sosyal medyada hoşuna gidecek bir paylaşımda da bulundu. Türk kamuoyu da büyük ölçüde Trump’çı.
Aslında Erdoğan dozu çok iyi ayarlıyor. ABD’nin İsrail’e verdiği sınırsız destek kamuoyunda tepki çekmeyecek olsa üslubu daha da farklı olabilirdi. Ama bir yandan İsrail, bir yandan da sanki kendileri iktidarda olsa başka seçenekleri varmış gibi bas bas bağıran muhalefetle iktidar bu dengeyi korumak zorunda.
Buna denge sayesinde, övgünün dozunu kaçırmadan da Türkiye’nin Trump’ın bazı politikaları üzerinde bir ölçüde belirleyici rolü oldu. Suriye’ye yaptırımların kaldırılması, Trump’ın ilk defa geçtiğimiz günlerde Gazze konusunda duyarlılık göstermesinde Türkiye’yle temasları etkiliydi. Bizzat Trump söyledi.
BALAYI BİTTİ Mİ
Kaygılardan biri balayı süresinin dolduğu, Trump’ın vereceğini verdiği, şimdi Türkiye’den daha fazlasını istediği. Washington’daki bir görüş bu. Nitekim Trump da Türkiye’nin diplomasi sahnesinde ön plana çıktığı haftada Körfez ülkelerini gezerken kendisiyle nasıl iş yapılacağını gösterdi: Kendisine para vereni yere göğe sığdıramadı, eve döndüğünde de, tıpkı aldığı harçlığı arkadaşlarına abartarak anlatan bir çocuk gibi, yaptığı anlaşmaların miktarını şişirerek kamuoyuna sattı.
Kendisini iş bitirici, bir “dealmaker” olarak görüyor ya. Körfez gezisi dünyaya kendisiyle nasıl iş “deal” yapılacağına dair bir ders oldu.
Washington’ı çok iyi tanıyan gazetecilerden Ahu Özyurt önceki gün YouTube’da Trump’ın “akçeli iş yapmayacağı hiçbir yere gitmediğine” dikkat çekiyordu: “Nereden para gelecekse oraya gidiyor.” Bu yüzden İsrail’e bile gitmedi, çünkü bir nedeni, yani çıkarı yok.
Dış politikaya bu maddi yaklaşım Türkiye’yle ilişkilerde geçerliyse Trump sadece övülmekle tatmin olmayabilir, ileride açık ya da kapalı başka talepleri de olabilir. Bu kaygı muhalif mahallede dillendirilse de iktidar kanadı da böylesi bir ihtimali elbette yok saymıyor. Ocak sonunda göreve geldiğinden beri Türkiye’ye çok şey verdi Trump. Hiçbir New York’lu kendi çıkarlarını düşünmeden adım atmaz. Ancak Trump’ın Türkiye’den Arap ülkelerinde olduğu gibi alacağı milyarlarca dolar yok.
TÜRKİYE’YE GELEBİLİR
Trump sonuçta Türkiye’ye de gelmedi, ama Washington’dan verilen sinyallere göre geleceği tahmin ediliyor. Yakın arkadaşlarından Tom Barrack’ı büyükelçi olarak ataması, Barrack’ın bu görevi kabul etmesi iki ülke arasındaki mesafeyi kısalttı. Ankara’da Dışişleri hiyerarşisine bağlı kalmadan tek telefonla Trump’a ulaşabilecek bir büyükelçi görev yapıyor artık.
Özyurt olası bir resmi ziyaret hakkında geçmişte Trump’ın iş adamıyken İstanbul’a gelişini hatırlatıyor. İstabul’daki Trump Tower’ın yatırım ortağı Mehmet Ali Yalçındağ’ın evinde onuruna verilen davete kızı ve damadıyla katılmış, gazetecilerin de olduğu ortamda o gece konu dönüp dolaşıp İran’a gelmişti. Özellikle damat Jared Kushner ticari açıdan İran’la iş yapılması gerektiğini, İran pazarına girmeyi istediğini ima ediyordu.
Trump’ın konuklardan Pegasus’un patronu Ali Sabancı’ya ilk sorduğu soru da İran ve İsrail’e uçup uçmadığıydı. Ta o zamanlardaki bu soruyu Trump’ın İran’ı İsrail’e bırakmayacak kadar önemsediği şeklinde de yorumlanabilir. Nitekim geçen haftanın kaybedeni de Trump’ın uğramadığı, üzerine bir de Suriye golü yiyen İsrail oldu.
Washington’daki bir başka görüşe göre Türkiye’den illa bir şey istemiyor da olabilir. Dışişlerine çevrelerine yakın biri “Buna inanmak istemeyeceksin, hatta hiçbir Türk de inanmayacak ama işin gerçeği bu,” dedi. “Trump’ın kafasında kazananlar-kaybedenler var, dünyaya böyle bakıyor. Dünyanın geleceğinde de Türkiye’nin kazananlar arasında yer aldığını düşünüyor, Türkiye’yi o klasmanda görüyor yakınında tutmak istiyor.”
Trump’ın yol haritası olarak bilinen “Project 2025” dosyasında Türkiye’nin Batı’ya çekilmesi, yeniden ABD’nin müttefiki yapılması, PKK’nın bitirilmesi gibi maddeler yer alıyor. Trump şimdilik bu yol haritasına sadık kaldı. Tek sorun ona ne kadar güvenileceği.