Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mesut Yar Turizmde yine algı sorunu var!
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Bayramda İstanbul’da kalmak ayrıcalık oldu bana göre. Memleket dört tekerli ağlarla örülmüş durumda. Herkes bir yerlere gitme telaşında. Mesele en çok da nefes almak rotasına dönüşmüş…

        Modern zamanlarda bayramı tatile döndürmeyi başardık. Ruhani telaşlar yerini dünyevi telaşlara bıraktı. Hayatın acımasızlığına parmak kaldırmak gibi görüyorum bunu. Kim haklı, kim haksız karışmadan tabi…

        Gelelim tatil ile turizm ilişkisine. Dün Habertürk ekranında Yunan adalarına akın eden Türkleri görünce, salgından sonra zembereğinden boşalan pahalılık algısını kıramadığımızı anladım…

        Mikrofon uzatılan hemen herkes “Yunan adalarındaki tatilin yerli tesislere oranla daha erişilebilir olduğunu” söylüyor…

        Öyle mi gerçekten? Vize parası, kent vergisi, yol ücretleri, konaklama ve yiyecek- içecek giderleri derken “gitmek mi zor kalmak mı?” sorusuna efektif bir yanıt bulmak için valizde hesap makinesi bulundurmak gerekiyor…

        Bizde oda fiyatları Ege ve Akdeniz kıyılarında 2500 ila 50 bin lira arasında. İkinci şıkkı tercih edeceklerde ülke nüfusunun yüzde 1’i bile değildir…

        Ama ilk şık için, dört günlük tatil bazında Türkiye, geçtiğimiz yıllara oranla bir miktar daha çekim alanının içinde duruyor…

        Üstelik sadece deniz-kum-güneş üçlemesiyle değil, alternatif turizmde de geldiğimiz yer görmezden gelinmeyecek bir yerde…

        Buna rağmen bizim medya başta olmak üzere, kulaktan kulağa fısıldayan “pahalılık algısı” Damokles kılıcı gibi sallanıyor turizm esnafının başının üstünde…

        O yüzden bir şey yapmalı. Turizm platformları sivil toplum kuruluşlarını devreye sokarak halkı yine kendi ülkesinde yaşanacak bir tatile ikna etmeli…

        Bunu yaparken de samimi mesajlar verilmekle kalmayıp, hayat pratiğinde de rüştünü ispat etmeli Türk turizmi

        Şu anda ekonomiyi çeviren en önemli enstrümanımız turizm. Ve şu bir gerçek ki yanlış notalara tahammülü kalmadı kimsenin bu enstrümanda!

        ***

        Bu iş böyle zor biraz!

        Bayram öncesi gündeminde trafik cezaları hiç olmadığı kadar manşete çıkarmıştı kendini. Kimi çok fahiş buldu yeni rakamları kimi ise “tuzak” filan dedi…

        Kimi “ehliyet sahibi ehil olsun” diyerek cezalandırmaya destek çıkarken, kimi de “halka ceza, yöneticiye ödül mü?” diyerek trafikte yaşanan çakarlı kaosuna işaret etti…

        Ne olursa olsun, tüm bu caydırıcı fotoğrafa ve hatta bizzat bakanlığın “Türkiye Sabit Radar Haritası” yayınlamasına rağmen kesilen cezalar uçtu, gerçekleşen kazalar da rekor kırdı…

        Teslim edelim ki trafik sorunu sadece cezalandırmakla altından kalkılabilecek bir mesele değil. Çok ciddi bir mühendislik ayrıca bir de “toplum mühendisliği” gerektiriyor…

        Trafikte kimseyi takmayan ağır bir kalabalık var. Cinayete varan saçmalıklar otobanı yaratıyorlar masum insanlar için. Bunları öyle kamu spotu filan yayınlayarak ehlileştirmek mümkün değil…

        Aynı şekilde sinyalizasyondan başlayarak, yolların durumuna kadar fizikken trafiği akıcı olmaktan çıkarıp, çileye çeviren teknik sorunlar da cabası.

        Sadece İstanbullu yılının 4 tam gününü trafik sıkışıklığında boğup giderken meseleyi ceza makbuzu öznesine indirmemek gerek…

        Belki fazla romantik ama bizim gibi toplumlarda işi ciddiye bindirecek kamu kuruluşu yaptırımlarına ihtiyaç var. Tabandan tavana kimseye aman ve ayrıcalık vermeden ehlileştirme, ehliyet sahibi yapma ve trafik sorununu kökünden halletme meselesini üstlenecek bir müsteşarlık en azından…

        Geri kafalı bir bakış açısı gibi gelse de ileriye gidebilmek için genlerimizin ayarına ihtiyacımız var. Öğrenilmiş çaresizliği, öğrenilen çarelere başka türlü çeviremeyeceğimiz ortada işte…

        En başta söyleyeceğimi en sonda söyleyerek noktalayayım. Trafik cezalarını hazinenin yeni girdi kapısı olarak görülmesinin önüne geçmemiz lazım. Bu da ancak halkı ikna ederek olur. Hadi bakalım buyurun samimiyet testine!

        ***

        İmkânsız sadece zaman alır!

        Tan Sağtürk kısa sürede bürokraside uzun yol yapabilen ilk sanatçı oldu. Türk balesinin bu yıldız isminin içinden sapla samanı ustalıkla ayırt edecek bir bürokrat çıkması en çok beni sevindirdi…

        Çünkü Tan’ın uzun yıllardır eğitime verdiği mesaisi, her türlü krizi fırsata çevirebilecek bir refleks kazandırmış olmalıydı. Deriz ya, eğitim önemli…

        Öyle de oldu. Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü’ne geldikten sonra opera ve bale gibi sanatlarla mesafesi açık olan toplumu bir süre sonra sahne sanatlarına bağımlı hale getirdi…

        Müdürlüğün tüm festivalleri rağbet görüyor. Çoğu temsil kapalı gişeye düşmüş durumda. İki önemli festivalle halkla kucaklaşacak olan opera ve bale, yazı itibarını biraz daha yükseltmiş olarak bitirecek gibi…

        Bu iş için kafasını ortaya koyan, neredeyse tüm temsillerde sahne arkasında, seyircinin içinde, perdenin yanında insanların ilgisini ölçen Sağtürk, nasıl derler, “bir entübeyi hayata döndürdü”…

        Eskiler “iş bilenin” derken boşa dememişler. Siyasette ümidim yok ama en azından bürokrasi ve teknokraside bilgelere verilen sorumluluklar, fidelikten ormana doğru yürümede çok hızlı yol alırlar…

        Yaşadık gördük; daha çok yaşayıp daha iyisini görmek dileğiyle!

        ***

        Katil evimizde…

        Türkiye’de en kalabalık katil zanlısı profili kimi işaret ediyor biliyor musunuz? Hemen söyleyeyim, Ev kazalarını…

        Dün akşam saatlerinde Manisa Büyükşehir Belediye Başkanı Ferdi Zeyrek, evinde yaptığı bir tamirat sırasında elektrik akımına kapılarak ağır yaralandı…

        Başkana acil şifa dilerim ama bu durum bizim sessizlik yemini ettiğimiz bir gerçeği de suratımıza tokat gibi çaktı…

        Evde huzuru ararken evin bize kurduğu tuzaklara karşı fazla iyimseriz. Mutfak kazalarında biri eşim de olmak üzere sayısız yaralanma, banyo kazalarında ise Allah mahfaza bir dolu ölüm oluyor…

        Tesisat kazaları derseniz, birçoğu amatörlükten kaynaklı da olsa seri katil zanlısı olarak karşımızda sırıtıp duruyor…

        Meselenin hafife alınmaması için sadece cam silme esnasında geçtiğimiz on yılda kaybettiğimiz vatandaş sayısı yüzlerle ifade ediliyor artık…

        Merdivenden düşmeleri, eşyaların altında kalmaları, soba facialarını, ocak afetciklerini filan saymıyorum bile…

        Hiçbir yer bizim için güvenli değil sonuç itibarıyla. Sokaklardan ürküp kapandığımız evde de huzuru ekstra dikkatle sağlayabiliyoruz…

        Beynimizin hücrelerini kıyasıya öldüren hayat, günün sonunda kendini Azrail’e teslim etmek konusunda çok istekli…

        Biz ise hala avcı toplayıcı zamanlardan kalma refleksimizle kıyısından dönebiliyoruz ölümün. Bu gidiş o refleksleri de elimizden alırsa toplumun katili bizzat kendisi olacak. Bilmem anlatabildim mi?

        Kazasız, belasız bir bayram diliyorum. Allah hepimizi korusun. Ama biz de biraz yardımcı olalım O’na!