Öncelikle şimdiden iyi bayramlar dileklerimi ileteyim ve başlığa maddelerle devam edeyim iyisi mi?
Geçen hafta sonu Marmaray’da yaşanan “Mavi Gömlekli” meselesinde suçun sürekli bir o yana bir bu yana geçmesinden…
Her gün neredeyse iki kadın şiddete maruz kalıp, kurban ediliyorken; “Kadına şiddet” meselesinin sadece bir fenomen ve eski sevgilisi üzerinden yürümesinden…
Trafik sorununda bütün meseleyi radara bağlayıp, makasa girenlere, emniyet şeridini kullananlara, kaldırım üstünde yaya ezenlere hiç değinilmemesinden…
Akşam ekranlarına kurulan haber masalarını mahkeme salonuna döndürüp; “bu içeri alınacak”, “bu tahliye edilecek” çığlıklarıyla iddianameler üzerinden iddiaya girilmesinden…
Tam unutmuşken, unutulup gitmişken, yine sosyal ve ana akım medyada çeşitli bahanelerle Dilan Polat gündemi taarruzuna maruz kalmaktan…
Yaşadığımız trajik doğa olayları sonrasında kerli ferli akademisyenlerin kürsü dururken ekran bulup, deprem şiddetleri üzerinden bahis açmasından…
Bodrumlular ve hatta Belediye Başkanı Mandalinci bile “yok öyle bir şey” derken Bodrum ve lahmacun ilişkisinin bir türlü 2500 liranın altına inmeyişinden…
“Terörsüz Türkiye” projesinde geçen “terör” kavramının her kafada farklı yorumlanıp, izaha çalışılmasından…
İzmir’deki grevde iki taraftan birini tutup, diğerini topyekûn aforoz ederek sosyal adaleti sağladığını düşünen durgun zekâlardan…
Ve tüm bu saydıklarımın sadece bir hafta içine sığabilen bir gündemde yaşanmasından çok ama çok sıkıldım!
***
Asıl mesele köftede!
Böyle siyasete boğulduğumuz zamanlarda Vedat Milor imdada yetişiyor hep. Birkaç sene önce başlattığı “Melemen” tartışmasını şimdi de “en iyi simit” sorusuna taşıdı…
Kendisi İzmit simidini listenin başına koydu ama sanırım Keşan ile Çanakkale arasında simide denk gelmemiş hiç. Mesele bu değil…
Madem bu hattan yürüyoruz asıl çözmemiz gereken neredeyse 7’den 70’e neredeyse ulusal yemeğimiz haline gelen “köfte”…
Anadolu’da hangi kasabaya giderseniz gidin en iyi köftenin kendi mutfaklarından çıktığını söylerler. Ama teslim etmek gerekir ki bu işi en iyi muhacirler yani Balkan kökenli kardeşlerimiz yapar…
Misal Tekirdağ, Kırklareli, Edirne, Balıkesir, İnegöl köfteleri ilk elden sayabildiklerim. İyi bir köfteci ustası piyaz yerine küçük güveçlerde kuru fasulye servis etmeyi tercih eder. En iyi köfte sosu da domatesin harman olduğu bu topraklardadır…
Sınırın bir kilometre ötesinde isi köfte kültürü neredeyse hiç yoktur. Ne Bulgar ne de Yunan köfteyi beceremez bizimkiler gibi. Belli ki bizimkiler mübadelede ağız tatlarını da bavula koyup getirmişlerdir memlekete…
Bu söylediklerime başta Akçaabat, Selçuk, Tire, Çine, Selçuk hatta Adana’dan itiraz gelecektir. Başım üstüne…
Ve fakat Sayın Milör’ün yaptığını yapıp, “kimse alınmasın ama” diye şerh düşerek bildiğimi yiyeceğimi beyan ederim. Afiyet olsun!
***
Bayramlaşmayla başlayabilirsiniz…
Siyasette taşların sürekli yer değiştirmesini bir nevi satranç olarak görüyorum. Dün kanlı bıçaklı olanlar bugün kolektif arayışında…
Bu bir yandan çok tartışılan vesayet meselesini, öte yandan da kontrol ve alternatif mekanizması olan muhalefetin topu ayağından kaçırmasını getiriyor…
Kabul etmek gerekir ki İktidar doktorsa muhalefet eczacıdır. Ya da tam tersini düşünebilirsiniz. Birbirleri olmadan bir hastayı ayağa dikebilmek imkânsızdır…
Hal böyleyken çifte düşman hukukundan kaçınılması, ortak bir münazara dilinin yaratılması gerekmiyor mu?
Ama her iki tarafın da birbirine “yokmuş” muamelesi yapmasıyla bunun mümkün olduğunu düşünmüyorum…
Bayramlaşmada bile ayrışan bir siyaset kafası herkese kaybettirir. “Türkiye’de siyaset kurumu böyle işler” fikrini de sadece bu yüzden bile olsa, tamamıyla reddediyorum artık…
Antik zamanlardan kalma politik kaosla beslenen, bağırsaklarının düğümlenmesini göze almalıdır. Neyse…
Bila istisna bütün siyasetçilere çağrımdır, önce birbirinizle helalleşin, sonra birleşip halktan helallik isteyin. Gün bugündür; İnşallah becerebilirsiniz…
***
Barış ağabey için jest olur!
Aynı günde iki araç medyaya manşet oluyor. Biri rahmetli Barış Manço’nun Belçika’da bir selde kaybolduktan yıllar sonra bulunarak, oğlu Doğukan tarafından tamir edilip, memlekete getirilen kırmızı spor otomobili…
Diğeri otomobillere olan ilgisini iyi bildiğimiz Cem Yılmaz’ın 2,5 milyon liraya satın aldığı üç tekerli motosikleti…
Biri Türkiye’de ilk kez sergilenip müzeye kaldırılacağı için haber oluyor. Diğeri Cem Yılmaz’ı bu yaz üzerinde göreceğimiz için…
Barış ağabeye saygısını iyi bildiğim Cem’in yerinde olsam, Manço’nun “en iyi yol arkadaşım” dediği spor otomobilinin Marmara Park AVM’deki sergisine üç tekerli motorumla giderdim…
Böylece hem Barış ağabeyi genç kuşağın da yakından tanımasına vesile olur hem de yeni aracımı hayırlı bir haberle kamuya açardım…
Nazarın zekâtı böyle de ödenir; ne dersiniz?