Her yaz “Bu sene Bodrum boş,” haberleri yapılır ve sonunda da “Ama bu yıl gerçekten farklı,” diye eklenir. Bu yaz da Bodrum boş; bu yıl gerçekten farklı ama. En azından Cumartesi günü ayrıldığım kasabada henüz sezon açılmamıştı. Cuma günü biraz hareketlilik var gibiydi ama lüks otel sahiplerinden taksi şoförlerine kadar hemen herkes sezonun gidişatından endişeliydi.
Gazetecilerin bir numaralı haber kaynağı taksi şoförleri bir sene öncesine kıyasla farkın gözle görülür olduğunu söylüyor. Benim için hava hoş, Bodrum’un boşluğunu özlemiştim. Ancak geçimini turizm sezonuna bağlayanlar trafik sıkışıklığını bile özlüyordu.
Bodrum’un boşluğunun birkaç sebebi var. Okulların geç kapanması, artık kolaylıkla gidilen Yunan adalarının cazibesi, Avrupa’da tatil sezonunun henüz başlamamış oluşu, Göcek gibi alternatif tatil rotalarında havanın bunaltıcı derecede ısınmaması, politik belirsizlik… Ama en önemlisi pahalılık.
Tıpkı İstanbul’un Paris ve Londra gibi şehirlerden daha pahalı olması gibi Bodrum da Ibiza gibi dünyadaki muadillerinden çok daha pahalı. Konaklama, yeme-içme, ulaşım… her şey astronomik. Bodrum-İstanbul uçak bileti İstanbul-Paris’ten daha pahalı mesela; üstelik ekonomi sınıfında. Kişi başı kahvaltının 4900 TL’ye çıkabildiğini gördüm Bodrum’da.
Bu sene pahalılığın nedeni sadece esnafın açgözlülüğü değil. Elbette o da bir faktör ama ekonomik istikrarsız önemli bir etken. TL’nin çok değerli olması, dövizin baskılanması maliyetleri artırıyor. Bodrum’da tatil yapmayı düşünen yabancı alternatiflere yöneliyor. “Arap bile gelmiyor,” dedi bir otel çalışanı.
*
Mandarin Oriental genişlemeye devam ediyor.Bölgenin en iddialı otellerinden AVM benzeri Mandarin Oriental’ın gecelik oda fiyatına en son baktığımda 9 bin Euro civarındaydı. Bodrum’da geceliği bin Euro’ya otel odası artık makul sayılıyor. İddialı otellerse fiyatlandırmayı üç-dört katı fazlasından başlatıyor. Yabancı bir şirketin CEO’su tanıdığım bu paralara Türkiye’de tatile gelemeyeceğini söyledi.
Kanun gereği deniz kıyısına site ya da ev yaparken bir kısmının otel olması zorunlu. Mandarin Oriental da özünde lüks bir site, göstermelik otel odaları var. Oda fiyatlarının bu kadar yüksek olmasının nedeni de aslında dışarıdan mümkün olduğu kadar hiç kimsenin kalmamasını sağlamak, site atmosferini korumak.
Dikkat edilirse Bodrum’da böyle otel görünümlü pek çok “residence” var. Yenileri de yapılıyor.
Bulgari, St. Regis, Four Seasons gibi dünyada bilinen pek çok zincir Bodrum’a geliyor. Bernard Arnault geri kalır mı, Cheval Blanc’ın da açılacağını duydum. “Herhalde mevcut otellerin yerine gelecekler, sadece tesisler isim değiştirecek,” dedim. Ne safmışım, sıfırdan inşaat yapıyorlar. Türkiye’nin en güzel otellerinden Amanruya da kapanıyor, o da iki sene boyunca genişledikten sonra yeniden açılacak.
Mandarin’de diyelim ki 9 bin Euro’ya oda tuttunuz, denize girmek mümkün değil. Başta Mandarin’in genişlediği inşaat, karşısında da Bulgari’nin yarattığı toz toprak en güzel koyun denizini mahvediyor. Cennet Koyu’nda yüzerken denizin dibini göremedim, moralim bozuldu.
Bulgari Otel bir sonraki sezona yetişmek için harıl harıl çalışıyor.Bodrum’un da dahil olduğu turizm bölgelerinde 1 Mayıs’ta inşaat yasağı var. Ama gerek Mandarin gerekse de Bulgari Otel bu yasağı takmıyor. İş makinaları sabahtan çalışmaya başlıyor. Sık sık toprak kalkıyor, toz bulutları oluşuyor. Herkes farkında.
Hep birlikte Bodrum’u biraz daha öldürüyoruz.
*
Bir otel müdürü anlatıyor: Birkaç sene önce otel müşterine “Sabah korkmayın,” diye uyarırlarmış. “Yan tarafta dinamit patlatacaklar sadece.” Konuklar bu sefer daha da fazla korkarmış doğal olarak. Yandaki otel yaz sezonu, turizm yasağı demeden dinamit patlatarak inşaata devam etmiş. Şimdi burada bedava konaklayanlar tarafından yere göğe sığdırılamıyor.
*
İnşaat çılgınlığından nasibini en çok alan yer Gümüşlük olmalı. Yıllardır gitmiyordum. Yolu git git bitmiyor, ama hava kararırken dağlarda beton yığınlarını görünce insanın morali bozuluyor. O meşhur güneşin batışı bile Gümüşlük’ün çirkinliğini gizleyemiyor. Karanlık çökünce, evlerin ışıkları yanında TEM otoyolundaki gecekondu mahallelerinin yanından geçiyormuş gibi gözüküyor lüks villalar. Gümüşlük değil Gaziosmanpaşa sanki.
Gümüşlük sahilinde her yer lokanta ya da bar olmuş. Mirgün Cabas’ın eski sevgilisi Özge Fışkın sahnede, onun gibi iki ayrı şarkıcı daha var. 10 sene önce de fabrika mutfağı gibi olan Mimoza romantizmini kaybetmiş, taklit bir balıkçıyla iç içe geçmiş. Zaten sahilde benzer kabak lambalardan “atmosfer” yaratmaya özenmiş bir sürü mekan açılmış.
Bedeli? Bedelini evi Gümüşlük sahiline yakın bir tanıdığım yemekte anlatıyor: “Buradan hiç denize girmiyoruz, çünkü lokantaların bütün pisliği denize boşalıyor.” Sahilde yürürken bir ara burnuma bir pis koku geliyor. İşinin ehli olmayan yerel yönetimlerin Bodrum’u sadece bir rant kapısı görüp kim ne isterse olur demesinin eseri Gümüşlük.
Yaşlı biri gibi “Burada eskiden sadece bir berber bir de yanındaki antikacı vardı,” diyorum. O berber ve antikacı hala yerinde. Neyse ki. Ama etrafı o kadar kalabalık ki.
*
Bodrum’un içi tamamen ölü. Adamik’te sadece bir kişi vardı gece yarısı. Körfez’de bir zamanlar Körfez’de eğlenip yaş almış 10-15 kişi. Gençliğini 90’larda geçirenlerin kıblesiydi bu iki rock bar halbuki. Yeni kuşaklar keşfetmemiş, bizden başkaları devralmamış.
Belli ki artık hiç kimse Bodrum’un içine gelmiyor.
Scorpios çok dolu ama daha çok bölgedeki işletmelerin çalışanları, personeller gidiyor. Kapı ücreti alınmadığı için Bodrum’un içine gitmektense Scorpios’ta eğlenmek daha havalı. Otelde kahvaltıdaki çalışanlarla konuşuyoruz, hemen hepsi bir gece önce Scorpios’ta olduklarını söylüyor.
*
Önceki yıllara kıyasla daha az tekne gözüküyor. Ya para bitti ya daha çıkmamışlar. Eskiden Bodrum’da mavi yolculuğa çıkanlar rotayı çoktan Yunan adalarına ya da Göcek’e kırdı. Bodrum’a hiç ayak basmadan yaz tatilini geçirenler var. Bir zamanlar Bodrum’dan çıkmayanlar üstelik. Teknelerine başkalarını bindirmeyen pek çok zengin bile ‘charter’ yapmaya başladı.
Yine de çok fazla tekne var, fakat bu sayıya uygun personel yetişmiyor. İşinin ehli olmayan tekne çalışanları ve kaptanlar kıyılarda ciddi anlamda kaos yaratıyor. Kültür Bakanlığı da bu durumun farkında, tekne sahiplerinin istedikleri yerde “kıçtan kara” yapmalarını engelleyecek bir düzenlemeyi yürürlüğe sokacak. Yunan adalarında bu var: Otomobili park etmeye kalktığınızda beliren değnekçi misali tekneye bazı adalara yanaşmaya başladığınızda kayığıyla orada düzeni sağlayan bir görevli geliyor.
*
Ali Sabancı’nın iki yaz önce Lipsos’tan Leros’a giderken geçirdiği bot kazası hala unutulmuş değil. Bin nasihatten iyidir misali bu kaza kendi kendilerine motor-tekne kullanmaya kalkanlara ders olmuş durumda. Tender’lar çok daha yavaş gidiyor, kaptanlar kullanıyor.
*
Yunanistan’ın 12 adasının ekonomisi Türkler sayesinde dönüyor. Patmos ve Leros için fiilen Türk adaları diyebiliriz. Türkler ev tutuyor, lokantalara gidiyor, otellerde kalıyor, plajlarda Türkçe konuşuluyor. Leros’ta tekneden bir saatliğine indim, bir arkadaşımla dedikodu yapmak için. Ancak etrafta o kadar çok Türk vardı ki fısır fısır konuşmak zorunda kaldık.
Türklerden akan para ada esnafının da dengesini bozmak üzere. Kos gibi alt sınıfa hitap eden adalarda fiyatlar yükselmeye başlamış. Yine de Patmos ucuz: Bir gece balıkçıda, bir gece de tavernada beş-altı kişilik içkili akşam yemeklerinden 120-180 Euro arasında kalktık. Toplam. Bodrum’da kişi başı bu ücret gelince insan seviniyor. Ama eski Patmos’a göre pahalı.
Leros’taki meşhur balıkçı Mylos artık Türklerden rezervasyon almamak gibi bir şımarıklığa girmiş. Çünkü masa ayırtıp gelmiyorlarmış. Bu terbiyesizliğe tepki göstermekte haklılar ama mavi yolculukta plan yapmanın zor olduğunu biliyor olmalılar. Mesela biz hava muhalefeti yüzünden üç gün boyunca Patmos’tan kımıldayamadık.
Türkler sayesinde ihya olan Mylos bazı sadık müşterilerine terbiyesiz davranmaya başlamış. Yapılan bazı kötü muameleler de kulaktan kulağa yayılıyor. Türkler, evet, ihya eder ama bir anda kulaktan kulağa boykotu başlatabilir. Mylos’un sahibi Takis’in şımarık oğulları henüz bu durumun farkında değil. Symi’deki Manos gibi Türkler tarafından yoldan çıkartılıp özlerini kaybetmeleri hiç şaşırtıcı olmaz
*
Yunanistan tarihi boyunca refah dönemi yaşamamış bir ülke, hemen her zaman çoğunluğu orta sınıf kaldı. Bizde orta sınıf bozulurken pek çoğumuzun yazlarını komşuda geçirmemizin nedeni biraz da bu. Geride bıraktığımız bir ülkeyi yeniden keşfetmiş gibiyiz Komşu’da. Havlumuzu alıp istediğimiz yerden denize girebilmenin özgürlüğü, tahta bir iskemlede oturup bildiğimiz yemekleri tatmanın aşinalığı.
Yunanistan’ın da yoldan çıkan adaları var. Mykonos’u sadece turistlere bıraktılar, kendileri gitmiyor bile. Ellerinde çok ada olunca bir-iki tanesinde de feragat edebiliyorlar.
Benim korkum, Türkiye’nin sahil bölgelerini yoldan çıkaran biz Türk turistlerin şimdi de gittiğimiz Yunan adalarına benzer zulmü layık görmeleri. Para saçan, masa donatan, bağıra çağıra konuşan, çocukları zırlayan Türklerle bu adaların sükûnet dolu dokusunda bir uyuşmazlık olabilir.
Türk turist nedense gittiği yerin kurallarına ve kültürüne uymuyor. Özellikle de paralı turistin görgüsüzlüğü üzerine düşünmeliyiz.
Adalar esnafı şimdilik akan paradan memnun ama Leros’un bir Bodrum ya da Mykonos olmasını istemediklerini fark etmek uzun sürmeyecek.
*
Kendime yeni bir ada bulmak zorunda kalacağım bu gidişle. Zira Türkler de Hydra’yı keşfetti.
Tanem Sivar geçen hafta Hydra’ya gitti, neyse ki her yerini keşfetmedi ama adayı bir Instagram fonu olarak kullanmayı başardı. Kocasının astronomik ücretli oteline gelip her an’ı fotoğraflayanlardan hoşlandığını zannetmiyorum, ama bu saygıyı Hydra’ya göstermedi.
Kapısında kocaman fotoğraf çekilmez yazan eczanede bile kendisini tutamadı. Esnafa saygı göstermek zor mu? Bütün dünya sizin tık alma evreniniz değil.
Bir zamanlar Leonard Cohen ve Jackie O.’nun yürüdüğü kaldırımları şimdi Türk ünlülerinin topuk sesleri, evet topuklu ayakkabı sesleri, kirletiyor.
*
Yunanistan’da geçirdiğim bir haftadan sonra Bodrum’a döndüm. Yaklaşık bir sene sonra yeniden Ayla’da yedim. Maça Kızı’nın içindeki Ayla’yı geçen yaz sonu ziyaret ettiğimde Türkiye’nin en iyi lokantası olduğunu yazmıştım. Bu sene de fikrim değişmedi. Hala hiçbir numara yapmadan, tabakta eksik ya da fazla tek bir baharat tanesi bile olmadan şaşırtmayı başarıyor.
Ayla’nın moleküler “çoban salatası” mönüde geçen seneden kalan tek yemek.Geçen yaz yediğim yemekle bu seneki arasında hiç benzerlik yoktu. Sadece başta ikram edilen jöle haline getirilmiş çoban salatası aynıydı.
Kuru fasulye ve mantı gibi mutfağımızın çok iyi bildiğimiz yemekler yeniden yorumlanmış. Kuru fasulyenin üzerinde incecik dilimlenmiş ve kurutulmuş bir domates var, ağza attığınızda adeta şeker patlaması yaşıyorsunuz. Müthiş bir balık ekmek yorumu var. İlk önce bakıldığında balık ekmekle alakası yok gibi duruyor, ama ilk damakta kendini belli ediyor.
Ayla’da balık-ekmek Eminönü’nde satılan balık-ekmeklere hiç benzemiyor.Ayla sürekli değişen, gelişen, kendisiyle yetinmeyen, kendisini sürekli daha iyiyi yapmaya zorlayan bir lokanta olacağa benziyor. Biz de, Ayla da, Bodrum da birbirimizi yeni tanıyoruz, yeni alışıyoruz. Hala flört aşamasında olmanın heyecanı var, hala genç, hala aç. Bu yüzden de heyecanlı.
Her hafta gidilecek bir yer değil Ayla. Ama her sezon rahatlıkla gidilebilir. Bodrum’da sezonu açarken ya da kapatırken, özel bir fırsat yaratıp 20 kişilik lokantada bir akşam geçirilebilir.
Bu sene bir de yemeklerin miktarı ve çeşidi artmış. Yemeğe gelene iki seçenekten biri sunuluyor. Geçen sene dört seçenekten birini seçmek mecburiydi. Ama şimdi iki kişi mönüde ne varsa paylaşıp tatmak mümkün.
Güllü tatlı gül kokularının ardından masaya geliyor.Yemeğin sürprizi gül kokuları arasında servis edilen tatlıydı. Gerçekten rüya gibiydi. Gül kokusuna, güllü tatlılara önyargım olmasına rağmen beni bile yoldan çıkardı. Yemek bittiğinden beri aklımda.
Ayla’nın bir senede değişmesi hoşuma gitti ama bir eksikliği yadırgadım. Yemek geçen sene tek bir zeytinle başlıyordu. “Bir tür performans mı? Bir alay mı? Bir tavır, bir duruş mu? Tek bir zeytin vermek kendini beğenmişliğin zirvesi mi?” diye yazmıştım. “Belki fazla okuma yapıyorum ama saatlerce neden tek bir zeytinle yemeğin başladığını düşünüyorum. Belki binlerce zeytin arasından seçilerek önümüze gelen o tek bir zeytin aslında Ayla’nın kökenini hatırlatıyor ilk başta: Bodrum’dayız, Ege’deyiz, imara açılan zeytin ağacı tarlalarının yaşamın ilerlemesi ve dünyanın devamlılığı adına ne kadar hayati önemi olduğunu yüzümüze vuruyor.”
Bu sene eksilen zeytin Bodrum’da işgal edilen koylar, inşaat çılgınlığı, zeytinlik tartışmalarıyla yokluğunu daha hissettirdi. O zeytinin geri gelmesi için bundan daha doğru bir zaman daha olamaz. Ayla’nın şefi Aret Sahakyan’dan özel olarak rica ediyorum zeytini getirmesini. İnşaat tozu dumanı arasında geçirdim Bodrum tatilini. O tek bir zeytinse bir simge, bir umuttu. Bari onu da kaybetmeyelim.