Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler İdris Kardaş Türkiye'nin Paradoksu: Gerici pozitivizm
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Siyasal ve toplumsal alana ilişkin bazı kavramlar yüzyılı aşkındır gündemimizde. İlerici, aydın, bilimsel düşünce, pozitivizm, çağdaşlık, modernlik gibi kavramlar çoğu zaman bağlamından koparıldı veya eleştiriden azade tutuldu. Bunlar, sorgulanamadığı için de doğal olarak zamanla yeni bir dogmanın, yeni bir vesayet sisteminin zeminini oluşturdu. Esasen, ortada çok büyük bir çelişki vardı. İlerici olanın yeniliğe, eleştiriye açık olması gerekmez miydi? Bilimsel olanın teknolojik gelişmelere alkış tutması beklenmez miydi? Ama Türkiye’de durum tam tersi oldu.

        Öncelikle şunu açıkça ortaya koymak gerekir ki bu durumun kökeninde, Türk siyasetine sirayet etmiş katı, otoriter bir pozitivist anlayış yatıyor. Aydın ve ilerici olarak kendini adlandıran kesimlerin dünyanın en modern sistemi olarak şu an devam eden demokrasi ile olan imtihanı da işte burada başlıyor.

        Pozitivizmin kurucusu Comte'un, toplumu yönetmek karmaşık bir bilimsel faaliyettir ve elitlere bırakılmalıdır. Halk kitleleri, duygularıyla hareket ettikleri ve karmaşık toplumsal yasaları anlayamadıkları için kendi kendilerini yönetemezler, şeklinde özetlenebilecek düşüncesi meselemizin özünü oluşturuyor.

        Bu temel yaklaşımın halkın iradesini önceleyen demokrasi ile bağdaşmadığını uzun uzun yazmaya gerek yok.

        Modern demokratik dünyanın gerisinde olma pahasına kendini bu pozitivist aksta gören insanlar, yine de kendileri için aydın ya da ilerici olma payesini elden bırakmadılar. Adı üstünde akılcıydılar ve bu avantajı elden bırakmak pek de akıllıca değildi. Ancak burada bir paradoksun varlığını ifade etmek ve bunun sürdürülebilir olmadığını anlatmak için gerici pozitivist gibi bir kavramı kullanmak faydalı olabilir.

        Gerici pozitivist, kendisini bilimin, aklın ve ilerlemenin temsilcisi gibi sunan ve bununla birlikte halktan kopuk, elitist, buyurgan, merkeziyetçi bir zihniyete sahip olandır özetle. Bilimi, toplumu dizayn etmek, halkı terbiye etmek için bir araç olarak kullanır. Bu yönüyle pozitivisttir ama aynı zamanda gericidir. Çünkü ilerleme adına dayattığı model, çoğu zaman çoğulculuğa, katılımcılığa, farklılıklara ve özgür düşünceye karşıdır. Dolayısıyla günümüz gözde çağdaş siyasal sistemleri içerisinde de arkaik olma özelliği taşır..

        Türkiye’deki teknolojik gelişmelere yaklaşımları da gericidir. Yerli teknolojik girişimleri küçümser, dünya çapında başarı elde edilse bile yerliliğin Batı’dan eksik olduğu önyargısıyla hayatını sürdürür. TOGG’a yaklaşımları, savunma sanayindeki gelişmelere burun kıvırmaları hep bu özelliklerinin bir yansımasıdır.

        Halkla barışık olmayan, kültürü mühendislikle karıştıran, demokrasiyi sadece kendisine yaradığı ölçüde benimseyen, modernliği şekilcilikten ibaret sanan bu zihniyete gerici pozitivizm demek pek ala mümkündür. Zira modern anlamda bu davranış biçiminin gerici otoriter bir tavra yaklaştığı aşikardır.

        Bu zihniyetin siyasi ve toplumsal hayatımızda nasıl önemli bir rol oynadığını hepimiz biliyoruz. Darbelerle, muhtıralarla ya da vesayet kurumunun eski diğer araçlarıyla halkın iradesinin gasp edilmek istenmesi tam olarak bu zihniyetin ürünüydü. Zira bu hat üzerinden yüzyıldan fazladır siyaset şekillendi. Lehte ya da aleyhte siyasi hareketlerle bugüne kadar geldik.

        Serbest Fırka (halkın atfettiği rol açısından), Demokrat Parti, Adalet Partisi, hatta bir dönem Ecevitli CHP, Anavatan Partisi, Refah Partisi ve en nihayetinde AK Parti, bu süreçlerde farklı programlara ve tavırlara sahip olsalar da temelde bu ana damarın siyaset mühendisliğine, tepeden inme jakoben anlayışına karşı bir itiraz seslendirdiler. Kimi zaman “yeter söz milletindir” dediler, kimi zaman “halkın gücünün üstünde bir güç tanımadım” dediler. Bu itirazın sonucunda da geniş halk kesimleri tarafından büyük zaferler elde ettiler.

        Dün olduğu gibi bugün de toplumsal olarak iki ana hat üzerinden Türkiye sosyolojisini okumamız mümkün. Değişen bir şey olmadı. Araya sadece PKK gibi, FETÖ gibi terör vesayetleri girmeye çalıştı, enerjimizi sömürdü. Terör ve o bağlamda geçici toplumsal sorunlar icat edildi. Toplumsal açıdan irdelenmesi gereken konular, çözülebilecek sorunlar ertelenmiş oldu.

        Birlik olmamız, millet olmamız konusu etnik düzeye indirgendi. Toplum mühendisliğinin yarattığı olumsuz sonuçları ortadan kaldırmak için çok çalıştık. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyasal mücadelesinin tamamında bu çatışmanın getirdiği sorunlar ve sıkıntılar vardı. Kendisi tüm bu sorunlara karşı milletin iradesini arkasına alarak tam demokratik şekilde çözüm aradı. Sağlıklı ve özgüvenli bir toplum olmak kolay olmadı. Çok az yolumuz kaldı. Türkiye kendi iç cephesini sağlamlaştırarak özgün modeline doğru ilerliyor. Ama geçmişe takılı kalmadan ilerlememiz gerekiyor. Bunu yaparken de geçmişte eşitsizlik üreten kodların, kendini toplumdan üstün gören yaklaşımların sona ermesi lazım. Zira artık pozitivizm, bugünün dünyasında gericiliği ifade ediyor. Bizim ise bırakın gerilemek, durmak için bile zamanımız yok.