ABD’nin yönetim merkezi Oval Ofis’te yaşananlar da gösterdi ki ittifakların çatırdadığı, birliklerin ayrışmaya başladığı yeni bir dönemden geçiyoruz.
Böyle bir dönemde Türkiye’de terörü terk etmiş yaşamın kapısını aralayan çabalar çok daha kıymetli hale geliyor.
Terör örgütü PKK’nın lideri Abdullah Öcalan’ın “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” ile başlayan süreç beklenen karşılığını buldu.
PKK Yürütme Komitesi yaptığı açıklama ile Öcalan’ın çağrısına uyacağını duyurdu.
İçeriğinde şu veya bunun olduğuna işaret edilebilir.
Önemli olan çağrıya uyulacağı ve PKK’nın kendisini fesih kararı alacağının örgütün Yürütme Komitesi tarafından da kabul edilmiş olmasıdır.
Dünyadaki diğer örneklerine bakıldığında, gecikmiş, engellerle dolu 35 yıllık girişimlerin, meyvesini vereceği sona gelindiğinin ilanıdır.
Şurası açık ki, bu noktaya PKK’nın da gelmeme gibi bir seçeneği yoktu.
Öcalan da PKK’nın uzlaşmaya yanaşmayacağını bilse bu çağrısında denli net dil kullanmazdı…
Süreci yöneten devlet organı da bu kadar süre gel git yapılmasına izin vermezdi.
“MÜŞKÜL KISMI GERİDE KADI…”
İmralı Heyetinde yer alan TBMM Başkanvekili Sırrı Süreyya Önder’in dünkü deyimiyle, “meselenin müşkül kısmı geride kaldı…”
Yine Önder’in açıklamasında da yer aldığı gibi, devlet görevlileri ve siyasilerin katılımıyla gelecek üç aylık sürecin nasıl yönetileceğine yönelik düzenlemeler kaldı.
Önemli olan Öcalan ile birlikte PKK Yürütme Kurulu’nun da ortaya konulan irade ve kararlılığa desteğini gösterdi.
Gelecek üç ay içinde önüne bazı engeller çıkarmak isteyenler olabilir; nitekim 1798’de “Birleşik İrlandalılar” adıyla başlayan IRA ile çatışma, 209 yıl sonra 31 Temmuz 2007’de İngiltere’nin savaşın bittiğini açıklamasıyla sona erdi.
Benzer durum İspanya’da ayrılıkçı ETA için de geçerliydi, onun sona ermesi de on yıllar aldı…
Hatta IRA 2005’te kendini feshettikten sonra, “Yeni IRA…” adında yeni yapılanmalarla karşılaşıldı.
ETA içinde de bazıları eylemlere devam etme kararı aldı ama hiçbiri de etkili olmadı, hepsi silahlı öteki örgütler gibi silindi gitti…
Milenyumun getirdiği yeni dünya düzenin dayattığı silahlı mücadele ile hak elde edilemeyeceği gerçeği hepsinin sonunu getirdi.
ETA’NIN KADERİYLE AYNI…
PKK’nın teröre son verme açıklaması aslında militanlarını da özgürleştirecek.
Uzun süredir mağaralarda yaşam süren, ağırlıklı bölümü doğadaki suyu tükettiği için böbrek hastası olan PKK’nın militanları gelişen teknolojiler karşısında başını çıkaramaz hale gelmişti.
Başını çıkaranlar da güvenlik birimleri tarafından hemen avlanıyordu; bunun örneklerine de son iki yıldır hemen her gün ekranlarda rastlamak olasıydı.
Örgüt üzerine yapılan baskının da önemli katkısı oldu…
Ayrıca ne Irak’ta IKYB, ne de Suriye’de sonradan adını SDG’ye dönüştüren yapı, kendilerinin ifadesiyle “ağızlarında çürük diş” istemiyordu; PKK sürecini çoktan tamamlamıştı.
PKK’nın böyle bir zeminde direnmesi de olası değildi.
Ayrıca Öcalan da kurup, üzerinde yükseldiği PKK ideolojisinin köhnemiş ve “ömrünü benzerleri gibi tamamlamış” olduğunu ilan ettikten sonra, örgütte buna direnecek kimse yok…
Örgütün kitle ve militan desteğinden kopan, ideolojik bağ kurduğu DEM içinde de ağır eleştiriye uğrayan PKK’nın, en iyi çıkış kapısı fesihten başka yolu da yoktu.
ETA sürecine benzer şekilde sonlanması kaçınılmazdı…
DEM, IKYB, SDG DE ÖZGÜRLEŞECEK…
PKK bir an önce kongresini toplayıp kendini feshederse hayrına olur.
Çünkü bu sürecin sağlıklı ilerlemesi sadece kendisine değil, sivil siyaseten beslendiği DEM’e de yarayacak.
Bugüne kadar onlarca isim alan DEM, PKK ile arasında kurulan bağ nedeniyle Türkiye siyaset zemininde ayrık bir yerde tutuluyordu.
TBMM’de grubu bulunmasına, 6 milyondan fazla seçmene dayanmasına karşın DEM ile ittifak kurmak, seçim işbirliğine girmek sanki günahmış gibi topluma dayatılıyordu.
Bu da merkez partilerin DEM’den biraz uzak durmasına veya kapalı kapılar ardında işbirliğine girmesine neden oluyordu.
Bu durum sadece DEM’i değil, oyunu aldığı seçmende de kendi memleketinde ötekileşmiş hissine kapılmasına yol açıyordu.
Sayısı hiç de az olmayan, ağırlıklı bölümü batıda yaşan süren ağırlıklı bir seçmen kitlesini sisteme karşı tepkili hale getiriyordu.
Demokratik siyaset açısından sorun üretiyor, bu tepkiden beslenen aşırıların ekmeğine de yağ sürüyordu.
Dolayısıyla PKK’nın feshi, bazı kesimlerin DEM ve dayandığı tabana yönelik “terör işbirlikçisi” yaftalaması ve şeytanlaştırmasına da fırsat tanımayacak.
Terörden oy devşiren aşırıların besinini kesecek…
ENTEGRASYONU KOLAYLAŞTIRACAK
PKK’nın Suriye’nin kuzeyindeki varlığı, adını SDG olarak değiştiren YPG’nin Şam’ın yeni yönetimine entegrasyonunda da sorun üretiyordu.
Türkiye’nin sadece PKK değil, PYD’nin de terör örgütü olduğu tespiti karşısında “Türkiye’ye yönelik bu sahadan bir tek mermi atılmadı, atılmayacak” sözü dikkate alınmıyordu.
Dolayısıyla sadece PKK’nın değil, Suriye sahasında SDG içinde yer alan PKK elemanlarının da sahadan çıkması, içinde bulundukları yapıların feshi Şam ile entegrasyon sürecini de kolaylaştıracak.
TALABİNİ’Yİ DE RAHATLATACAK
Kürt sosyolojisinde silahın çözüm aracı olmadığı gerçeğinin ortaya çıkması Türkiye’nin uzun süredir Irak politikasında ortaya çıkan pürüzleri de giderecek.
Çünkü Ankara çok uzun süredir PKK ile ilişkili olduğu gerekçesiyle Süleymaniye, yani Talabani yönetimiyle (IKYB) temasını koparmıştı.
THY’nin Süleymaniye seferlerini sonlandırmakla kalmamış, bu bölgede operasyonlarını da doğrudan hayata geçirmekte de kararlılığını sürdürmüştü.
Ankara’nın Kuzey Irak’ta bugüne kadar Barzani ile Talabani’yi eş değerde tutan siyaset psikolojisindeki denge Barzani lehine bozulmuştu.
PKK’nın kendini feshi, IKYB ile de temasın önünü açacak, denge politikasına dönüşü kolaylaştıracak…
DEMOKRATİK SİYASET, HUKUKİ ZEMİN…
Hem Öcalan’ın açıklamasında hem de terör örgütünün bildirisinde vurgulanan bir nokta var.
“Demokratik siyaset ve hukuki zeminden” söz ediliyor…
Antik Atina’dan bu yana, demokratik siyaset ile hukuk ilişkisi karmaşık bir zeminde ilerledi…
Nitekim 19’uncu yüzyıla kadar demokrasi hukukun kurallarını oluştururken, 20’inci yüzyıl ile birlikte hukuk demokratik siyasetin temelin teşkil etmeye başladı...
Bunun en belirgin örneğini Bulgaristan, Romanya’nın AB’ye katılım sürecinde gördük.
Venedik Komisyonu adı verilen, AİHM’in üst yapısı, iki ülkenin hukuki yapılarını değiştirerek Avrupa demokrasisine uygun hale getirmeye çalıştı…
Hemen her ülke, demokratik düzeni kurma, geliştirme ve korumak için hukuka başvuruldu.
Türkiye’de ardı sıra gelen Anayasa değişikliklerinin temelinde de bu anlayış yattı.
DEMOKRASİ SİLAHLA GELMİYOR…
Gelinen noktada silahların tamamen bırakılmasını kolaylaştırmak için bazı hukuki değişikliklere gidilmesinin kaçınılmaz olduğu kabul gören bir gerçek.
Ancak hemen belirtmeliyim ki bunların hiç biri geçmişte olduğu için PKK kendini feshettiği için yapılmayacak.
Örneğin İnfaz Yasası’nda yapılacak düzenleme; aslında bir hukuksuzluğu gidereceği ve herkesi bağlayacağı için PKK’ya yönelik bir adım olarak adlandırması da mümkün değil.
Ancak terör suçu ve PKK üyeliğinden yatanlar da yararlanacak.
Dil konusu da bir diğer başlık…
Türkiye 1980’li yılları çoktan aşıp, Kürtçe kasetlerin yasaklandığı, Kürtçe konuşanın karakola çekildiği dönemleri çoktan aştığı, devlet televizyonu TRT’de Kürtçe kanal kurma noktasına geldiği için, dil konusundaki sorunun aşılması da zor olmaz.
Zaten merhum Turgut Özal’ın Başbakanlığı döneminde buna ilişkin bazı düzenlemeler yapılmış, Kürtçe kursların açılmasında da bir engel kalmamıştı.
Açılanlar öğrenci bulamadığı için kapatılmıştı.
Şimdi üniversitelerde Kürtçe edebiyata veya dile dönük doktora bölümlerinin açılması yoluna gidilebilir.
Tekrar seçimlik ders olarak konulabilir.
Aşılamayacak konular olmaktan on yıllar önce çıktı...
Başta da belirttiğim gibi demokratik siyaset ve hukukun silah aracılığıyla getirilmesi süreçleri ise 1970-80’li yıllarda kaldı.
Silahla çözüm bulacağını sanan örgütlerin ağırlıklı bölümü kalmadı…
Kalmayacak da…