Hadi bugün havamızı biraz değiştirelim. Son birkaç gündür sunduğum haberlerden bir kolaj yapalım. Farklı pencereler açalım…
Öncelikle şerhimizi de düşerek; sıradan bir bültenin ilk on haberine hiç değinmeyeceğiz. Yani ne siyasetteki çekişmeler ne de diplomatik çöplüğü andıran iddialar filan olmayacak…
***
“Başka bir yer bulamazsın/ nereye gitsen peşinden gelecektir bu şehir” der Yunan şair Kostantin Kavafis…
Çok az insan bilir bir dönem İstanbul Yeniköy’de yaşadığını. Hatta orada küçük bir müze/ kafede izlerinin olduğunu hala...
Kavafis, ömrü boyunca Ege ya da Akdeniz coğrafyasında dizelerini kâğıda dökerken insan “yeni ömürleri” için gidecek adres arayışında…
Geçenlerde üç astrofizikçinin katıldığı bir program yaptım. “Dünya ölüyor, nereye kaçabiliriz enikonu?” diye sorduğumda “ilk etap Ay belki zorlarsan, çekim/ itim kuvvetiyle Mars” dediler hep bir ağızdan…
O da şanslıysak filan, birkaç asrı alacak gibi. Gittin diyelim. Peşinden gelmeyecek mi şimdi yaşadığın adresteki alışkanlıkların?
O yüzden şu üç günlük dünyadan kaçacak başka bir yer aramak yerine başka türlü bir şey istemek daha kolay değil mi?
Bir yere kaçabileceğimiz yok. Başka bir galaksiden gelen ziyaretçilerin izine de rastlanmamış. Yalan dünya tek adresimiz. Keyfini çıkaralım…
***
Üstteki paragrafta “yalan dünya” dedim değil mi? Elbette rahmetli Neşet Ertaş ustanın ağzından türküsünü dinlemek de var ama şimdi bahsedeceğim bir metafordan çok bir hakikat gibi görünüyor…
Uzun zamandır bilim dünyası aynı fasit çemberin etrafında dönüyor. Bir acayip sorunun da diyebiliriz. “Yaşadığımız evren bir simülasyon olabilir mi?”…
Bilim insanları böyle bir ihtimalin olmadığını söylüyorlardı ama karşı argümanlar da netleşmeye başladı. Bir ihtimal daha var yani…
İngiliz fizikçi Dr. Melvin Vopson çok ilginç bir iddia ortaya attı. Hatta “kanıt buldum” diyerek…
Kütle çekimini doğrudan bir kuvvet değil, evrenin kendine çeki düzen vermesi olarak açıklayan bu ilginç bilim insanı, böylece evrenin bir bilgisayar algoritması gibi çalışarak veri sıkıştırması ve hesaplama verimliliği yaptığını ileri sürüyor…
Bu şu demek; “Evren, sürekli kendi sınırlarını öğrenmeye ve sabitlemeye çalışan sanal gerçeklik piksellerinin bütünü gibi”…
Bir şey anlamadınız değil mi? İlk bakışta öyle gibi görünse de şöyle de bir sorum var; “Matrix filmini izlediniz mi?”
Mavi ya da kırmızı hapı seçtikten sonra yeniden bir konuşalım. Tabii o ana kadar çarpılmazsak!
***
Uzay ve fizik kafa açan iki kan kardeş gibi paralel şekilde yürüyedursun biz biraz ayaklarımızı yere basalım. O da ne?
Betondan başka bir taban bulamıyorsunuz değil mi? Nereye gitti yeşil bayır, nerededir bu çayır çimen?
Büyük önder Atatürk’ün yaşama veda ettiği yıllardan biraz öncesinde Yalova’yı bu ülkenin bitki ve tahıl bankası haline getirmeye çalıştığını araştırmacılar bilir…
Ben de yakın arkadaşım Ömer Rino Disperati sayesinde öğrendim. Dedesi Rino, Yalova’da genç cumhuriyetin ilk botanik çalışmalarını yapmış…
Sonra bir ayağı Türkiye, diğeri İtalya’da olmak üzere sürdürmüş her iki ülkeyi de yeşillendirmeyi…
Oğlu Ricardo, Nurten hanımla evlenince aile iyiden iyiye bu topraklara genetik tohumlarını da atar olmuş…
Sonra Ömer Rino, neredeyse büyük bir aşkla bağlı olduğu ata mesleğini dünyanın her yerine taşımış. Aslı Türkiye’de kalmak üzere…
Memleketin en zengin botanik bahçe/ müzesi şimdi Bodrum Dereköy’de bulunan Rino’s Garden’da yükseliyor…
Binlerce farklı bitki türü ve tohumla Ömer ciddi bir yeşil arşiv hediye ediyor memleketine. Bahçe öyle güzel ki…
Kapısından girdiğinizde ağaç ve çiçeklerle bütünleşiyorsunuz. İçeride bir de İtalyan restoranı var. Orası da Ömer’in eşi Svetlana’ya emanet…
Şimdi menüye girip “biz zaten bunları biliyoruz” diyen gurmeleri “bildiğiniz gibi değil” diyerek kızdırmayalım ama Şef Burcu Yamacı kaptanlığında olağanüstü bir mutfaktan bahsediyorum…
Burcu Şef de 45 yıldır ailenin mirası olan aynı ekşi mayayı hayatta tutuyor. Yani bu bahçede doğan ölmüyor, yaşatıyor…
Svetlana “başka türlü bir şey mümkün” diyor konuşmamızda. Bu da bizi yazının ilk bölümüne atıyor…
Eğer bir şehir peşimden gelecekse öldürmeyen yaşatan olsun. Net!
***
Nasıl girişmiştim yazıya? Farklı bir haber bülteni sunacaktım size ama olmadı. Yaşadıklarım beni başka bir yola soktu harflere revan olunca. Ama baktım da haber dediğin zaten hayatın kendisi değil mi; ha dün, ha yarın, ha da şimdi son bakışta!