Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mesut Yar Bodrum'a yeterince ayıp etmedik mi?
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Yaz sezonunun açılmak üzere olduğunu birkaç maddeyle anlarsınız Türk turizminde. Misal, Bodrum’da

        Allah ömür versin, sevgili ağabeyim Fedon kendini karpuz kabuğunu beklemeden suya atınca…

        Bodrum sahillerindeki restoranlar ya da plajlar lahmacun fiyatlarını açıklayınca…

        İlki ne kadar sevimliyse ikincisi o kadar sevimsiz ve demode bir habercidir benim için. Yoğun haksızlık içerir çünkü…

        Bu yaz Bodrum’da lahmacun fiyatlarının 2200 TL’den başlayacağı haberi çıkınca “artık yeter” dedim

        Yeter çünkü Bodrum lahmacun etiketlerinden ibaret bir yer değil. Yani Bodrum ve lahmacun arasında bir kan bağı filan yok…

        Yeter çünkü tüm dünyanın en önemli turizm merkezlerinden biri olarak tarihinden iklimine, gastronomisinden kartpostal güzelliğine; hemen her öncelik listesinde yerini alan bir sahil kentine “bu seviyeden bakmak” ahlaki değil…

        Yeter çünkü Bodrum esnafını vebal altında bırakırken, fiyat skalasında “her sosyoekonomik grubun erişebileceği” rakamlar da mevcut…

        Yeter çünkü geçtiğimiz yıl yaşanan turist kaybını bu tür haberler uluslararası boyuta taşındığı için yaşadık. Ama bu yıl umudu var Bodrum’un…

        Bodrum’un genç belediye başkanı Tamer Mandalinci ile küçük bir konuşmamız oldu. “Bu imajı düzeltmek için ne düşünüyorsunuz?” diye sordum

        Meğer çoktan düşünülmüş hatta yola çıkılmış bile. Mandalinci, Bodrum’un başına geleceklerini iyi hesap etmiş ve yerel servetler üzerinden harekete geçmiş…

        Bu sezon cömert bir ev sahipliği yapacağını söylüyor Bodrum’un. Elbette bir şerh ile. Bu cömertlik, bu samimi heves içinde fırsatçılık ve çıkarın olmayacağı konusunda çok net…

        Yolum düşecek kısmetse. Yerinde göreceğim. Çökertme Kebabı dururken elbette lahmacun yemeyeceğim…

        Yani sadece Bodrum’a değil, Antep’e de bu kötülüğü etmeyeceğim. Nokta!

        ***

        Serdar Turgut kehanetleri!

        ABD siyaseti ve diplomasisini yıllarca başkent Washington’dan takip edip aktaran önemli bir kalemdi Serdar Turgut

        Geçtiğimiz hafta yayınladığı son kitabı “Trump ve Zamanın Sonu” bu anlamda başucu eserlerinden biri olabilirdi. Hemen edindim kitabı…

        Alıştığımız üslubunun tersine bu kitabında diplomasi ve birikim kadar bir parça da “yarın okuyuculuğu” yapmış Serdar Turgut

        Yazı dilinde onun özgünlüğünden tatlar olsa da mesele gülümseyerek okunabilecek bir ray üstünde devam etmiyor…

        Serdar Turgut’un Evanjelist tutsak olarak gösterdiği Trump’ın Türkiye’ye uzanan tuhaf emellerin bir kuklası olabileceği ihtimali üzerinde dikkatle duruluyor kitapta

        Teslim edersiniz ki son dönemdeki aşırı ABD- İsrail samimiyetinin altında bir muhasebe defteri var. Defterin kayıtları çok endişe verici sokaklara giriyor kitapta…

        Son sözün o ünlü Armageddon (Kutsal Savaş) kıyametinin Türkiye’ye bağlanarak, ardına ünlem alışı da kaygı verişi…

        Sahi, uzun zamandır “Türkiye giderek granitleşen dünyanın tam olarak neresinde?” diye soranınız yok mu? Bence çok…

        O zaman ben daha fazla özet vermeden siz Serdar Turgut’a kulak verin. Trump’ın çok da kestirilemez bir adam olmadığını görecek, belki rahatlayıp belki daha da kaygıya kapılacaksınız!

        Ben ikisinin ortasında kalakaldım, o kadarını söyleyeyim…

        ***

        Mucizeler ve skandallar dedik ama…

        Belki Osmanlının cenkleri veya sultanlarından çok seçkinci ve kentsoylu tabakasını anlattığı için bir destan yazmıyor “Şakir Paşa Ailesi; Mucizeler ve Skandallar” isimli dizi…

        Hikâyede eli kılıçtan başka her şey; fırça, kalem, kadeh, mendil ve saire tutan karakterler olduğu için de kahramanlık talebinde olan izleyiciyle araya ister istemez bir makas koyuyor

        Ama bu, seyircinin bölüm sonunda yaşadığı duyguyu hafifleten bir şey değil. Gerçeğin bir başka açıdan görünüşü olduğu için oldukça da ağırlığı var…

        İçinde Cevat Şakir barındıran bir hikâye elbette farklı bir perspektifle ekrana taşınsaydı samimiyetini yitirebilirdi. Defosu olmayan insan diye bir şey yok çünkü. Hükümdar, paşa ya da tebaa…

        Kalıpları kırdığı kadar, resmi tarihin dışına çıkarak sivil itaatsizliğin de parmak izlerini taşıyor dizi. Günün sonunda kurgu da olsa gerçeğe bir hayli yakın duruyor…

        Ama ne bileyim, kimi işler doğuştan lanetliymiş hissi bırakır bende. Burada da aynı tuhaf hissiyat söz konusu…

        Yapımcıların mahkeme süreci, art arda çıkan plato yangınları, can kayıpları, mücbir aralar filan derken bir sonraki talihsizliğin ne olacağını merak ediyorum dizinin kendinden çok

        Neyse. Özet geçersek; mucizeyi henüz görmedik, skandallar tam gaz ama bir ekleme eksik sanki isimde. Onu da sen koysan ne olurdu sahi, sevgili okur?

        ***

        Alışıldığın çok dışında…

        Papa Francis’in öldüğünde geride bıraktığı servet 100 USD olarak açıklandı. Bizim parayla çarpınca yaklaşık 3900 lira gibi bir şey…

        Üstelik yüzbinlerce Euro maaşı olmasına rağmen, bir kez bile eline nakit değmemiş. Geldiği gibi ihtiyaç sahiplerine giden bir ödenek gibi kullanmış bunu…

        Kendisi hakkında konuşacak teolojik yetkinliğe sahip değilim ama bizde tevekkülün altını çizen “bir lokma bir hırka” seviyesinde yaşamış bu din insanı…

        “Eloğlundan ahlak dersi alacak değiliz” diyenler çıkacaktır elbet. Ve inancı bir kırmızıçizgi olarak gördüğüm için lafı da uzatmayacağım…

        Tevazu azizim, bahsetmek istediğim tek şey tevazu. Koltukların kibrine teslim olmuş herkes için dileğim sadece bu…

        Biri ne kadar rahmaniyse, diğeri o kadar şeytani çünkü. Katoliklerin ruhbanı olup da Katolik fikirlere saplanıp kalmamak da bu dünyanın işi değil

        Dilerim elinde seleflerinin genetik kan izi olmadan ayrılmıştır aramızdan. Eğer öyleyse gerçekten kendi inancı için değil tüm inançlar için önemli bir kayıptır

        Allah taksiratını affetsin diyelim!