Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Abdurrahman Yıldırım Rize, yeşilin ve lezzetin sonsuz şöleni

        Karadeniz'in kucağında, bulutların arasında gizlenmiş bir mücevher Rize. Türkiye haritasına baktığınızda küçük bir nokta gibi görünür belki ama yakından bakarsanız o noktanın içinde bir cennet nabzı atar. Dağlar, dereler, ormanlar ve insanlar hepsi aynı ritimde nefes alır burada. Yağmur, sadece toprağa değil; şehre, insana, kültüre de düşer. Ve o yağmurun izinden doğan bir kimlik vardır: doğanın cömertliğiyle insanın emeğini birleştiren Rize ruhu.

        BİR MASALIN İÇİNE GİRMEK

        Yağmurla yıkanmış ormanları, coşkun dereleri, sisli yaylaları ve o eşsiz mutfağıyla sanki doğa burada bir masal yazmış. Küçük bir şehir ama kalbi kocaman. Her köşeden bir şelalenin hışırtısı, bir yaylanın serin rüzgârı yükseliyor.

        Rize’ye adım attığınız anda doğa kendini saklamaz tam tersine sizi içine çeker. Hava serin, kalp sıcaktır. Her adımda bir kartpostal, her nefeste bir huzur saklıdır. Sis, orman güllerinin arasından süzülürken ahşap evler birer masal sahnesine dönüşür. Zaman burada durmaz, sadece yavaşlar. Çünkü doğa insana, “acele etme, hisset” der.

        Baharda yeşillikleri bölen sarı, mor ve beyaz rekli orman gülleri arasında yolculuk...Güzin ise tam bir renk cümbüşüne muhtemelen tepelerde kar eşlik eder.

        Şanslı olanlar için güneş açar, Kaçkar dağları bütün heybetiyle yüzünü gösterir. Burada zaman duruyor, kuş sesleri bile bir ninni gibi.

        Konaklama mı? Bungalovlar, aile pansiyonları, yayla evleri, hepsi doğanın kucağında, yıldızların altında.

        YAYLALARA YOLCULUK

        Doğası, iklimi, insanı ve mutfağı ile Rize sadece bir destinasyon değil, bir duygu, bir tat, bir nefes, bir macera.

        Düşünün, sabah erkenden Fırtına Deresi'nin kenarında uyanıyorsunuz. Etrafınız, tarihi taş köprülerle çevrili, Mikron Köprüsü'nün altında su, rafting botlarını çağırıyor.

        Daha yukarı gidince Çamlıhemşin’den yol ikiye ayrılıyor. Ayder tarafında Yukarı Kavron, Samistal, Huser yayları yer alıyor. Gelinteli şelalesi Ayder’den, Sis denizi üstünde güneşin batışı Huser’den, Kaçkar zirve en iyi şekilde Samistal tepeden izleniyor.

        Diğer yayla kolu ise daha zengin. Önce Zil kale, sonra Çat ve Kale-i Balaya kadar gidiliyor, Fırtına’nın gözeleriyle son buluyor. Son noktada Çiçekli yayla var ki, adı Avrupa’da bile biliniyor. Endemik çiçeklerle dolu.

        Bu yol üzerinde Çat’tan sol tarafa ayrılan kolda ise Elevit, Tİrovit, Palovit, Amlakit yayları sıralanıyor.

        Çamlıhemşin-Çat yolu üzerinde ilk görsel şölen ise Çinçiva’da. Köprüler, konaklar arasından yaklaşık 1.5 saatlik dört çeker araçla çıkılabilen Pokut ve Sal yaylaları yer alıyor. Eğer şanlıysanız sis açar ve Kaçkar dağlarının bütün kollarını uzaktan izlersiniz. Aynı gruba Hazindag yaylasını eklemek gerekli.

        Rize’nin yayla sayısı 80’i buluyor. En rağbet görenleri Çamlıhemşin’de, ikinci büyük yayla grubu da İkizdere’de yer alıyor.

        Çamlıhemşin’den en uçtaki Çiçekli yaylasına çıkarken yol boyunca Fırtına’nın yanında irili ufaklı dereler, köprüler, şelaleler, ahşap konaklar size eşlik ediyor. Son noktada ise tarih var. Köylerin içinde yer aldığı Kale.

        Valiliğin yaptığı tespitlere göre Rize’de 45 şelale, 123 tarihi köprü, 80 yayla, 141 buzul göl ve sadece 7 ilçede 123 tarihi konak bulunuyor. 5 ilçenin konukları sayıya dahil değil.

        En çok yağış almasının bedeli güneşi az görmek ise ödülü de bu dereler, göller, şelaleler ve zengin bitki örtüsü oluyor.

        ŞELALELER, DERELER, GÖLLER DİYARİ

        Şelaleler deseniz, saymakla bitmez. Rize’de envantere girmiş 45 şelale bulunuyor. Palovit Şelalesi debisiyle bölgenin su gücünü haykırıyor; 15 metre yükseklikten dökülen su, etrafındaki yemyeşil ormanı besliyor. Ağaran Şelalesi Çayeli'nde, 70 metreye varan yükseklikte bir serinlik fısıltısı. Bulut Şelalesi ise Ayder'e 20 dakikalık bir patika yürüyüşü kadar yakın; Tar Deresi'nden doğan bu dev, Türkiye'nin en yükseği olarak taçlanmış.

        Ülkenin en çok yağmur alan ilinde elbette derelerin sayısı da çok fazla. Zaten Rize’nin ilçelerinin üçte birinin adı dereli kelimelerden oluşuyor. Derepazarı, İyidere, Kalkandere, İkizdere. Nereye gitsen dere.

        Göllerse bu coğrafyanın gizli hazineleri. Bu kadar yağmur yağar da, göl eksik olur mu? Küçük ilde tam olarak 141 buzul göl yer alıyor.

        Rize küçük bir şehir ama hayalleri artık büyük. Yağmuruyla yıkanan yaylaları, şelaleleriyle coşan dereleri, gölleriyle dinginleşen vadileri... Hepsi, ziyaretçiyi kucaklıyor. Konaklar, o tarihi Rize evleri, sizi sarıyor, sabahları çay tarlalarında yürüyüşe çıkarıyor.

        Turizm burada sezonluk değil yıl boyu. Rize'ye gelen bir yaylada sisle dans edip bir şelalenin altında serinleyip, bir lokantada yerel bir nineyle muhabbet ediyor. Gelen turist sayısı ise 1.4 milyonu buluyor.

        KÜÇÜK ŞEHRİN BÜYÜK LOKANTALARI

        Gelelim işin yemek kısmına. Rize'yi Rize yapan aynı zamanda bu büyük sofraları. Mutfağı, toprağın bereketi, denizin nimetleri ve dağın serinliğiyle yoğrulmuş 118 yemek çeşidine, 17 coğrafi işaretli lezzetine, çayından muhlamasına, kuru fasulyesinden kavurmasına, balından pidesine ve simidine kadar zengin bir lezzet listesine sahip.

        Sabahleyin baston ekmeği alıp yanına muhlama veya kavurmayı ekleyen bir bölge. Güne sabah saat 9.00’da kavurmayla başlıyor.

        İsteyen elbette Rize simidini kaşar peyniri ve çayla götürür. Bu sadece sabahları değil Rize’de gün boyu süren bir durum. Belirtelim ki, simit susamsız kel simit ama yiyeni çok. Hatta yaz aylarında kişi başına 20 veya 30 tane ile sınırlı satış yapılıyor, kuyruklar oluşuyor.

        Şehir küçük, lokantaları büyük. Türkiye’nin 70 ilinin lokantalarını gördüm ve Habertürk Gazetesi’nde yazdım. Tencere yemeklerinin en zengin olduğu yer burası. Porsiyonlar cömert, kar marjı çok sınırlı ve rekabet son aşamasında.

        Hatta Rizeliler bu işi biraz da abartılmış olabilir. Mesela tatlı mı yiyeceksin, turbosu burada. Sütlaç üzerine yarım kadayıf, kadayıfın üzerine elbette toz fındık, al sana turbo. Aşçı tabağı veya karışık yemek söylemek de çok yaygın. Farkı ise aşçı tabaklarının tepelemesine doldurulması ve en lezzetlisinin burada olması. Geçmişte her tabağa bir kemikli et bile konuyordu.

        Aşçı tabağı geleneğinden etkilenme kendini kavurma, kuru ve pilav üçlüsünün bir tabakta sunulmasını beraberinde getirmiş.

        Coğrafya, çiftçiler, balıkçılar, yaylacılar hepsi bu lezzetlerin üreticisi, tüketicisi ve bekçisi.

        LEZZET UNUTULMADAN: GASTRORİZE

        10–12 Ekim 2025’te Rize üç gün boyunca sadece yağmurla değil, lezzetle de yıkandı. Benim de davet edildiğim ve bu yıl beşincisi düzenlenen GastroRize Festivali bir yemek etkinliğinden öte, bir kültür manifestosu haline geldi.

        Teması “reçeteleşme” idi. Rize mutfağının 118 yemeği, muhlamadan pepeçuraya, hamsi pilavından kavurmaya usulüyle, ölçüsüyle kayıt altına alındı. Bu sadece yemeklerin değil, bir yaşam biçiminin korunması anlamına geliyordu.

        Kortej yürüyüşü ile başlayan Festivalde geleneksel kıyafetlerle süslenmiş insanlar, tulum eşliğinde sokakları doldurdu. Ardından Sahil Parkı’nda dev kavurma kazanları kaynadı, dumanı Rize’nin bereketini simgeliyordu. Kültür Sokağı, 17 coğrafi işaretli ürünün sergilendiği bir açık hava müzesine dönüştü. Kadın kooperatifleri, yerel üreticiler, butik çiftçiler… Herkes sahnedeydi. Ünlü şefler, dünya mutfaklarından getirdikleri teknikleri Karadeniz lezzetleriyle buluşturdu. Bir yanda pepeçura neden kokulu üzüm muhallebisi, diğer yanda en iyi muhlama yapma yarışması düzenlendi.

        Vali İhsan Selim Baydaş ve Belediye Başkanı Rahmi Metin, gastronominin artık turizmin yeni yüzü olduğunu vurguladı:

        “Doğayı koruyarak kalkınmanın yolu, sofradan geçer.”

        DOĞAYI KORUYARAK KALKINMAK

        Binlerce kişi Rize’nin küçük lokantalarında büyük sofralara oturdu, fotoğraflar çekti, tarifler paylaştı. Ve o üç günün sonunda herkesin dilinde aynı cümle vardı: “Rize artık sadece doğanın değil, lezzetin de başkenti.”

        Rize’nin başarısı doğayı ve yereli koruyarak kalkınmakta yatıyor. Yaylalar betonlaşmadan, şelaleler kirlenmeden, mutfaklar fast food zincirlerine teslim olmadan bir dönüşüm başlatılmış durumda. Küçük işletmeler, kadın girişimciler, kooperatifler hepsi bu dönüşümün taşıyıcısı. Turizm artık burada sezonluk değil, yıl boyu. Kışın Ovit Yaylası’nda kayak, Ayder’de kar festivali, baharda Ayder’de termal, yazın Kaçkarlar’da trekking. Yayladan yaylaya yolculuk, her daim tulum ve horun. Dağların doruklarında bitmeyen, gece sabahlara kadar süren horon. Hatta gün açarken oynanan sabah horunu. Her mevsim başka bir Rize kokusu, başka bir GastroRize tadı.

        BURADA HER ŞEY YERELE DOKUNUR

        Bir şehir düşünün, hem sisin içinde kayboluyorsunuz hem yaylada salıncağa oturup bulutlara uzanıyorsunuz. Sonra bir lokantada bir nine size “bir de bunu dene evladım” diye uzatıyor kaşığı. İşte o an, turizm bitiyor, insan hikâyesi başlıyor. Burada her şey yerele dokunur, toprağa, insana, ruha. Küçük şehrin büyük sırrı bu. Doğa ve lezzet el ele verince de ortaya bitmeyen bir şölen çıkıyor.