20 Mart 2003 sabahı, ABD ordusu Irak’a girdi.
Bağdat bombalandı. Daha sonra Felluce yakıldı ve Musul paramparça edildi.
Lancet’in 2006 tarihli çalışması, işgalin yol açtığı ölü sayısını 600 binden fazla tahmin ediyordu. Milyonlarca insan yurdundan edildi. Aradan geçen onlarca yıldan sonra Irak hala kendine gelemedi. ABD’nin askeri gücünü gösterebildiği, silahlarını sergileme fırsatı bulduğu bir alana dönüştü Irak.
O sabah, ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney’nin televizyonlarda söylediği “özgürlük Irak’a geliyor” cümlesi nasıl iki yüzlü bir sistem inşa ettiğini en iyi anlatan alıntıdır muhakkak.
Dün haber sitelerine ve sosyal medyaya Cheney’in öldüğü bilgisi düştü.
Axios ölüm haberinde Cheney’i, “modern Amerikan yürütme erkinin sınırlarını genişleten en güçlü başkan yardımcısı” olarak tanımladı.
Genelde iyi insanlar ölürken hakkında yazarız, konuşuruz.
İyi de yaparız. İyilik konuştukça çoğalır çünkü.
Ama söz konusu Cheney gibi dünya çapında insanlığa zarar vermiş kişiler öldüğü zaman da hakkında iki çift kelam etmek gerekir.
11 Eylül sonrasında ABD tarihinde silinmez bir leke olarak adlandırılan Guantánamo hapishanesinden Irak işgaline kadar birçok kararda ana aktör olan Cheney’in kariyeri çok eskilere dayanıyor.
Nixon döneminde başladığı kariyerini Ford’un Beyaz Saray’ında İdare Şefi olarak sürdürmüş.
Reagan yıllarında Kongre’ye girdiğinde ideolojik çerçevesi o zamandan belliymiş. Güçlü Amerikan müdahaleciliği.
1989’da Baba Bush tarafından Savunma Bakanı yapıldığında, Soğuk Savaş’ın bittiği yeni bir dünyanın doğduğu yıllardı.
2000 seçimlerinde Oğul Bush’un yanında yer aldığında, aslında Bush’un eksik olduğu her şeyi tamamlayan bir figür diye adlandırılmış basında. Deneyim, ciddiyet, derin devlet bağlantısı.
11 Eylül 2001 saldırıları, Cheney’nin zamanının geldiği dönüm noktası olmuş.
Zira Beyaz Saray’ın en karanlık yılları onun eliyle şekillendi. “Teröre karşı savaş” sloganı altında Guantanamo kampları kuruldu, işkence rutin hale geldi, yasadışı dinlemeler sıradanlaştı.
Irak Savaşı, Cheney’nin politik kariyerinin zirvesi ve aynı zamanda utancı oldu. Saddam Hüseyin’in kitle imha silahlarına sahip olduğu iddiasını bizzat savundu, istihbarat raporlarının çarpıtılmasına önayak oldu, uluslararası hukuku hiçe sayarak ABD’yi savaşa sürükledi.
Hepsinin yalan olduğu daha sonra ortaya çıktı.
Cheney ve yönetimindeki ekipler, halkı ve ABD Kongre’sini “Çok büyük bir tehdit altındayız” algısıyla savaşa hazırlanacak şekilde yönlendirdi.
Amerikan Senatosu’nun 5 Haziran 2008 tarihli “Select Committee on Intelligence “Prewar Iraq Intelligence” raporu, bunların yalan olduğunu belgeledi.
Rapor, Cheney ve Bush yönetiminin, “Irak’ın elinde kimyasal ve biyolojik silahlar bulunduğuna dair kesin kanıtlar varmış gibi” davrandığını, oysa istihbarat raporlarının belirsizliklerle ve çelişkilerle dolu olduğunu açıkça ortaya koydu.
Raporda şu cümle dikkat çekici:
“Başkan ve Başkan Yardımcısı’nın (Cheney) kamu beyanları, mevcut istihbaratın ifade ettiği kuşku düzeyinden daha ileri ve kesin nitelikteydi.”
Raporun ek bölümlerinde, Cheney’in Savunma Bakanlığı bünyesinde oluşturulan “Office of Special Plans” aracılığıyla, CIA’in ve Dışişleri Bakanlığı’nın analizlerinden bağımsız bir istihbarat hattı kurduğu tespit edilmiş. Bu kısım gerçekten çok vahim.
Cheney’in kurduğu bu paralel yapı, Irak ile El Kaide arasındaki bağlantıyı olduğundan güçlü gösterecek analizler üretmiş, Cheney’nin ofisi üzerinden Beyaz Saray’a iletmiş.
Komite bu süreci “istihbaratın siyasi müdahale yoluyla yönlendirilmesi” olarak tanımlıyor. Bu noktada Cheney’in yalnızca bir bürokrat değil, kurumsal mekanizmaların işleyişine doğrudan müdahale eden bir yürütme aktörü haline geldiğini not düşüyor.
Kamuoyunun yönlendirilmesi, raporda açıkça değerlendirilen bir diğer unsur.
2002 ve 2003 yıllarında Cheney’nin yüzü aşkın medya röportajında Irak’ı ABD’ye doğrudan tehdit olarak tanımladığı belgelenmiş. Saddam Hüseyin’in nükleer kapasiteye sahip olduğu izlenimini pekiştirdiği de raporda özellikle belirtilmiş.
Rapordan ilerleyelim;
“Bu açıklamalar, istihbaratın sunduğu verilerle tam olarak örtüşmemekteydi. Komite, bu iletişim stratejisini “kanıtlanmamış bilgilerin kesin gerçek gibi sunulması” olarak nitelemiştir. Dolayısıyla Cheney, yürütme içindeki gücünü yalnızca karar alma süreçlerinde değil, kamusal anlatının şekillendirilmesinde de yoğun biçimde kullanmıştır.”
Savaş sonrasında yapılan denetimler bu tabloyu doğruluyor.
2005 tarihli “Commission on the Intelligence Capabilities of the United States Regarding Weapons of Mass Destruction” raporuna da kısaca göz atalım.
Raporda; Irak’ta hiçbir kitle imha silahı bulunmadığı, istihbaratın sistematik biçimde yanlış yorumlandığı ve siyasi baskı altında karar alındığı ortaya konuyor.
Yani Cheney’nin elinde doğrular değil, korkular vardı.
Dolayısıyla Cheney için 20. yüzyılın en büyük yıkımlarından birini sistematik bir yalan üzerine inşa etmiş bir yalancı dersek haksızlık etmiş olmayız.
Halliburton gibi enerji devleri, savaş sonrası Irak’ın yeniden inşa ihalelerinde milyarlar kazandı. Cheney’nin, savaş öncesinde Halliburton’un CEO’su olduğu gerçeğini de bu yazının sonunda not düşmek gerekiyor.
Afganistan ve Irak’ta milyonlarca insanın hayatına mal olan kararları alan, manipülasyonlara başvurmaktan çekinmeyen, yalan istihbarat belgeleri üreten ve maalesef ABD gibi askeri gücü yüksek bir ülkenin o dönem en etkili pozisyonunda olan Dick Cheney hem bunlarla hem de Guantánamo hapishanesi ile hatırlanacak kuşkusuz.