Birkaç gün önce açıklanan “İmamoğlu Çıkar Amaçlı Suç Örgütü” iddianamesi, bir belediyenin sınırlarını çok aşan, yıllara yayılmış, katman katman örülmüş bir yapının, savcılık tarafından nasıl teşhis edildiğini gösteren kapsamlı ve titiz bir çalışma.
Çünkü mesele, birkaç usulsüz ihale ya da münferit bir rüşvet olayı değil. Savcılığın ifadesiyle, “çıkar amaçlı suç örgütü” niteliği taşıyan geniş bir mekanizma.
İddianamenin gücü, yalnızca hacminden değil, anlattığı yapının bütünlüğünden geliyor.
Savcılık, bir taşın bir diğerine uyduğu dev bir duvar örmüş adeta.
Zirvede “örgüt lideri”, onun altında yöneticiler, bir alt basamakta onlarca örgüt üyesi ve en altta para trafiğini taşıyan şoför ağı.
Şoför ağı önemli. Örgüt; rüşvet, irtikap, ihale fesadı ve hafriyat gibi alanlardan elde edilen nakit paraları aklamak için karmaşık bir taşıma sistemi kurmuş.
Bu sistem sadece üst düzey bürokratlar ve şirket yöneticileri ile sınırlı değil; şoförler üzerinden kurulan bir “taşıyıcı zincir” de var.
İddianameye göre, belediye bünyesindeki kimi şoförler çoğu zaman klasik görevlerinin dışına çıkıp kurye gibi kullanılıyor; nakit paraları farklı adreslere taşıma, saklama, yöneticilerin talimatıyla el değiştirme işini yapıyorlar.
Savcılık buradan iki sonuç çıkarıyor:
Bu, örgütsel hiyerarşinin alt kademeye kadar indiğini gösterir; yani ortada “rastgele yolsuzluk” değil, sistematik bir yapı vardır.
Nakit para taşınması ve kurye sisteminin varlığı, “suç gelirlerinin aklanması” ve “rüşvet zinciri” iddialarını güçlendiren pratik bir mekanizmayı gösteriyor.
Yıllardır kulaktan kulağa dolaşan söylentilerin, bu kez isim isim, tarih tarih, görev görev nasıl bir sisteme oturduğunu görmek sarsıcı gerçekten.
Bir örgütün gerçekten örgüt olup olmadığını belirleyen üç şey vardır. İddianame öncelikle bu konuya açıklık getirerek tüm dosyanın ruhunu en baştan izah ediyor. Hiyerarşi, süreklilik ve amaç. İddianame, bu üçünü de aynı denklemde bir araya getiriyor.
Şoförlerin sıradan görevlerinin dışına çıkıp nakit para taşıyan kuryelere dönüştürülmesi, örgütün hiyerarşisinin en alt halkasını gösteriyor. Bir şoförün aynı gün içinde üç farklı adrese “çanta” götürdüğüne dair anlatımlar, savcılığın “para dolaşımı” şemasına tam oturuyor mesela. Burada mesele, rastgele yapılan usulsüzlükler değil; yıllar içinde oturmuş, talimatla çalışan bir para aklama kanalı.
Ve tabii herkesin konuştuğu meşhur telefon meselesi.
Savcılığın tespitine göre İmamoğlu’nun aktif olarak kullandığı üç hattın sadece biri teslim ediliyor. Diğer telefon ise bir bürokratın evinde, SIM kartı çıkarılmış halde bulunuyor. Görevliler “Bu başkanın telefonu, bunu ne yapacağız?” diye soruyorlar.
Bu tür bir panik ifadesi, savcılık açısından yalnızca bir cümle değil. Delil gizleme kastının işareti. Hele ki bu telefonun, gözaltına alınmadan hemen önce birilerinin eline koşarak verilmesi, dosyadaki diğer gizlilik bulgularıyla birleştiğinde tabloyu daha da pekiştiriyor.
Ama asıl kırılma noktası, kamera kayıtları.
İmamoğlu’nun evindeki güvenlik kamera cihazlarının, savcılığın talep ettiği kritik tarih aralığını içeren kayıtlarıyla birlikte ortadan kaybolmuş olması çok önemli.
Daha sonra bu cihazların sökülmesi, bir başka personele teslim edilmesi ve en sonunda kullanılmaz hale getirildiğinin ifade edilmesi.
Bunların hiçbiri, tesadüf olarak değerlendirilmiyor doğal olarak. Aksine, bir örgütün tepesini korumak için alt kademedeki kişilere verilen zincirleme talimatların sonucu olarak görülüyor.
İddianamenin en hacimli bölümlerinden biri ise ihaleler.
Metro hatlarından danışmanlık alımlarına kadar birçok kalemde, savcılık devasa miktarlarda kamu zararı hesaplıyor.
Buradaki önemli nokta ise şu: Savcılık her bir iddiayı, müfettiş raporları, mali analizler, fiyat karşılaştırmaları ve tanık beyanlarıyla birlikte sunuyor. Yani sadece “şurada usulsüzlük var” demiyor; “şurada şu yöntemle kamu zararı oluşturuldu, şu firma sistematik olarak kayırıldı, şu kişiler bu kararın arkasındaydı” diyor. Bu detay ve titizlik ince işçiliğin bir göstergesi.
Gelelim çok konuşulan 76 etkin pişmanlık beyanına.
Bir suç örgütü iddiasının en kritik ayağı, içeriden gelen itiraflardır. Bu dosyada, onlarca kişi aynı yapıyı farklı yerlerden doğrulayan ifadeler veriyor. Üstelik bu beyanlar, para hareketleri, telefon trafiği ve bazı teknik izlerle destekleniyor ve savcılığın elini güçlendiriyor.
Sonuçta ortaya çıkan tablo şu.
Savcılık, yıllara yayılmış bir çıkar ağının, siyasi hedeflerle birleşen, ekonomik ve örgütsel hattını çizmiş durumda.
Savcılık, bu dosyada yalnızca suç isnat etmiyor; bir mekanizmayı, işleyişi ve sistematiği ortaya koyuyor.
Türkiye’de kamu yönetimi açısından bu kadar kapsamlı bir yolsuzluk ve örgüt iddiasının bu denli detaylı hazırlanmış olması ister kabul edin ister reddedin çok kıymetlidir.