CHP’nin eski genel başkanının insanları kandırma kapasitesi var. Ben de bir kere kandım. Deniz Baykal kaset kumpasıyla istifa etmeye zorlandığında pek çokları gibi onun partinin başına geçmesini destekleyenlerden biriydim. Gösterişli, bağıran çağıran, boş vaatleri savuran siyasetçilere karşı sessiz, belgelerle konuşan, işini yapan ve dürüst bir lider adayı gibi görünüyordu. Genel başkan seçildiği o ilk CHP kongresini hatırlıyorum, adeta 70’lerde Bülent Ecevit’in yarattığına dair bir rüzgar yakalama potansiyeline sahipti.
O kongrede birisi ona Ecevit’in kasketini giydirdi, o da giydi. Siyasette taklit en kötü şeydir. Gandhi olarak başladığı siyaset yolculuğunda bir gecede Ecevit dönüşebildi. Demek ki şekilden şekle girebilecek bir karakteri vardı.
Benim uyanmam bir gece sürdü belki, ama nitelikli bir alternatif çıkmamasının en önemli sorumlusu olan bu figüre muhalif mahalle ancak şimdi tepki gösteriyor. 15 sene ve 13 seçim yenilgisinden sonra, üstelik daha iki sene önce onu kurtarıcı olarak bellemişken. Hatırlıyorum, 2023’te seçilmeyeceği belli bu adaya itiraz edenleri linç etmeye kalkmıştı CHP seçmeni. Bugün aynı seçmen onu istenmeyen adam ilan ediyor.
Malzeme aynı. Dünkü vasatlığı bugün de devam ediyor. İlk seçimi kaybetmesiyle son seçimi kaybetmesi arasında hiç fark yok. Hatta en istikrarlı tarafı sürekli kaybedebilmesi bile denebilir. Seçmenin bilinçlendiği, değiştiği de söylenemez.
MALZEME AYNI
Özellikle muhalefet seçmeni akılla değil, duyguyla hareket ediyor. Rasyonaliteden uzak siyasi tercihlerin kaybettirmeye mahkum olduğunu asla anlamıyor. Dün de bugün de tek motivasyonu “Erdoğan olmasın da kim olursa olsun,” ve buna göre tercihini belirliyor. Kafasındaki tek motivasyon bu olduğu için kandırılmaya da müsait.
CHP’nin eski genel başkanı kendi kitlesini çok iyi tanıyor. “İk-üç gün itirazlar yükselir,” demesinden belli. Sonra alışacaklar. Daha evvel de radikal dinci köklerden gelen bir adaya “tıpış tıpış” oy vermişlerdi ne de olsa. Bugün kopan “Seni istemiyoruz” tantanasının ardından da sakinleşebilir, yeniden isteyebilirler.
Çaresizlikte mecbur kalınırsa, biraz da yeteri kadar reklam kampanyası yapılırsa Türk muhalefeti ikna edilir. İmkansız demeyin, bu taktiklerin denenmiş ve başarıya ulaşmış modelleri var. Farkında olmadan bizde de uygulandı.
Şartlar ancak görünürde farklı. Uğruna manifesto’lar yazıp ne büyük bir lider olduğunu anlattıkları adayı şimdi aynı köşe yazarları yerden yere vuruyor. Yarın yine överler. Sadece iki sene önce umutla ona oy veren seçmen de zaten yüzünü dahi görmek istemiyor.
Seçmen dünyanın her yerinde kaybeden adaylardan vazgeçip bir sonrakine umut bağlar. Ama sonra bilindik isimlere yeniden oy vermekte tereddüt etmez. 90’larda Demirel’i geri döndüren aynı hissiyat bugün CHP’nin eski liderini de yeniden umut olarak önümüze getirirse hiç şaşırtıcı olmaz.
İsimlerin hiçbir önemi yok. Ana muhalefetin ülkeyi yönetmeye dair bir yol haritası dün de yoktu, bugün de yok. İki sene önce muhalefet adayına oy veren seçmen koldaki bilezik dışında neye oy verdiğinin sorgulamasını yapmadı. Seçmenin hala tek motivasyonu adayın kim olduğu değildi, “Erdoğan olmasın da kim olursa olsun,” psikolojisi. Ama tek bir parametreyle seçim kazanılmıyor, değişim öyle olmuyor.
YA KAZANSAYDI
2023’ten bu yana global ölçekte Türkiye’yi de ilgilendirebilecek pek çok kriz yaşandı. Sadece kıyamet habercileri değil, serinkanlı gözlemciler bile olası bir dünya savaşı tehlikesine dikkat çekiyor. Şu ana kadar Türkiye bu krizlerin üzerine bulaşmasını engelleyerek, dengeli bir politikayla, herhangi bir tehdidi çekmeden süreci götürüyor. Sertleşen iklime, içeride baskıların artmasına rağmen bu duruma minnettar olmalıyız.
Bir başka deyişle: Ucuz kurtulduk. Devlet tecrübesi böyle zamanlarda daha da önem kazanıyor.
O yetersiz adam da kazara seçilebilirdi ve bugün halimiz ne olurdu? Trump’ın, Putin’in, Netanyahu’nun dünyasında emekli SSK memuru bu ülkenin dümenini nereye çekerdi? Yanında birkaç tane çürümüş gazeteciyle Türkiye’yi nereye götürürdü?
80’lerin başında hiçbir karizması olmayan bir bürokrat olan Özal parti kurduğunda pek çok parlak beyin yurtdışındaki kariyerlerini bırakıp onun yanında yer aldı. ANAP’ın siyasi geleceği olmadığı halde kurucuları arasında Harvard mezunları vardı. 2002’de AK Parti de hem devlette tecrübeli hem de iş dünyasından isimlerin desteğini aldı. Belli ki bir kıvılcım görmüşlerdi.
Bugün de dünyanın pek çok yerinde başarılı Türkler var, hiçbirinin Ekrem İmamoğlu’nun çağrısıyla memlekete döneceklerini zannetmiyorum. Gerçekten elimizdeki alternatiflerin mevcuttan daha iyi olduğuna emin miyiz? CHP yönetiminin tamamı zaten bugün üzeri çizilen, partiden ihracı istenen eski genel başkanın eseri. Kendi vasatlığına uygun isimleri getirip o yerleştirdi yönetim kadrolarına. Onların eski genel başkandan daha iyi olduğuna dair tek kanıtımız hissiyatımız.
Türkiye’deki seçmen kendi geçmişiyle, yaptığı tercihlerin niteliğiyle yüzleşmeden, bu hesaplaşmadan çıkmadan bugünkü tartışmalar yüzeysel kalmaya mahkumdur. Bugün de geçmişte heyecanla oy verdiğinin üzerini çizerken kurtarıcı olarak bellediklerinin kapasitesini göz önünde bulundurmalı. Umarım birkaç sene sonra “Ecz.” için de “Seni istemiyoruz”kampanyası yapılmaz. Ama yapılırsa şaşırmam.
Sadece hislerimizle, karizma ya da çok fazla değer atfedilen “kitleleri peşinden sürükleme becerisi”ne bakarak değil; somut delillerle bu sorunun yanıtını vermeliyiz. Daha iyisini bulmak, partileri zorlamaya mecburuz.
Her an seçim isteyen muhalefetin hala önümüze sunduğu bir çözüm reçetesi yok. Bunu bir kez daha vurgulamak zorundayım. İsimler üzerinden hareket etmek muhalefetin işine geliyor, çünkü kafayı yormaktansa gündelik güvenli sığlığında vakit kazanıyorlar. Gerçekte, o gelmiş bu gitmiş, eskisi yeniden gelmiş ya da yenisi çok iyiymiş tartışmasının hiçbir önemi yok.