Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        “Son Bir Nefes” (Last Breath), Kuzey Denizi’nin derinliklerinde kilometrelerce uzanan enerji boru hatları hakkında seyircilere verilen kısa bilgilerle açılıyor. Hat, ulusların ekonomisi ve insanların günlük hayatı için kuşkusuz büyük önem taşıyor. Dolayısıyla, kontrol bakım çalışmalarının hiç aksatılmadan düzenli olarak yapılması gerekiyor. Tabi ki, özel eğitimli dalgıçlar tarafından…

        Filmin başında bize verilen son bilgi, boru hattının bakımında çalışan dalgıçların dünyanın en tehlikeli işlerinden birinde çalıştıkları gerçeği… Açılış sahnesinde bu bilgiler yazılı olarak akarken su altı kamerasıyla çekilen siyah beyaz görüntüleri izliyoruz. Sahnenin son karesinde karşımıza çıkan “deniz altındaki platformun üzerinde yatan çaresiz dalgıç” görüntüsü, hikâyenin en kritik anlarından birine yapılan bir “flash – forward” aslında… Böylece, 2012’de yaşanan gerçek bir olaydan yola çıkan “Son Bir Nefes”, içerdiği gerilim duygusunu bize en başından güçlü şekilde hissettiriyor.

        Tür olarak baktığımızda “Son Bir Nefes”, yaşanan kazanın ardından deniz altında verilen hayatta kalma mücadelesi üzerine kurulu, gerilim ağırlıklı bir film. Kaza anına gelmeden önce, film bize karakterleri tanıtıyor: Chris Lemons (Finn Cole), nişanlısı Morag (Bobby Rainsbury) ile evlilik hazırlıkları yapan ve boru hattında çalışan genç bir dalgıç. Onları İskoçya’da deniz kıyısında yeni satın aldıkları arazideki prefabrik evde görüyoruz. Morag’ın, nişanlısının işindeki riskler konusunda hiç rahat olmadığı çok belli. Chris ise işini seven biri ve Morag’ın içini rahat tutmaya çalışıyor.

        Chris, Kuzey Denizi’nde gerçekleşen yeni dalış için görevli olduğu gemiye gittiğinde, kaptan ve mürettebat dahil birçok karakter geliyor karşımıza. Ama Chris’le aynı dalış ekibinde görevli iki kişi öne çıkıyor. İlki tecrübeli Duncan Allcock (Woody Harrelson)… İlerleyen yaşı nedeniyle şirketin artık dalgıçlık yapmasını istemediği Duncan, son seferine çıkıyor ama deniz altında çalışmaktan memnun ve emekli olmak istemiyor. Diğeri ise ekibe yeni katılan ve dalgıçlar arasında efsane olarak kabul edilen David Yuasa (Simu Liu)… Filme bir aksiyon yıldızı gibi giren David, aynı ekibe düştüklerinde Duncan’a pek yakın davranmıyor ve her şeyiyle bir profesyonel görüntüsü çiziyor. Nişanlısının fotoğrafını gördüğünde “Sadece işine odaklanmalısın” diye uyarıyor onu. Duncan, David’in durumunu “Burada bozayı gibi görünebilir ama evinde iki kız babası bir kedidir o” diyerek özetliyor.

        “Son Bir Nefes”, yaşanmış olaylardan uyarlanan birçok filmde gördüğümüz gibi gerçeği eğip bükme konusunda çok ileri gitmiyor. Sözgelimi, “film icabı” gereksiz bir kötü adam eklemiyor öyküye. Havalı David ile heveskar Chris arasında zorlama bir kişilik çatışması kurmuyor. Olup biten her şeyin ardında Kuzey Denizi’ndeki kötü hava koşulları var. Dalış öncesi Kaptan Andre Jenson (Cliff Curtis), dalış ekibini gemiden yöneten süpervizör Craig’e (Mark Bonnar) dalgaların engel teşkil edip etmeyeceğini soruyor. Craig “Burası Kuzey Denizi, başka ne bekleyebiliriz?” anlamına gelen şeyler söyleyerek operasyon için startı veriyor. Ki sorun da hava muhalefetinden ziyade geminin bilgi işlem sisteminin aniden kapanmasından kaynaklanıyor. Sistemin kapandığı anda Chris ile David’in denizin 100 metre altında boru hattında çalışıyor olmasıyla birlikte sorunlar başlıyor ve giderek ciddileşiyor.

        Filmin gerisini finale kadar süren bir gerilim olarak özetleyebiliriz. Hikâyenin gerçek kötü adamı, zamanın akışı… Gemidekiler yukarıda, dalış ekibi ise suyun altında zamana karşı büyük bir mücadele veriyor. Detaylı bir kurtarma planı yapma şansları yok. Acil kararlar alıp hemen harekete geçmeleri gerekiyor. Özellikle kaptan ve Craig saniyeler içinde ölçüp biçmeden karar vermeleri gereken kritik ikilemlerle karşılaşıyorlar. Aşağıdakiler için de durum hiç farklı değil. Her seferinde aynı ikilem çıkıyor önlerine. Hayat kurtarmak isterken başkalarının canını riske atacak kararlar verme olasılığı… Nispeten genç bir profesyonelin “Ben bu sorumluluğu alamam” diyerek masa başından kalktığı sahne, kurtarma çabalarını en iyi şekilde özetliyor: Hayat kurtarmak için sürekli sorumluluk ve risk almak zorunda kalıyorlar. Hatta bazen kendi hayatlarını riske ediyorlar. Film ilerledikçe ayrıntılarına girmek istemediğim başka ikilemler de çıkıyor karşılarına.

        Filmin yönetmeni Alex Parkinson’un Mitchell LaFortune ve David Brooks ile birlikte yazdığı senaryo, özellikle kazanın detayları konusunda yaşanan gerçeklerden çok kopmadan, olup biteni abartmadan yansıtıyor. Film özellikle ilk yarısında, daha doğrusu kaza anına kadar hem karakterleri tanıtıyor hem yaptıkları iş üzerine birçok ayrıntılı bilgi veriyor. Zaten filmin en sevdiğim yanı, detaycılığı oldu. Kuşkusuz, kurmaca filmin doğası gereği her şeyin bire bir yaşandığı gibi anlatılması kolay değil ama basınç odaları, güvenlik önlemleri, dalış giysileri ve prosedürleriyle olup bitenleri dikkatle gözlememiz sağlanıyor. Gemide olup bitenler için de aynısı geçerli. Kaptan dahil birçok yan karakteri sadece işlerini yapmaya çalışırken tanıyoruz.

        “Son Bir Nefes”in kurmacanın baştan çıkarıcı tuzaklarına düşmemesinin en önemli nedenlerinden biri, örneğine pek rastlamadığımız şekilde bir belgeselin yeniden çevrimi olması… Üstelik Alex Parkinson, aynı adı taşıyan 2019 tarihli belgeselin de yönetmenlerinden biri... Bir sinemacının yaşanmış bir olayın önce belgeselini, sonra kurmaca versiyonunu çekmesi, kuşkusuz büyük bir avantaj. İlkinde sadece gerçeklerin peşindesiniz. Tüm araştırmanızı, ön çalışmanızı yapıp filminizi belgesel olarak çekiyorsunuz. İkincisinde ise aynı belge ve gerçeklerden yola çıkarak aynı hikâyeyi konulu film haline getiriyorsunuz.

        Belgesel kuşkusuz geniş kitlelere ulaşmakta zorluk çeken bir tür. Kaldı ki, insanların belgeselleri daha çok evinde seyretmeyi tercih ettiğini biliyoruz. 2019 tarihli İngiliz yapımı belgesel “Last Breath” de sınırlı sayıda kopyayla sinema salonlarında gösterime girdikten sonra Netflix içeriğine dahil olmuştu.

        Dünyayla aynı anda Türkiye’de de gösterime giren ABD – İngiltere ortak yapımı “Son Bir Nefes”, yıldız oyuncuların da yer aldığı yüksek bütçeli bir yapım. Dram ve karakter yanının çok güçlü ve etkileyici olduğunu iddia edemem ama gerilim olarak iyi işleyen bir film seyrettiğim kesin.

        Hollywood’un yaşanmış olayları abartarak filme aktarma konusunda kötü bir karnesi olduğu için seyretmeden önce filmden çok umutlu değildim açıkçası. O yüzden beklediğimden daha iyi buldum. Müziklerini değil ama oyunculukları, çekimleri ve montajı beğendim. Su altında geçen karanlık bölümlerin verdiği tuhaf klostrofobi duygusunu not etmek isterim. Chris’in bağlantısının koptuğu anda içine düştüğümüz sessizlik de etkileyiciydi. Beni en çok etkileyen yanı ise kuşkusuz anlatılan olay oldu.

        2012 yılında gerçekleşen, uluslararası medyada yer alan ve uzmanların uzun uzun tartıştığı kazayı hatırlamayanların sayısının çok fazla olduğunu düşünerek hikâyenin ikinci yarısıyla ilgili ipucu vermedim. Aynı şekilde, final hakkındaki görüşlerimi de yazmaktan yana değilim. Tek söyleyebileceğim, hiçbir şeyin hayat kadar şaşırtıcı olmadığı…

        6.5/10