Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Ayşe Özek Karasu Tahranlı Şirin iki çocuk ve kedileriyle nereye gitsin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Almanya Şansölyesi Friedrich Merz, “İsrail, hepimiz için temizlik yapıyor” diyor. Biliyorsunuz değil mi, o “temizlenenler” sadece yatak odalarında vurulan komutanlar değil, İranlı masum siviller. Baskıcı bir rejim altında yaşadıkları yetmezmiş gibi, İsrail bombaları altında ne bir sığınağı, ne de kaçış noktası olan Şirin’ler.

        Merz’in daha çok Trump’tan beklenebilecek kalibredeki empati yoksunu “kirli iş” (Drecksarbeit) lafı, İsrail’e minnet dolu övgü şeklinde dünyada dalga dalga yankılandı, çok yadırgandı. Hele koalisyon ortağı SPD’nin tüyleri diken diken oldu, kendi partisi CDU’dan bile cılız da olsa tepki aldı, çünkü Almanya’nın bugüne kadar sürdürdüğü, İran’ın nükleer programına diplomatik çözüm politikasına ters düşüyordu. “Önleyici darbe” kılıfı giydirilmiş, uluslararası hukuka aykırı bir eylemi övmek devlet aklına sığmıyordu.

        İsrail’e ne kadar övgü olduğu da tartışılır, çünkü Merz’in dillendirdiği “Drecksarbeit” Alman jargonunda öyle illegal, organize katakulli olmaktan çok, zamanında “misafir işçilere” layık görülen iş anlamına geliyor. Günter Wallraff’ın “En Alttakiler” röportaj kitabında çok sarsıcı anlattığı ırkçılık ve sömürüye maruz kalan “Gastarbeiter”lerin tuvalet temizlemek, tıkalı giderleri çıplak elle açmak gibi yaptığı pis işlerin adıdır “Drecksarbeit”.

        Wallraff'ın albümünden Drecksarbeit böyle bir şey
        Wallraff'ın albümünden Drecksarbeit böyle bir şey

        Gazeteci Wallraff’ın Türk işçi Ali kisvesiyle Thyssen’e sızarak Alman çalışma hayatının karanlık yüzünü ortaya çıkardığı günden bu yana 40 yıl geçti, köprülerin altından çok sular aktı, Türkler iş hayatının ortağı haline geldi. “Drecksarbeit” sırası ise düzensiz göçmenlere, çoğunlukla da Suriyeli sığınmacılara geldi.

        Sosyal medyada rastladığım “Sizin o kirli işleriniz 80 yıl önce 6 milyon Yahudi’nin canına mal oldu, Herr Merz…” yorumu da ayrı bir bakış açısı.

        Pot kırmaya teşne bir siyasetçi olarak Merz’in bilinçaltı nasıl işiyor, diline nasıl yansıyor bilinmez. Ancak Kanada’daki G7 zirvesi sırasında ZDF muhabirinin oltasına takıldığını da belirtmek gerek. Muhabirin “İsrail’in şimdi bu kirli işi yapması çok cazip değil mi?” sorusuna atlayan Merz, “Frau Zimmermann, ‘kirli iş’ kavramı için size teşekkür ederim. Bu, İsrail’in hepimiz adına yaptığı kirli iştir” yanıtını veriyor. Gazetecinin soruyu böyle formüle etmesi de nasıl bir icatsa!

        Oysa bu açıklama öncesinde, hedefin İran’da rejim değişikliği olmadığına dair mesajlar vermişti Merz: İran nükleer silah sahibi olamazdı, İsrail’in varlığını güvence altına alma hakkı vardı. Diplomasiye alan açılmalı, çatışmaların yayılması önlenmeliydi, Almanya ihtilafın sonlandırılması için diplomatik araçlarla katkıda bulunacaktı. İran müzakere masasına dönmeye hazır olduğu takdirde askeri müdahaleye gerek yoktu. “Drecksarbeit” sözü tonu tamamen değiştirdi ama neticede Almanya, Fransa ve İngiltere dışişleri bakanlarının bugün İranlı mevkidaşları Abbas Arakçi ile Cenevre’de bir araya gelmesi bekleniyor. Merz, Dışişleri Bakanı Johann Wadephul’un girişimlerini desteklediğini bir X mesajıyla duyurdu. CDU, 1996’dan bu yana koalisyonlarda ilk kez dışişlerini aldığı için, acemilik diyelim.

        İran, Merz’in sözlerinden fazlasıyla rahatsız olduğu için Almanya’nın Tahran Büyükelçisi Markus Potzel, Dışişleri Bakanlığı’na çağrıldı. İsrail’in Berlin Büyükelçiliği ise Merz’e sosyal medyadan teşekkür etti.

        İRANLI KADINLAR GAZZE’Yİ UNUTUR MU

        Netanyahu ve Trump’ın İran’da rejim değişikliğini hedeflediği aşikar. Otoriter rejime karşı direniş hattının merkezinde kadınlar olduğu için Netanyahu’nun İran halkını ayaklanmaya çağırırken Farsça “Zan, Zendegi, Azadi” sloganını kullanarak yaltaklanması mide bulandırıcı ve boşa kürek sallamaydı. Protestoları dış mihrakların kumpasına bağlayan yönetim erkinin ekmeğine yağ sürmekten başka bir şey değildi. Öğrencilerin 1999 ve 2003’teki eylemlerinden başlayarak, 2009’daki Yeşil Devrim ve 2022’de Mahsa Amini’nin feci ölümünden sonra “Kadın, Yaşam, Özgürlük” sloganıyla yükselen feminist isyana kadar bütün protesto hareketlerinde demokratik reform, serbest seçimler, yurttaş haklarına saygı ve teokratik baskı yönetiminin son bulması talebi vardı. Ancak değişimin dışarıdan güdümlü değil, içeriden gelmesi gerekiyordu.

        Kaldı ki, İranlı kadınların demokrasi mücadelesinde İsrail’in çağrısına kulak verip, Gazze’deki kıyımı görmezden gelmesi de mümkün değil. Geçen nisan ayında 1800 sanatçı, uluslararası toplumu Gazze’deki mezalime karşı ses yükseltmeye çağıran bildiri yayınlamıştı. İran’ın entelektüel diasporasında da Gazze duyarlılığı vardı. İki Nobel Barış Ödüllü kadın, Şirin Ebadi ve Nergis Muhammedi geçen ay ortak açıklamada “Bütün insanlar özgür ve eşit doğar. İnsan hakları bölgesel veya müzakereye açık değildir. İnsan hakları ya evrenseldir, ya da yoktur…” diyordu.

        Sol aktivist anne ve babası rejime direnişten hapis olduğu için 1983’te ünlü Evin Cezaevi’nde dünyaya gelen romancı Sahar Delijani, California’dan yazıyor: “Evet, İran halkı yıllardır diktaya karşı mücadele ediyor ama bu, İsrail’in İran’a ve İran halkına karşı açtığı savaşı meşru kılmaz. Gazze’deki kıyım ve açlık sürdüğü müddetçe bölgedeki ateş sönmeyecektir. Filistin de sahip olmadıkça, kimse barış ve özgürlüğü, onur ve refahı tatmayacaktır.”

        DİASPORADA AVAM ŞUURSUZLUĞU

        Netanyahu, İran halkına dalkavukça hitap ederken aslında gerçeği söyleyen Savunma Bakanı İsrael Katz idi. “Tahran yanacak, füzelerin bedelini İran başkentinin sakinleri ödeyecek” diyordu; 15 milyonluk şehirden yüz binler kaçmaya çalıştı, kilometrelerce araç kuyrukları oluştu. Benzin karneyle, çoğu insan yola çıkamadı ve bir haftada sivil ölümlerin sayısı 700’e yaklaştı.

        Yazar-yönetmen Niloufar Taghizadeh yurt dışından uzun bir yazıyla anlatıyor, Tahran’da kabusa dönen hayatları ve diasporadan İran’a bakış açısını…

        Başlıktaki Şirin rastgele biri değil; Nilüfer’in 30 yıllık arkadaşı, 40’lı yaşlarda bir mimar, iki çocuğuyla tek başına ayakta kalmaya çalışıyor. Hayati tehlikeye rağmen 2022’deki gösterilere katılmış, çok sayıda arkadaşı tutuklanmış, bazıları ise kayıplara karışmış. İsrail’den gelen ilk hava akını sonrası Nilüfer (yabancı kaçmasın diye) hemen arkadaşını arıyor, Şirin kentin doğusundaki evinin yakınlarına bombaların düştüğünü söylüyor: “O ilk gece önemli komutanlar hedef alınınca gayet naif, ertesi gün hepsi geçer dedim. Ancak artık anladım ki, her an bir bomba bizi öldürebilir. İsrail ordusu mahalleyi terk edin çağrısı yaptı. Ama çocuklar ve kedilerle nerelere gidebilirim…” İsrail’in aksine İran’da sığınak da yok.

        Taghizadeh’ye göre Netanyahu aynı zamanda sürgündeki İranlılara da sesleniyor. Yurt dışındaki bölünmüş muhalefet, devrik Şah’ın oğlunu tahta çıkarmak isteyen monarşistlerden, rejim değişikliğini savunan sol gruplara kadar uzanıyor. İran’da yaşayanlardan çok farklı perspektifleri var.

        Özellikle ABD’deki İranlılar, memleketteki duruma mesafeli yaklaşıyor ve İsrail saldırılarını rejim değişikliği için bir şans olarak görüyorlar. On yıllardır bekledikleri değişimin başlangıcı olabileceği umudundalar. Hatta 40 yıldır Amerika’da olanlar Donald Trump’a oy vermiş. Taghizadeh’nin Los Angeles’dan arkadaşı Kambiz, ABD bir an önce savaşa girmeli demiş; Afganistan ve Irak faciaları da gözünü korkutmuyormuş, çünkü İran farklı bir ülkeymiş. Ancak Trump ve İsrail biliyormuş, “büyük” İran’ın yeniden nasıl itibar kazanacağını!

        İran’ın geleceğine dair bu tartışma sosyal medyada da sürüp gidiyor. Niloufar Taghizadeh ise tartışmaları öfke ve üzüntüyle izlediğini, şunu düşündüğünü yazıyor: Ya İran, Gazze olursa! Çünkü çok sayıda lider saldırılara neredeyse alkış tutuyor. Uluslararası hukuk ve insaniyet artık rol oynamıyor. Üstünlerin hukuku geçerlilik taşıyor.