B. ortak bir arkadaşımız tarafından yıllar önce organize edilen bir blind date’te tanıştığım, üzerinden epey zaman geçtikten sonra da tekrar bir kez Prive’de karşılaştığım bir İstanbul karakteri. Bir çocuğun neredeyse liseye başlayabileceği bir sürede toplam iki kere görüştüğüm düşünülürse date’in ne kadar başarılı geçtiği de anlaşılır. Kötü biri değil tabii ki. Ama “Tüh elimden kaçırdım,” diye hayıflanacağım biri de değil. Normal şartlarda aklıma bile gelmemesi gerekirdi ama geçenlerde geldi ve tam da aklıma geldiği gün karşıma çıktı.
Başka bir ortak arkadaşımıza o gün aniden “Hiç haber alıyor musun?” diye sordum. “Bugün mesaj attı, nereden aklına geldi birden?” diye yanıt verdi. Sonra öğle yemeği için Nişantaşı’ndaki Sade Beş Denizler Mutfağı’na gittiğimizde birden kapıdan girdi ve hepimiz şaşkınlık içinde kaldık. B. hızlıca bir şeyler atıştırıp spora gidecekmiş, aklına da müdavimi olduğu bu lokantaya uğramak gelmiş.
Belli bir çevrenin içindeyseniz İstanbul küçük bir yer, bir şekilde herkes birbirini tanıyor. Ama B. kapıdan içeri girene kadar Sade Beş Denizler Mutfağı’nda herhangi bir tanıdık göreceğimi tahmin etmezdim. Yemeğe birlikte gittiğim arkadaşlarım da bu mekanı ilk kez benden duymuşlardı. Üstelik biri Nişantaşı’nda oturuyor ve Sade’nin yan komşusu Tatbak’ın müdavimi.
YEMEĞİN ÇOK İYİ OLMASI GEREKİRDİ
Tatbak’a gidip de Sade’yi görmemek mümkün mü? Kapısında Michelin tabelası olmasına rağmen mümkün, çünkü burası “sade” kelimesini baştan yanlış yorumlamış bir lokanta olduğundan bu hali görüntüsüne, dekorasyonuna ve içerideki havaya da yansımış. Son zamanlarda hiçbir yerde kendimi bu kadar mutsuz hissetmemiştim.
B. aniden içeri girip sürpriz yapmasa etrafta oyalanacak insan yoktu zaten. Dekorasyon derseniz, öylesine masalar ve sandalyeler yerleştirilmiş. Kötü durmuyor, ama özellikle iyi de durmuyor. Duvarda bir orijinal Matisse? ‘Casting’ ajansından özenle seçilmiş bir personel? Hayatınızın aşkını bulabileceğiniz bir bar? Sadece orada bulunmakla hava atabileceğiniz bir adres? Sade’de bunların hiçbiri yok.
O zaman ortaya sadece yemek kalıyor. Yemeğiyle o kadar iddialı, o kadar başarılı ve mükemmel bir yer olmalı bütün başka kusurları affedilsin.
Zaten heyecanla gitmemin ve denemek istememin nedeni de yemeğinin iyi olduğuna dair güvendiğim insanlardan aldığım tavsiyelerdi. Aramızda mesafeler olduğundan duymamla denemem arasında beklenti çıtasını epey yükselttiğim, bu arada bol bol Instagram ve web sitesinden yemeklere bakıp hayallere daldığım bir süre geçti.
Sade kendisine “uygarlığın başlangıç noktası”nı temsil etmek gibi ağır bir misyon yüklemiş. “Beş denizler” bu demekmiş, ben de google’layınca öğrendim. İyi, katkısız, saf, lezzetli Ortadoğu yemekleri yapıyoruz demektense daha havalı bu tabiri seçmişler. “Ortadoğu” deseler Arap turistlere yönelik bir yer diye gitmezdiniz değil mi, ama “Beş Denizler” deyince insan merak ediyor.
Abartmıyorum, üç kişi aşağı yukarı mönüde ne varsa söyledik. Az malzemeyle iyi lezzet yakalayabilmek işin en zor kısmı ve çok ciddi bir ustalık gerektiriyor. Ancak Sade hemen her tabakta bu iddianın altında kalmayı başarabiliyor.
Masamıza bakan görevli şaşkınlık içindeydi, ama ona açık açık her şeyi denemek istediğimizi belirttik ve tüm sempatikliğiyle hiç ikiletmedi, servis hiç aksamadı. Ben en çok yan komşu Tatbak’ın lahmacununa rakip olup olmadığını merak ediyordum, ama “Maalesef mutfağımızda şu anda lahmacun yok,” yanıtını aldık.
Bu arada B. geldi ve bizim masamızda olmasına rağmen ayrıca sipariş verip, “Halep işi” istedi. Lahmacunun adı buymuş Sade’de; tadına bakamasam da çok önemli bir sınavdan hemen kaldığını gözlerimle gördüm. Lahmacunda en önemli iki unsur katlanabilme ve aynı anda çıtır çıtır kalabilmeyse—Tatbak’ın berbat lahmacunu bu iki aşamada da sınıfta kalıyor—etin hamurun üzerinden düşmemesi de bir o kadar önemli. Halep İşi’nden gözümün önünde dev bir kıyma topluluğu hamuru ilk katlanma hamlesinde terk etti.
B. özellikle buranın yaprak dolmasının müdavimiymiş. O gelmeden biz denemiştik, müdavim olarak yorumu ona bıraktık. Şaşkınlık içindeydi, “Galiba bugün bir sorun var,” dedi. Mutfağa tabak geri yollandı, üzerine yemeğin suyundan kondu, biraz baharat serpiştirildi ve yenebilir kıvama geldi. Ben bugüne kadar yaprak dolmayı yarım bıraktığımı hatırlamıyorum; berbat konserveleri bile bitiriyorum gurbette özlediğimde. Denedim denedim ama Sade’ninkini bitiremedim. İkinci ziyarette biraz daha düzelmişti, ama genel olarak mekan tat vermedikten sonra lezzeti de tam alamıyorsunuz.
HEP BİR EKSİK VAR
Hemen her tabakta bir eksiklik var Sade’de. Hepsine bir şekilde masaya gelince manüel müdahale gerekiyor, ancak o zaman yenebilir kıvama geliyor. Mutfaktan çıkan hiçbir tabak kusursuz değil.
Mekanın adının Sade olmasıyla ilgili değil bu durum. Sadece tuzu biberi baharatı eksik de değil; insan sadece bir tane domates de ikram edebilir ama o sadelik iddianız varsa o dünyanın en güzel domatesi olmak zorundadır. Belli ki sadece reçetelerin uygulanışında değil problem, seçilen malzeme de en üst seviyede değil. Zaten bu fiyatlarla olması da mümkün değil, çünkü Sade’nin bir özelliği de yeme-içmenin çok pahalı olduğu İstanbul’da müşteriye makul hesap getirmesi.
Ucuzsa vardır illeti. Kuş mantısı son derece manasız, tatsız bir tabaktı. Pidenin ne hamuru ne etinin özel bir albenisi vardı. İşkembe tereyağında şöyle bir kavrulup önümüze getirilmişti. Zahter salatasına saklandığı plastik kabın kokusu sinmişti. Kuzu herhangi bir yerde yiyebileceğinizden farksızdı. Vişneli ekmek kadayıfı: hatırlamıyorum bile.
En temel sorun: sipariş verdiğimiz yaklaşık 10-15 tabak arasında ağzımıza attığımız her lokmanın lezzeti aynıydı. İlk çatalı sapladıktan sonra damağa değen o ilk lokma var ya… İşkembe, pide, kuzu, hamur ve tatlının aynı lezzette olması Fordist üretimle mümkün sadece. Fast food zincirlerinde ne söylerseniz söyleyin aynı tadı alırsınız. Sade de bu haliyle belli ki bir işyeri yemekhanesi, bir lokanta değil.
Oysa burayı sevmeyi çok istemiştim, ne hayaller kurmuştum. Gerçi B.’yi de sevmeyi çok istemiştim, ilk date’e giderken bunun çıktığım son date dolacağını düşünmüştüm. Ama olmayınca olmuyor. Ve, hayır, B.’yle üçüncü karşılaşmamdan sonra evlenip çoluğa çocuğa karışmadık. Dolmasını ve lahmacununu yiyip kendi hesabını çaktırmadan ayrıca ödedikten sonra arabasına atladı ve spora gitti. “Akşam ararım,” demişti. Aramadı.
Yıldızsız
Yıldız tablosu
★★★★ Olağanüstü
★★★ Mükemmel
★★ Çok iyi
★ İyi