The Economist dergisi son birkaç aydır bir konuyu özellikle işliyor.
Batı’daki dindarlaşma eğilimini ve özellikle bir dönem gençler arasında popüler olan dine mesafedeki gerilemeyi ele alıyor. Birçok araştırma şirketinin verilerinden ve uzman görüşlerinden faydalanarak konuyu derinlemesine inceliyor.
Özellikle laikliğin en sert uygulandığı Fransa’daki duruma bakıyor, ki bizim de yazımızın merkezini oluşturuyor.
Laikliğin kalesi Fransa’da laiklik elden gidiyor mu yoksa, birlikte inceleyelim.
Önce rakamlar…
Fransız Piskoposlar Konferansı (CEF), özellikle Paskalya döneminde, yetişkin ve ergen vaftizlerinde daha önce görülmemiş sayılar bildirmiş.
2025 yılı için toplam 17 bin 788 kişi vaftiz edilmiş ve bu sayının 10 bin 384'ü yetişkinlerden, 7 bin 404'ü ise 11-17 yaş arası gençlerden oluşmuş.
Bu rakam, 2024'e göre yüzde 45'lik bir artışı gösteriyor. Sadece bir yılda böyle bir yükseliş çok ilgi çekici gerçekten. 2015'te 3 bin 900 yetişkin vaftizine göre değerlendirirsek son on yılda yüzde 160'lık bir büyüme gerçekleşmiş.
Oransal olarak bu değişim hele ki Fransa gibi bir ülkede gerçekten incelenmeye değer.
Bu yükseliş trendi, 2022'de yüzde 21, 2023'te yüzde 21 ve 2024'te yüzde 30'luk artışlarla istikrarlı bir şekilde devam etmiş. Yani her yıl sürekli artan bir eğilimle karşı karşıya Fransa.
Gelelim gençlere.
Bu yılki Paskalya’da vaftiz edilen gençlerin sayısı 2023 yılından iki kat fazla. 2019 yılının ise neredeyse on katından fazla olmuş. Dolayısıyla gençlerdeki artış çok daha dikkate değer gibi gözüküyor.
Din değiştirenlerin yaklaşık %39'u, din değiştirmeden önce “hiçbir dine mensup olmadıklarını” açıkça belirtiyorlar. Geri kalanın büyük çoğunluğu da Hristiyan ailelerden gelen ve bebek vaftizi olmamış yetişkinler ile gençler. Müslüman olup da vaftiz olanların oranı yüzde 4 civarında.
Dolayısıyla yetişkin vaftizlerinin bu rakamları Hristiyanlık dışından gelen dinlerden oluşmuyor.
Üzerine düşünülmesi gereken bir diğer nokta da kentsel ve kırsal dağılım. Fransa gibi bir ülkede dindarlaşma eğiliminin giderek daha kentsel bir nitelik kazanması önemli. Din değiştirenlerin yüzde 74'ü banliyölerde yaşıyormuş. Dolayısıyla din, Fransa’da modern kent hayatının bir parçası haline geliyor.
Şimdi de ABD’deki duruma göz atalım.
2023 ile 2024 arasında yapılan anketlere göre, kendini Hristiyan olarak tanımlayan genç Amerikalıların oranı yüzde 45'ten yüzde 51'e yükselmiş. Hiçbir dine inanmıyorum diyenlerin oranı ise dört puan düşerek yüzde 41'e gerilemiş.
Örneğin Harvard'da, lisans öğrencilerinin yarısı bu akademik yılda bir din görevlisinin düzenlediği etkinliğe veya dini törene katılmış.
Kopenhag Üniversitesi'nde ekonomist olan Jeanet Sinding Bentzen'in araştırmasına baktığımızda, 2020'de neredeyse her ülkede dua ve diğer dini uygulamalar için internette yapılan aramaların arttığını görürüz.
Britanya'da yaklaşık 13 bin kişiyle yapılan bir YouGov anketi, kendini Hristiyan olarak tanımlayan genç erkeklerin yüzde 21'inin artık kiliseye gittiğini ortaya koyuyor. Bu oran 2018'de sadece yüzde 4 imiş.
İsveç Kilisesi'nden aktif olarak ayrılanların sayısı son beş yıldır azalmış ve genç yetişkinler arasında vaftiz oranları 2019'dan bu yana iki kattan fazla artmış.
Avusturya ve Belçika'daki vaftizler de artmış. Verilerin mevcut olduğu son yıl olan 2023'te, Norveç Kilisesi'ne geçenlerin sayısı da iki katına çıkmış.
Peki ne oldu da Batı dünyası dindarlaşmaya başladı? Özellikle gençlere dayatılan ve bir dönem popüler kültürün ayrılmaz bir parçası haline getirilen dinsizlik, inançsızlık ve bunların çeşitli varyasyonları neden azalmaya başladı?
Birçok araştırma ve uzman görüşü okudum.
Bununla ilgili en yayın cevap Covid-19 pandemisi. Bundan başka; modern hayatın getirdiği sorunlar, bireyselleşmenin getirdiği arızalar, sekülerleşmenin bir dayatma aracı olarak değerlendirilmesi ve buna karşı dinin bir direniş alanı haline gelmesi ve tabi ekonomik sıkıntılar. Uluslararası birçok araştırma şirketi ve birçok uzman bu noktada benzer sonuçlar vermişler.
Örneğin, dünyaca ünlü Pew adlı bir araştırma şirketinin incelediği 14 Batı ülkesinin tamamında, daha fazla insan (genellikle iki katı) pandeminin inançlarını zayıflatmak yerine güçlendirdiğini söylüyor.
Covid-19’daki karantinalar, sosyal izolasyon ve ekonomik şoklar, neredeyse tüm ülkeleri ve yaş gruplarını etkilemiş.
Ama bu durum, özellikle erken yetişkinlik yıllarını bu karantinalarda geçiren ve onları yalnız veya depresif hale getirip anlam arayışına iten Z Kuşağı için daha çok etkili.
Harvard Üniversitesi’nde 25 yıldır din görevlisi olarak çalışan Tammy McLeod, Covid-19'u bir dönüm noktası olarak görüyor: “İnsanlar yalnız kalmaktan bıkmıştı.” O zamandan beri, “sayılarımız daha yüksek ve dönem başladıktan sonra düşmüyor.” Diğer kampüslerdeki din görevlileri de aynı şeyi görüyor, diyor.
Bazı kaynaklar, dindarlaşma eğilimini gençler arasındaki artan ruh sağlığı sorunlarıyla ilişkilendiriyor. Depresyon, korku ve anksiyete yaşayan Z kuşağı, dinsiz, nihilist dünya görüşüne karşı mesafe alıyor.
Kimi uzmanlar, din adamları ve araştırmacılar bunun, tamamen materyalist ve tüketimci bir kültürün boşluğuna karşı bir tepki olduğunu da düşünüyorlar.
Sekülerizmin merkeze aldığı rasyonaliteye karşı bir direniş alanı olduğunu söyleyenler de var. Genç din değiştirenler, rasyonel, gizemi çözülmüş bir inanç aramıyorlar, modernitenin ortadan kaldırmaya çalıştığı unsurlara, yani ayin, ritüel, aşkınlık ve kutsallık hissine çekiliyorlar.
The Economist’te yayınlanan yakın tarihli bir anket, Fransızların yüzde 64'ünün daha fazla sessizlik ve tefekküre ihtiyaç duyduğunu gösteriyor.
Tüm dünyada yükselen kültürel muhafazakârlık dalgası, Fransa’da da genç kuşakları etkiliyor. Laiklik ve liberal değerlerin kökleştiği Fransa’da, dine yönelmek bir tür “karşı-kültürel” duruş haline gelmiş olabilir. Zira Birleşik Krallık veya Kanada'da inancı ifade etmek daha az politik bir beyandır. Fransa'da ise durum biraz farklı. Vaftiz edilip Katolikliği uygulamayı seçmek, güçlü bir seküler ideolojiye karşı bir başkaldırı eylemi olarak görülebilir.
Bir nevi merkez çevre çatışması gibi düşünebiliriz yani.
Ez cümle acaba Batı dünyası “post-laik” bir döneme mi giriyor? Yoksa bunu sekülerliğin yorgunluğu olarak mı okumak lazım?
Batı’daki dindarlaşmanın Türkiye’ye ve Türkiye sekülerliğine etkisi nasıl olacak o da ayrı bir tartışma konusu elbette.