“Dünya, Amerikan Hükümeti’nin kibirli zulmü karşısında sersemlemiş durumda. Biz, bu Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’nin açılış oturumunda tehlikeli bir zamanda bir araya geliyoruz. Amerika Birleşik Devletleri, Vietnam halkına karşı muazzam yeni bir taarruza başlamaktadır. Bu bizim zayıflığımızın bir işareti değildir. Tam tersidir. Amerikan suçlarını gizleme yönündeki ateşli çaba, onları eleştirenlere karşı yürütülen çılgına dönmüş kampanyayla eşleşmektedir. Suç bilindiğinde, bu soruşturma ve yargı için bir nedendir.”
1967 yılında Stockholm’da kurulan halk mahkemesinde yapılan konuşmalardan biriyle başlamak istedim. Irak Dünya Mahkemesi, Uluslararası Gazze Mahkemesi gibi girişimlerin öncüsü niteliğinde olan Russell Mahkemesi’nden bahsediyorum.
İngiliz filozof Bertrand Russell’ın kurduğu bu mahkeme, ABD’nin Vietnam’da işlediği savaş suçunu ortaya koymak ve tüm tanıklıları, belgeleri ve bilgileri kayıt altına almak için bir araya gelmişti.
Russell Mahkemesi’nin üyeleri arasında hayli tanıdık isim vardı. Bertrand Russell, Jean Paul Sartre, Simone de Beauvoir, Günther Anders gibi dünya çapında popüler isimler mahkemenin üyeleriydi. Türkiye’den de Mehmet Ali Aybar davet edilmişti. Hatta Sartre ile Aybar arasında Ermeni meselesi ile ilgili soykırım tartışması yaşanmıştır. Karar metninden Ermeni meselesini soykırım olarak ele alan yaklaşımın çıkarılmasını sağlamıştır, Aybar.
Russell Mahkemesi’nin temeli, esası, prensibi şuna dayanır. Bu, halkın mahkemesidir. Bir vicdan mahkemesidir. Devletlerin cesaret edemediği ya da sonuç alamadığı durumlarda işlenen savaş suçlarının, insanlığa karşı suçların ya da soykırım suçlarının kayıt altına alınması ve vicdanlarda yargılanarak suçlu bulunması esasına dayanır. Yani, sivil toplumun alternatif bir adalet mekanizması oluşturabileceği düşüncesine dayanır.
Gerçekten de bu mahkeme sonucunda ABD’nin Vietnam’daki savaş suçları çok detaylı bir şekilde raporlandı ve ABD bu mahkeme sonucunda suçlu ilan edildi. Bu mahkeme yıllar sonra Irak işgalinde tekrar gündeme geldi.
2005 yılında Irak Dünya Mahkemesi, yine ABD’nin bu kez Irak’ta işlediği suçlar için toplanmıştı. Nihai oturumu da İstanbul’daydı. Ben de gönüllüler arasındaydım ve çalışmalar içerisinde yer almıştım. Prof. Dr. Richard Falk, mahkemenin iddia heyeti sözcüsüydü. O dönem Irak işgali sırasında işlenen savaş suçları, dünyanın en önemli gündem maddelerinden biriydi. Mahkeme sonrası ABD ve müttefiki İngiltere suçlu bulundu ve kanıtlarla belgeler dünya kamuoyunun bilgisine sunuldu.
Hem Russell Mahkemesi hem de Irak Dünya Mahkemesi, bugün birçok uluslararası hukuk raporunda ve metninde atıf yapılmış, kanıtları uluslararası alanlarda ciddiyetle kullanılmıştır. Dolayısıyla bu mahkemelerin sonuçları itibariyle uluslararası sistemin başaramadığı şeyleri başardığını söyleyebiliriz. En azından, suçluların somut ceza almasına giden süreci zorlayan bir mekanizmayı işlettiğini.
Pazar günü yine İstanbul, Irak Dünya Mahkemesi’nden tam 20 yıl sonra bu kez Uluslararası Gazze Mahkemesi’nin nihai oturumuna ev sahipliği yaptı. Bu mahkemeye de dinleyici olarak katılma fırsatım oldu. Irak savaşı sırasında yaşanan savaş suçlarıyla mücadeleye benzer bir mücadele ile karşılaştım. Tanıklıklar, belgeler, bilgiler, soruşturmalar, vicdan jürisinin titiz çalışmaları…
Amaçları İsrail’in soykırım yapıp yapmadığını araştırmak değildi. Amaçları bu soykırım suçunu işleyen İsrail’i vicdan mahkemesinde yargılayıp suçlu ilan etmekti. Tüm tanıklıklar, bilgiler ve belgeler vicdan jürisinin bu kararı vermesinden başka bir seçenek bırakmıyordu zaten.
Richard Falk, bu kez Gazze Mahkemesi başkanı sıfatıyla katılmıştı. Yaşı ilerlemişti. Irak Mahkemesi’nden bu yana geçen süreçte BM Filistin Raportörü olarak görev yapmıştı ve İsrail’in tamamen hedefinde bir hayat sürmüştü. İsrail’in tüm hukuksuzluklarını ve insanlık dışı yaklaşımını en üst seviyeden eleştirebilmiş, gündeme taşımaya çalışmıştı. Dün de Uluslararası Gazze Mahkemesi Başkanı sıfatıyla nihai oturumda bir konuşma yaptı. Şu kısmı çok değerliydi.
“Eğer İsrailli failler ve onları destekleyen Batılı güçler adaletten kaçarsa, Filistinli hayatta kalanlar da anlamlı bir tazminattan ve nihayetinde Siyonizm ile sömürgeciliğin insanlıktan çıkarıcı zincirlerinden kurtuluşlarından mahrum bırakılırsa, dünya tarihin en büyük vahşetlerinden birini onaylamış olacaktır.
Eğer sömürgecilik, apartheid ve soykırım ahlaki kırmızı çizgiler olarak görülmüyorsa, artık hiçbir kırmızı çizginin kalmadığını belirtir. Böyle bir dünya, benzeri görülmemiş bir dehşetin hüküm sürdüğü bir dünya olacaktır.”
Çok haklı Falk. Eğer Gazze’de yaşanalar, İsrail’in soykırım suçları, açlıkla katliam süreçleri yargılanmazsa, suçlu bulunmazsa, tüm bu yaşananlar, herhangi bir kırmızı çizgimizin ebediyen kalmadığını gösterecek. İnsanlık olarak İsrail’i suçlu bulamazsak, cezalandıramazsak, bizi kırmızı çizgilerin olmadığı vahşet dolu bir gelecek bekliyor olacak.
İşte tam da bu yüzden Gazze konusunu, orada yaşananları ve İsrail’in peşini bırakamayız, bırakmamalıyız. Bıraktığımız anda İsrail’in vahşetini onaylamış olacağız. Bunu yapamayız.
Gazze Mahkemesi’nin İstanbul ayağını koordine eden İslam İşbirliği Gençlik Forumu Başkanı Taha Ayhan’ın şu sözleri söylemek istediğimi özetliyor.
“Bu Mahkeme, bir son olarak görülmemelidir. Bugün Gazze Mahkemesi’nin nihai kararını aldığımız bu son oturumun ardından, asıl görev şimdi başlamaktadır. Artık elimizde bir karar var; bu kararla tüm karar alıcıları, yasa yapıcıları ve dünya genelindeki yargıçları ikna etmemiz gerekiyor. Soykırımın faillerini, onların iş birlikçilerini ve aklayıcılarını adalet önüne çıkarmak gibi bir görevimiz var. Adalet yerini bulana kadar hep birlikte tek ses olarak adalet talep etmemiz gerekiyor.”
Prof. Sami Al-Arian, Prof. Christine Chinkin, Dr. Ghada Karmi, Yazar Kenize Mourad, Prof. Chandra Muzaffar ve Prof. Biljana Vankovska’dan oluşan Vicdan Jurisi kararını yazıya not düşerek bitirmek isterim.
Gazze Mahkemesi Jüri Başkanı Christine Chinkin tarafından açıklanan metin şöyle başlıyordu. Bu çok anlamlı ve değerli bir duruştu.
“Vicdan tarafından yönlendirilen ve uluslararası hukuk tarafından bilgilendirilen Jüri, devletlerin otoritesine sahip değildir; ancak hukuk güç karşısında susturulduğunda, vicdan son merci haline gelir. Bu Mahkeme bir hukuk mahkemesi değildir; herhangi bir kişi, kurum veya devlete suçluluk ya da sorumluluk atfetme iddiasında bulunmaz. Bu, İsrail’in Gazze Şeridi’nde işlediği soykırım suçlarına ilişkin hesap verebilirliğin eksikliğine karşı sivil toplumun bir tepkisidir. Biz, soykırımın adının konması ve belgelenmesi gerektiğine inanıyoruz; çünkü cezasızlık, dünyadaki şiddet döngüsünü beslemeye devam eder. Gazze’deki soykırım tüm insanlığın meselesidir. Devletler sustuğunda, sivil toplum konuşmak zorundadır.”
Gazze Mahkemesi’nin sonuç bildirisinde özetle şu ifadeler öne çıktı.
— Açlığın (İsrail tarafından) silah haline getirilmesi, tıbbi bakımın reddedilmesi ve zorla yerinden edilme, tüm nüfusun toplu olarak cezalandırılmasının ve soykırımın araçlarıdır.
— İsrail, kökleri Siyonizm'in üstünlükçü ideolojisine dayanan daha geniş bir apartheid rejimi içinde Gazze'deki Filistin halkına karşı devam eden bir soykırım gerçekleştiriyor.
— Batılı hükümetleri, özellikle ABD, diplomatik koruma, silah, silah parçaları, istihbarat, askeri yardım ve eğitim sağlama ve ekonomik ilişkileri sürdürme yoluyla İsrail'in soykırımına suç ortaktır, bazı durumlarda ise bu soykırımda işbirliği yapmışlardır.
— Siyasi, askeri, ekonomik ve ideolojik olarak sorumlu olan herkes her türlü yasal yolla ve yasanın izin verdiği ölçüde tam olarak sorumlu tutulmalı.
— İsrail uluslararası kurum ve kuruluşlardan, özellikle de Birleşmiş Milletler ve bağlı kuruluşlarından uzaklaştırılmalı.
— BM Güvenlik Konseyi’nin ABD vetoları nedeniyle kitlendiği göz önüne alındığında, BM Genel Kurulu'nun Filistin toprakları için koruyucu bir güç oluşturmak ve soykırımı durdurmak için toplu önlemler alabilmesi amacıyla BM Genel Kurulu'nun Barış için Birleşme Kararı etkinleştirilmeli.
— Siyonist yapıları ortadan kaldırmaya yönelik küresel, hak temelli bir stratejiyle, Siyonist rejimin güç kaynaklarını ve olanak sağlayan sütunları belirlenmeli, haritalandırılmalı.
— Siyonizme karşı koordineli siyasi, yasal, ekonomik, akademik, kültürel, teknolojik ve sosyal eylem yoluyla her kaynağı zayıflatan, izole eden ve ortadan kaldıran küresel bir hareket inşa edilmeli.
Uluslararası Gazze Mahkemesi’nin koordinasyonunu yürüten Taha Ayhan dostumuzu ve ekibini tebrik etmek gerekiyor. Üç gün süren duruşmalar süresince büyük bir titizlik ve ciddiyetle bu mahkemeyi koordine ettiler. İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Osman Bülent Zülfikar’ı da ev sahipliği dolayısıyla kutlamak gerekiyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Gazze konusundaki uluslararası alandaki direnişi, vicdani yaklaşımı ve isyanı, şehri İstanbul’da Gazze için en üst düzeyde entelektüel, aydın ve siyasilerin kurdukları vicdan mahkemesine ev sahipliği yapmasına yol açtı. Böyle bir vicdana sahip olduğumuz için ne mutlu bize.