Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Medya Özdil'in Ahmet Türk'e saldırıyla ilgili yazısı tartışma yarattı

        Yılmaz Özdil'in dün Hürriyet'teki köşesinde eski DTP liderlerinden Ahmet Türk'e Samsun'da yapılan saldırıyla ilgili kaleme aldığı ve "Bu süreçte olacağı budur" diyen yazısı tartışma yarattı. Aynı gazetenin yazarlarından Ertuğrul Özkök ve Rahmi Turan Özdil'e destek çıkarken farklı gazetelerden birçok yazardansa Özdil'e tepki geldi.

        UMUR TALU TEPKİ GÖSTERDİ

        Umur Talu, GAZETE HABERTÜRK'teki köşesinde şunları yazdı: "1995’ti. Genel yayın yönetmenliğinden istifa etmiş, Dipsiz Kuyu’ya kaçmıştım. Yıllarca Günaydın, Güneş, Cumhuriyet, Hürriyet, Milliyet gibi “kitle gazetesi” mutfaklarında, olabildiğince adabınca sayfalar, gazeteler pişirdikten sonra, durup düşünmeye dalmıştım. Neyi, ne için, nasıl yapıyorduk? Esas manası, temel amacı, mümkün araçları neydi? Şiddetli bir hesaplaşmayı içimde, mazimle, kendimle de yaptım. 30’larında “iktidar” terk etmenin, bir yıl önce öyle böyle her gün milyon satmış, sahibine milyonlarca dolar kazandırmış, tüm önemli gazetecilik ödüllerini toplamış, “Temiz Toplum” ile “Başbakan’ın ABD’deki serveti” gibi sarsıcı vakalar sunmuş gazetede köşeye çekilmenin manası olmalıydı. Fiziken iktidardan uzaklaşırken; zihnen, vicdanen keşfe çıkmalıydım. İzin günü aynı yere gidip “Bir mahalleyi dolaşayım” diyen postacı gibi “gazeteciliğin damarları”na düştüm. Ama dışarıdan da bakarak. Sorgulama, öğrenme, tartışma, müdahale; kendini de dönüştürme çabası. Hem bir “köşede”. Hem her köşede. Hem üniversitede ders verirken öğrenerek. Hem “örgüt”le. Dönemin, onca öğrenci, onca yazı, onca laf dışında iki önemli meyvesi oldu. Biri, bugün Yavuz Baydar’la Sabah’a taşınmış “Ombudsman”lik, “okur temsilciliği”. İlk Milliyet’te oluştu. Derya Sazak devam ettiriyor; Hürriyet doğru kararla şimdi Faruk Bildirici’yi tayin ettti. İkincisi; “Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi” idi. Bildirge, çokça lafta kalsa da, hala meslek hayatımın önemli köşe taşı. TGC Başkanı Nail Güreli “meslek ilkeleri” metni rica ettiğinde düşündüm ki, “temiz gazetecilik” niyetine “Polyanna” yazmak hikaye! “Sorumlu” davranmanın temel şartı “özgürlük”. Sadece devlete, iktidara, kanuna karşı değil, piyasa önünde, işletmede, vicdanında. Özgürlük ise, hak olmadan palavra. Hakkını bilmek, savunmak, dayanışmayla örgütlü olabilmek; hem de başkasının hakkını (özgürlüğünü) idrak edebilmek. İnsanları mağdur eden her haksızlıkta hakikat peşine düşmek. Dünyada bu nevi ne metin varsa, nerdeyse hepsini buldum. Aylarca not aldım. Arka planı kavrayabilmek için tarih, felsefe okudum. İnsanın “boyun eğme, eğdirme” şartları, gündelik fesat, şiddet, kışkırtma, nefret üstüne de. Sadece “Bildirge” ortaya çıkmadı. Bir bakıma yeniden oluştum! Kendimi yeniden buldum, Yeni kendimi buldum. Beyanname olduğu için bir çok demokratik tartışma, karar aşamasından geçti. 3 bin kadar gazeteci imzaladı! O 3 bin imza sahibi, özgür vicdanla imzalara sahip çıkabilse, salt medyanın değil, Türkiye’nin kaderi farklı olabilirdi! Olmadı tabii. Elbette beyan ve imzalar duruyor. Durdu mu, için için huzursuz etmeye devam eder! Bildirgenin o günler için de çok hassas bir maddesi şuydu: “Gazeteci başta barış, demokrasi, insan hakları; insanlığın evrensel değerlerini, çok sesliliği, farklılıklara saygıyı savunur. Ayrımcılık yapmadan halkların, bireylerin haklarını, saygınlığını tanır. Nefreti, düşmanlığı körükleyici yayından kaçınır. Bir ulusun, topluluğun, bireyin kültürel değerlerini, inançlarını (inançsızlığını) saldırı konusu yapamaz. Her türden şiddeti haklı gösteren, özendiren, kışkırtan yayın yapamaz.” Bildirgeden ve istifamdan hemen önce, İzmir’den genç bir gazeteciyi İstanbul’a çağırıp hemen yazı işleri müdürlerinden yapmıştım. Efendi, çalışkan, zekiydi. Kıvrak zeka ve “dil”ini sevdim. Fikirlerimiz sonra çok farklı çıktı. Sonunda “Türk’e yumruk” üstüne yazdıkları ise beni kahretti. 15 yıl önceye gidip gelirken; bir Bildirge’ye bir de onun yumruğu öven yazısına bakakaldım! 15 yıl kadar önce, hepsini aynı günlerde peş peşe yazmışım demek! (Hoş; yine farklı fikirlerine rağmen okur olarak sevdiğim bir başkasının, onu eleştirirken hakareti de inanılmaz! Hiçbir isim anmak istemiyorum dostum!) Bu bölüm gazetenin normal baskısında yok. İnternete özel! Sonradan aklıma geldi. Esasında bir 15 yıl kadar gecikmeyle geldi aklıma. “Bildirge”yi şimdi yazsam, hepimize hitapla şöyle başlardım: Gazeteci veya şöhret olamazsınız demedik; adam olur musunuz olmaz mısınız diye endişe ettik! Ol beyanname işte o yüzdendi kardeşler! Hala o yüzden."

        ÖZKÖK VE TURAN'DAN DESTEK

        Ertuğrul Özkök, Özdil'in tespitiyle ilgili şunları yazdı: "Her zamanki olağanüstü zekâ, ondan üstün üslup ve espriye yazılmış bir yazı. İlk okuyuşta insana “Acaba Ahmet Türk’e saldıranları mı savunuyor” dedirten bir yaklaşımla kaleme alınmış. Ama hiç öyle değil. Okurken birden elimi başıma vurdum ve “Hay Allah” dedim. CHP Genel başkanı Deniz Baykal geçen hafta Van’da saldırıya uğradı. Ben açıp Deniz Bey’e bir geçmiş olsun demedim. Üzerine bir satır yazı bile yazmadım. Peki Samsun’daki saldırı da, Van’daki neydi? Yumruk yerine yumurta. Bu kadar basit mi... Sonra, oturup Samsun’daki saldırıya ağır sözlerle girişen başka insanların yazılarını okudum. Benim hatırladığım onların hafızasında da bir Deniz Bey tutukluğu olmuş. Yılmaz Özdil, işte hepimizin hafızasındaki bu tutukluğu çok güzel suratımıza vuruyor. Şimdi oturup bu sorunun cevabını çok iyi düşünmeliyiz. Yılmaz’ın bahsettiği o papyonlu arkadaşın, “Samsun-Trabzon, İzmir-Bursa hattında yapılanmalar var” diyerek, Batı’da Kürtlere karşı oluşan tepkiyi eleştirdiği olayın bu tarafına da mutlaka

        bakmamız lazım. Evet şimdi gelin hep birlikte soralım bakalım. Ahmet Türk’e yapılan saldırıya gösterdiğimiz ve çok da iyi yaptığımız o enerjik tepkiyi, Deniz Bey’e yapılan saldırıda neden göstermedik?"

        Rahmi Turan da 'Hak arama böyle olmaz!' başlıklı, saldırıyla ilgili

        yazısının bir bölümünde "Kafamdan geçen düşünceleri, Yılmaz Özdil’in dünkü yazısında okudum. Benden önce davrandı. Şöyle soruyordu: “Bu ülkenin çocuklarına ateş edip öldürmek ‘demokratik hak’ kabul ediliyorsa, parti liderine girişmek niye ‘ırkçılık’ oluyor? Mayın demokrasiyse... Yumruk niye faşizm?” ifadelerine yer vererek Özdil'in tespitlerine destek çıktı.

        REHA MUHTAR'DAN 'FAŞİST' TEPKİSİ

        Reha Muhtar Vatan gazetesindeki 'Sivil vatandaşa 'devletin boşluklarını doldurma görevi verenler faşsittirler...' başlıklı yazısında Özdil'e tepki gösterdi. Muhtar şunları yazdı: "Böyle komik benzetmeler yapılmaz... Ahmet Türk’e yapılan saldırıyı “toplumsal infial kontenjanından” haklı göstermek için “PKK da terör yapıyor!.. Ona neden ses çıkarmıyorsunuz?” diye yorum yapılmaz... PKK bir terör örgütü!.. Onun amacı zaten terör, onu yaygınlaştırmak, onu kullanarak mevzi kazanmak... “PKK’ya ses çıkarmıyorsunuz” deyip, toplumsal infial ve hassasiyetleri arkana alıp, Ahmet Türk’e yapılan saldırıyı “anlaşılabilir” kılmak faşist bir anlayıştır... Bunu sokaktaki bir vatandaşın seslendirmesi rahatsız edicidir ama belki mazur görülebilir... Lakin kamuoyu oluşturan gazetecilerin bunu yazıp söylemesi tehlikeli ve utanç vericidir... Herkes bir silkinmeli ve kendine gelmeli..."

        TARAF KINADI

        Taraf gazetesi 'Bu kadarı Hürriyet'e bile yakışmadı...' başlıklı haberde Özdil'in yazısını eleştirirken Ahmet Altan ve Yıldıray Oğur da köşelerinde Özdil'e sert tepki gösterdi. Ahmet Altan köşesinin bir bölümünde şunları yazdı: "Hürriyet gazetesinde, Ahmet Türk’e vurulan yumruğu “adaletin tokmağı” olarak değerlendiren insafsız bir yazı yayımlandı. Belli ki Kürtleri de Türkleri de

        öfkeden çıldırtmaya çalışıyorlar. Bu ülkede Hürriyet gazetesi gibi bir gazete 68 yaşındaki bir adama yapılan rezilce bir saldırıya alkış tutacak hale geldiyse, kışkırtmalar bu boyutlara varıyorsa, bu, çaresizliği ve çaresizlerin her türlü belaya razı olduğunu gösterir. Saldırı olsun, kan olsun, bela olsun, şiddet olsun, yeter ki şu değişim gerçekleşmesin. Böyle bir ortamda Hakkâri’deki polisler de on dört yaşındaki bir çocuğun elmacık kemiğini telsizle vurarak kırdılar. Nedir Kürtlere karşı bu şiddet? Üstelik iki olayda da “devlet görevlileri” ya saldırının önünü kesmeyerek ya da bizzat saldırıyı gerçekleştirerek rol alıyorlar. En “büyük” gazeteler şiddeti övüyorlar. Halkla girdiği çekişmede yenilgiye uğramış bir sistemin son “kalesi” kaçınılmaz olarak şiddettir."

        ORAL ÇALIŞLAR'DAN "IRKÇI" SUÇLAMASI

        Tam on yıl önceydi. Galatasaray, İngiltere'nin Leeds United takımıyla karşılaşıyordu. İki Leeds United taraftarı İstanbul'da bıçaklanarak öldürüldü. Galatasaray iki gol atarak maçı kazandı.

        O dönemde Uzanların gazetesi olan Star'ın manşeti şöyleydi? "TWO SİZE!" 8 Nisan 2000 günlü Cumhuriyet gazetesinde yer alan ve bu manşeti eleştiren yazımda şunları söylemiştim: "...dünkü Star gazetesinin birinci sayfasını gördüğümde, bu ülkenin bir yurttaşı olarak, bir gazeteci olarak dehşete düştüm...Yazının spotunda şu korkunç ifadeler var: 'Holiganların sokakta da, sahada da ağzını burnunu kırdık...Biz Türkler, Avrupalı rakiplerimizi çiçeklerle karşılar, alkışlarla uğurlarız...Ama sizi, suratınıza TÜKÜREREK gönderiyoruz! Two...Two... İngiltere'ye kadar yolunuz var..’ Fotoğraf'ta bir İngiliz taraftar dayak yiyor, yere diz çökmüş kendisini korumaya çalışıyor. Fotoğrafın altında şunlar yazılı: 'Leedsli holiganlara Taksim'de kafasına vura vura toprağı öptürdüler... Leedsli futbolculara Ali Sami Yen'in çimlerinde cenaze namazı kıldırdılar. Hem de two rekat.’" 8 Nisan 2000 tarihli yazım şöyle devam ediyor: "Türkiye demokratik bir ülke olsa, Star gazetesini çıkaran gazetecilerin gazeteciliğinin düşmesi gerekir. Türkiye demokratik bir ülke olsa, Star yöneticilerinin 'Adam öldürmeye teşvik suçu'ndan yargılanmaları gerekir. Türkiye demokratik bir ülke olsa, böyle bir gazete satılamaz."

        ***

        Aradan tam 10 sene geçti. Ahmet Türk'e yumruk atıldı, burnu kırıldı. Türkiye'nin vicdan sahibi insanları bu saldırıdan acı duydu. Ahmet Türk, Kürtlerle Türkler arasındaki gerilimden yararlanarak bir şiddet ortamı yaratmayı amaçlayan yaklaşımı doğru algılayarak, "aklı selim" çağrısında bulundu. Kendi acısını bir yana bırakarak, tepkinin büyük çaplı bir şiddete dönüşmesini engellemeye odaklandı. 10 yıl önce Leeds United maçında iki taraftarın öldürülmesini bir zafer gibi sunan bu gazetecilerden birisinin kim olduğunu merak edenlere söyleyeyim. Ahmet Türk'ün saldırıya uğramasını "oh oldu" diyerek karşılayan aynı isim. Bu kez yazısının başlığı "Yumruk"tu. O gün katilleri destekleyen ve mağdura "two size" diyen adam, bugün de, "burnunu böyle kırarız" diyerek saldırganın yanında saf tutuyor. Toplumdaki ırkçı birikimi "kışkırtmak" ve saldırganlığı örgütleyecek cümleler, haberler, manşetler yaratmak, bu tür gazetecilerin ve yazarların ustalıklarını her fırsatta kanıtladıkları bir alandır. Gücünü şiddeti ve lümpenliği kışkırtmaktan alan saldırganlığı tutkuyla savunan bu gazetecilerin attıkları bu tarz manşetleri savunmak için en sık kullandıkları argümanlardan biri halktır. Canları istediğinde ise "göbeğini kaşıyan adam" diye halkı aşağılamayı da iyi bilirler. 10 sene önce Leeds United taraftarlarını öldürenleri destekleyen manşetleri eleştirenlere o zaman şu karşılığı vermişti bu yazar: "Sabahtan bu yana gelen tebriklerden telefonlarımız kilitlendi. Sen ne diyorsun halk bundan hoşlanıyor."

        ***

        "Yumruk" yazısı, medyanın içindeki çürümüşlüğün, ırkçı kışkırtıcılığın sıçradığı yeni bir aşamayı temsil ediyor. Toplum içindeki çatışmaları kışkırtmaktan, nefreti körüklemekten rant sağlayan, bu ranta güvenerek her fırsatta daha da fazla taraftar toplamaya çalışan bu anlayışı çok iyi tanıyoruz. Bir gün sonra yine aynı gazetede bu saldırgan yazıya destek çıkan başka bir yazı yer aldı. O yazarın o köşeye atanmasını sağlayan aklın, "ne zekice yazı" diyerek bu anlayışın yanında saf tutması, elbette ki şaşırtıcı olmadı. "Yumruk" saldırganlığını destekleyen yazıyı övgülere boğan yazarın da bir geçmişi bulunuyor. Ahmet Kaya'yı ölüme gönderen kışkırtıcı manşetleri o atmış, “Ogün Samast'ı anlamak gerekir” gibi (empati çabası kılığı içinde olsa da) empatiyi engelleyen bakış açılarını o üretmişti. Ölüm oruçlarından sonra gerçekleşen vahşi katliamı kışkırtan yalan haberler de onun eseriydi. Sahta "Andıç" belgeleriyle gazeteci meslektaşlarını silahların önüne atan da yine oydu. Daha neler neler... Saymakla bitmez... Bunları ilk kez yaşamıyoruz. Acı olan, bu gazeteci ve yazar tipinin hala etkisini sürdürmekte ve meslek içinde kilit noktaları kontrol etmeye devam edebilmekte olması. Bu da bizim mesleki utancımız."

        ÖZDİL NE YAZMIŞTI?

        Özdil tartışma yaratan yazısında şu yorumlarda bulunmuştu: "Soralım dolayısıyla... Bu ülkenin çocuklarına ateş edip öldürmek “demokratik hak” kabul ediliyorsa, parti liderine girişmek niye “ırkçılık” oluyor?

        Mayın demokrasiyse... Yumruk niye faşizm? Dün seyrediyorum televizyonu, papyonlu bir arkadaş, “İzmir-Bursa hattında, Trabzon-Samsun hattında tehlikeli yapılanmalar var, oralara dikkat” diyordu... “Hakkâri-Diyarbakır hattı”nda olan ne peki? Oraya dikkat çekmeye gerek yok mu, Allah’ın papyonu? Bir tanesi de “İlk kez bir parti liderine saldırılıyor” diyordu... Mesut Yılmaz’ın burnunu kırmadılar mı? Demirel’e yumruk atılmadı mı?

        Özal’a ateş edilmedi mi? Ecevit’e İzmir’de kurşun sıkılmadı mı? Normaldir demiyorum... Niye “ilk” deniyor? Başbakan geçmiş olsun diye aramış Ahmet Türk’ü, ki aramalı... Peki, Deniz Baykal’a niye geçmiş olsun yok? Taş atmak, yumurta fırlatmak şiddete girmiyor mu? Light linç olur mu? Samsun’da polisler açığa alındı, ki derhal alınmalı... Van’dakiler niye yerinde duruyor hâlâ? Kandil’den gelenlerle otobüsün üstüne çıkıp şehir turu atmadığı için mi suçludur Baykal? Bu kadar soru yeter... Cevaba gelelim. Açın gazetelerin internet sayfalarını, bu haberin altına yapılan yorumları okuyun...Yumruğunu “adaletin tokmağı” yerine koyup, Ahmet Türk’ün burnuna inen kişi, bu ülkede pek çok kişinin duygularına tercüman oldu... Çünkü, teröristi meşru hale getiren “açılım” saçmalığı, sadece bir tarafta değil, öbür tarafta da “eşkıyayı kahraman” yapmaya başladı. Hukuku guguk haline getirirsen... “Ona göre başka, buna göre başka” işletirsen, olacağı budur."

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ