Bazı hikayeler vardır, zaman geçer, kişiler yaşlanır, dünya değişir. Ama o hikayeler sessizce bir odada, bir sandıkta, bir kalpte saklanır. Ta ki biri o sandığın kapağını açana kadar.
İşte Karaböcek kardeşlerin hikayesi böyle bir sandık. Yıllarca konuşulmadı, fısıltı gazetesi ara ara mevzuyu gündeme getirdi. Hatta yıllarca "Bir gün anlatılır mı?" diye beklendi. Ve şimdi Neşe Karaböcek bir kitapla konuştu. Gülden Karaböcek ise bir röportajda.
Daha doğrusu ikisi de konuştu gibi ama sustu. Çünkü bazı acılar, kelimeyle anlatılmıyor sanırım.
Ancak göz kırpmasıyla, sesin titremesiyle, cümle aralarındaki boşlukla anlaşılır ya bazı şeyler. İşte Gülden Karaböcek “Kurban seçildim” derken bunu hissettirdi. Ve ekledi: "Bu konu benimle mezara gidecek. Ama öbür dünyada Allah’ın huzurunda yüzleşeceğiz" dedi.
Bunun üzerine laf yok bence. Düşünün bir insan çıkıp, "Ben öbür dünyada yüzleşmeye hazırım" diyorsa tek başına suçlu olmadığını gösteriyor. Yani bu sadece bir kardeş kavgası değil. Bu, bir ailenin içinde susularak büyütülmüş dev bir acının, yıllar sonra bile dile gelmemesinin hikayesi.
Ve bu noktada ister istemez aklıma yine ve yeniden bir dönem Show TV’de yayınlanan, Serenay Sarıkaya ve Kıvanç Tatlıtuğ’un başrollerini paylaştığı "Aile" dizisi geliyor. Dizinin bir yerinde "Bütün mutlu aileler birbirine benzer, ama her mutlu ailenin kendine özgü bir mutsuzluğu vardır" repliği aklıma geliyor.
Ne kadar tanıdık değil mi?
Aile konuşulsun istiyoruz, ama en fazla magazinlik kadar.
Biraz didikleyip, biraz cilalayalım, sonra kapatıp bir daha açmayalım.
Ama bazı hikayeler, o kadar derin ki, kapattığın yerden sızıyor. Tıpkı Karaböcek ailesi gibi. Ortada bir enişte var, hayatını kaybetmiş. İşte bu noktada da Gülden Karaböcek diyor ki; "Keşke o yaşıyorken bu kitap yazılsaydı. Onun söz hakkı yok. O da anlatsaydı bazı gerçekleri. Şimdi neden gündeme geldi yine bu konu. Şimdi neden yazıldı bu kitap" diyor.
Ve devam ediyor;
-Aile biliyordu ve benim yanımda oldular.
-Konuşursam çok daha fena şeyler çıkar ortaya. Ablam buna hazır mı?
-Biri daha var her şeyi biliyor. Ve o da yaşıyor!!!
Ve "Keşke doğmasaydım" dedi. Ve ailede kurban seçildiğini ima etti.
Neden seçildi; Ün, para, başarı uğruna…
***
Aile denen dipsiz kuyu
Gülden Karaböcek'i dinlerken Narin geldi aklıma. Narin de küçük bedeni, büyük kalbi ile göçüp gitti bu dünyadan. Çünkü aile içinde yaşanan bir şeye şahit olmuştu. Neydi o derin sır?
Ve klasik. Aile sessiz. Köy halkı sustu. Aile sessiz. Ve bu sır Narin'in bedenine sığdırılıp toprağın altına gömüldü.
Aile denen o sessiz yer!!!
Bugün de Gülden Karaböcek, "Keşke doğmasaydım" derken bunu anlatıyor ve "Doğduğun ev kaderindir. Bu da benim kaderimdi. Alıştım artık bununla yaşamaya. Artık acıtmıyor" diyor.
Gariptir ki, bu hikaye sadece Karaböcekler’e özgü değil. Bu, bu ülkenin hikayesi.
Yaralı evlatların, bastırılmış annelerin, susan babaların, "Bir şey olmamış gibi” davranan amcaların, halaların hikayesi.
Çünkü "Enişteniz tarafından tacize mi uğradınız. Bunu aileniz biliyor muydu?" sorusuna sessiz kalıp gözlerini kaçırıyor ve ellerini ovuşturuyor Gülden Karaböcek. Çünkü "Aile kutsaldır" ve bazı şeyler açılamayacak kadar kötüdür.
Aile; kutsal, vazgeçilmez, her şeyin merkezine koyduğumuz kavram…
Ama aynı zamanda; en derin acıların, en büyük suskunlukların, en kalıcı travmaların da üretildiği yer.
Ve evet dizide geçen bir söz gibi; “Aile öyle bir yer ki… Bütün kötülükler iyi niyetle yapılır. Böyle tatlı tatlı” adına da kutsal denir.
Kısacası; yine ve yeniden Neşe Karaböcek yazdı. Gülden Karaböcek konuşmadı.
Ama biz okuduk, anladık.
Çünkü aile meselesi bizim yumuşak karnımız.
Her acının altından bir “abla kıskançtı”, “anne sustu”, “baba görmedi”, “dede çok baskı yaptı” cümlesi çıkar.
Ve bazen, bazı insanlar gerçekten sadece kurban seçilir.
Öyle doğarlar.
Öyle büyürler.
Ve öylece giderler.
Ama ne gariptir…
Kurbanlar sessiz kalır, aileler susar, ama acı konuşur.
Yıllar sonra bile. Ve bu mevzu da hiç susmayacak. iki kardeş öbür dünyada kavuşup hesaplaştığında bile...
***
Herkesin başına gelebilir
Gülden Karaböcek kendisine yapılan eleştirilere de kızıp "Herkesin başına gelebilir" diyor.
Gelir mi, gelir?
Gelsin mi, Allah korusun gelmesin elbet.
Ancak "Empati" denen kelime bu ülkenin birçok ferdinde olmayan önemli bir kelimedir. Ve herkesin bu kelimeyi iyi anlaması gerekir. Belli ki, bu yaşanan ablasının kocasına "Aşık oldum, evlendim" durumu değil. Yani içini bilmediğimiz konularda bilerek konuşmak, yorum yapmak, üstünden öylece geçmek doğru değil.
Bu olay bunu bir kez daha bize gösteriyor.