Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mesut Yar Biz o dersleri asmayacaktık!
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Tarihin alaycı bir tarafı olduğu kesin. Zamanla olan ilişkisinde geriye mi yoksa ileriye mi doğru hareket ettiğini hiç kestirmeyen bir dalga gibi

        Anadolu toprakları üzerindeki sayısız medeniyetle bize birçok şeyi zamanından önce işaret etmiş hep…

        Sadece çağının değil mimarlık tarihinin de en usta isimleri bu topraklarda inşa etmiş kentlerini…

        Bugün “nasıl yapmışlar?” diye merak uyandıran eserleriyle Dinokrates, Sostratus, Kersifron, Hermogenes, Koca Sinan, Atik Sinan, Balyan kardeşler hep bu toprakların çocukları…

        Kentleri kent yapan bütün parçalarıyla bütüne matematik, fizik, geometri, mantık, felsefeyi dibine kadar kullanarak yürümüşler

        Şu an modern kent mimarisinde parmakla gösterilen tüm şehirlerin deniz feneri olmuşlar bir nevi…

        Troya’yı, Efes’i, Bergama’yı, Miletos’u, İstanbul’u, Edirne’yi harcından izlemeye kalkarsanız mutlaka birinin parmak izine rastlarsınız

        Yahu, Koca Sinan’ın muhteşem eserlerinde kullandığı “Deprem Terazisi” kullanabilenler için hala tedavülde…

        Peki, biz neredeyiz? Son derece basit bir yanıtı var bunun. Kuş uçuşu yüksekliğinden bakınca, bir beton denizinin ve çıkmaz sokakların; 6,2’lik deprem vurunca evinden koşturarak kaçanların içindeyiz…

        Şimdi ya geriye bakıp astığımız ders notlarına gömüleceğiz ya da önümüze bakıp içimizdeki dâhiyi Antik çağ mezarlıklarına gömeceğiz…

        İkincisini hak etmedik. Ama birincisi için de hiçbir şey yapmadık. Rant, talan ve yalandan başka!

        ***

        Biri izah eder mi?

        Şunu anlamakta zorlanıyorum. “Hangi hoca doğruyu söylüyor?” sorusu üzerinden deprem bahisleri açmaya…

        Naci Görür mü yoksa Şener Üşümezsoy mu?” diye bahse girip, “gönlüm Üşümezsoy, aklım Görür diyor” minvalinde romantizm kasmaya…

        Naci Ğörür
        Naci Ğörür

        Bahsi geçen tüm bilim insanlarının farklı ihtisas alanları üzerinden deprem ortak disiplininde buluştuğuna değil, “hangi tribüne ne kadar taraftar yığarım?” diyerek amigoluk yapmaya…

        İlle de bir “kıyamet habercisi” ya da “huzurun müjdecisi” arayıp, fay temeli üstünde kurulmuş kentlere deprem gerçeğini unutturmaya…

        Hangi vicdan olur verir, hangi insan aklını teslim eder?

        ***

        Söz gümüşse sükut altındır!

        Prof. Dr. Şerif Barış bir Sismolog. Yani aklımızdaki soruların yanıtlarını heybesinde taşıyan bir bilim insanı…

        Beklenen Marmara Depremi’nin olmadığını, olacaksa da belki bir miktar düşük şiddette olduğunu söylüyor. Ama bunu ben istediğim için dile getiriyor…

        Şerif Barış
        Şerif Barış

        Yoksa ona kalsa, medya kurbanlar istemekte, insanlar isim-şehir oynamakta, kumarbazlar skor bahislerine girmekte kararlı

        Ve en büyük çuvaldızı kendine batırarak ve hatta kendini hançerleyerek “Bunu biz bilim insanları yaptık. Analizlerimizi kendi izimizdeki bilim kurulları ya da sempozyumlarda değil ekranlarda sesli dile getirdik, büyük yanlıştı ve hala devam ediyor” diyor…

        Şerif hoca haklı değil mi? Böylece ve bu yüzden medya aradığı sarsıcı manşete, insanlar korku kentlerine, bahisçiler skorlarına kavuşmuş oluyor

        Üstelik hepsi de havada kalan, gerçek hayatla arasında kocaman bir makas olan demeçlerin, analizlerin, manşetlerin arasında mental zehrimizi içip; ölüme yatıyoruz…

        Bu dakika itibarıyla bilim insanları bir ortak kabul olmadıkça, vatandaş bilimin kolektif ağzından çıkana bakmadıkça, “deprem gerçeği” üzerinden vaziyetlerden vaziyet beğenmeyelim

        Depremin değil binanın öldürdüğünü nasıl binlerce kurban vererek öğrendiysek, depreme rağmen hayatta kalmayı da yaşayarak öğreneceğiz. Biraz sessiz olmamız da kâfidir ha!

        ***

        Bunları unutmamakta fayda var…

        Dünyanın en pahalı internet ve GSM faturalarını ödeyip, orta ölçekte bir depremde iletişim ağının kilitlenmesini…

        GSM şirketlerinin Afet Acil durum Prosedürünü depremden 8 saat sonra işletip, abonelere “çok gecikmiş” ücretsiz kullanım hakkı gönderilmesini…

        Depremin akabinde 1500 liralık uçak biletinin 9000 liraya çıkarılması ve tepki üzerine zammın geri alınmasını

        İstanbul’dan kaçanların can havliyle yaptığı otel rezervasyonlarında fahiş fiyatlar çıkarılmasını…

        İnsanlar can derdindeyken kimi siyasilerin deprem üzerinden hizmet yarışı bahsi açıp ikilik yaratmasını…

        Sosyal medyada “ben depremi herkesten önce haber verdim” iddiasında bulunan bazı fenotiplerin sözde “danışmanlık ücretini” dörde katlamasını…

        Unutmamakta, unutturmamakta, hatırlayıp, hatırlatmakta büyük fayda var. Deprem belki öldürmeyebilir ama kahır öldürür!