Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Muharrem Sarıkaya ABD Suriye'den ne istiyor?
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        ABD Başkanı Trump’ın, ikinci döneminde de devam ettirdiği politikasının ana ilkeleri belli…

        İlk ilkesi, aldığı kadarını vermek; ancak verirken de daha fazlasını alacak kadarını vermek üzerine kurulu…

        Bunun en iyi örneğini Ukrayna sürecinde gördük.

        Şimdi de Avrupa’ya benzer bir dayatmada bulunuyor; ne kadar veriyorsanız, o kadarını alırsınız politikasını işletiyor.

        İkinci önemli tarafı ise diplomasiyi, diplomatlar yerine işadamları eliyle yürütmesi; özellikle de onlar aracılığıyla pazarlığı sürdürüp, bir noktaya ulaşınca hükümet yetkililerini devreye sokması…

        PUTİN İLE PAZARLIĞI DA EMLAKÇI YÜRÜTÜYOR…

        Son dönem iki önemli noktada örneklerini izlemek olası…

        Ukrayna sorunu için Rusya lideri Putin ile pazarlığı, Orta Doğu Temsilcisi olarak da atadığı, asıl işi gayrimenkul yatırımı olan işadamı arkadaşı Steve Witkoff yürütüyor.

        Witkoff, İstanbul görüşmelerinin yeniden başlaması konusunda 4’üncü kez görüştüğü Putin’i sonunda ikna etmişti.

        Arka kapı diplomasisi…

        Arka kapı diplomasisi adı da verilen bu yöntemi Suriye’de de uyguluyor.

        Orada tercih ettiği kişi de petrol ve doğalgaz şirketi yöneticisi, iş adamı, aynı zamanda da aktivist olan Jonathan Bass…

        ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi ile sadece isim benzerliği olan Argent LNG’nin CEO’su Bass bu işlerle ilgili olarak adını ilk kez 2019’da iki ülke arasındaki silahsızlandırılmış bölgede Kuzey ve Güney Kore liderlerinin buluşmasına aracılık etmesiyle duyurmuştu.

        Trump ile yakın dostluğu da olan Bass, özellikle sorunlu ülkeler ile ABD’nin arasının iyileştirilmesi konularında faaliyet gösteriyor.

        Orta Doğu’daki petrol zengini ülke liderleriyle çok yakın dostlukları bulunuyor.

        Zaten, “ABD değerlerini dini ve özgürlüğe ve birlikte yaşama saygısını paylaşan ülkelerle ilişkiler kurmak. Bunu yapmayanlarla ticaret yapmaya devam edemeyiz…” yazdığı X hesabındaki gönderileri de bunu görmek için yetiyor…

        “2 MAYIS’TA ŞAM’A GİDEN ABD HEYETİ NELERİ İSTEDİ…”

        Bass, bu kapsamda Suriye ile olan ilişkilerin düzeltilmesi için de kolları sıvamış ve 2 Mayıs’ta bir grup ABD’li diplomatı da yanına alıp Şam’a gitmiş ve Şara ile görüşmüş…

        Görüşmenin o zamanki ara konusu Arap ülkelerini gezisi sırasında Şara’nın Trump ile buluşması üzerine oturmuş.

        Bass, ABD basınına verdiği demeçte de görüşmede ele alınan konuları açık yüreklilik içinde anlatıyor.

        Şara’ya 10 kadar şart iletilmiş.

        Suriye topraklarında ve kıyılarında hidrokarbon yataklarının işletilmesi, kıymetli madenlerin çıkarılma hakkının verilmesi, petrol ve doğalgaz sahalarının güvenliği, kimyasal silah ve zenginleştirilmiş uranyum stokunun güvence altına alınması, İran destekli milisler ile Hamas milislerinin ülke dışına çıkarılması ve radikal örgütlere karşı resmi bir açıklama ile tutum netleştirilmesi de yer almış.

        Özellikle Hamas destekli güçlerle ilgili olarak katı tutum takınılması istenmiş…

        Tabii ki YPG, diğer adıyla DSG de görüşmenin ana maddelerinde yerini bulmuş.

        “RUS, İRAN, ÇİN VE HAMAS ÇIKACAK…”

        Bass, görüşme sonrası verdiği demeçte bu konularda Şara’nın olumlu yaklaşım sergilediğini ima etti.

        Baas, “DEAŞ’in kalıcı bir yenilgiye uğratılmasının yanı sıra, Rusları, İranlıları ve Çinlileri Suriye’den sonsuza kadar (Suriye’den) kovma fırsatımız var…” dedi.

        Bass’ın aktardığına göre Şam yönetimi, Hamas bağlantılı grupların faaliyetlerini izlemek için bir komite kurulduğunu ve devlet kontrolü dışındaki silahlı örgütlere izin verilmeyeceğini, Hamas’ın bazı üst düzey isimlerinin de gözaltına alındığı iletmiş…

        “ŞARA, ŞAM’A TRUMP TOWER İSTEDİ”

        Bass’ın aktardığı bilgiler arasında dikkat çeken bir diğer noktada da yaptırımlar kalkıp, ekonomik işbirliğinin sağlanması talebini Şara iletirken Trump’tan da bir talepte bulunmuş.

        Bass demecinde bu talebi,“Şara, bana Şam’da Trump Tower (Kulesi) istediğini söyledi. Komşularıyla barış istiyor. Bana söyledikleri bölge için iyi. İsrail için iyi…” diye açıkladı.

        “ŞARA ZEYTİN DALI YOLLADI, İSRAİL İSE FÜZE GÖNDERDİ…”

        İsrail konusunda ise Bass, tepkisini şu sözlerle dile getirdi:

        Bu aşamada Şara ABD Başkanı Trump ile aralarında özel bir bağın olduğunu da söylemiş ve bunu şöyle açıklamış:

        “İkimiz de vurulduk ve hayatımıza yönelik saldırılardan kıl payı kurtulduk. Bu ikimizin arasındaki özel bağı oluşturuyor…”

        Bu görüşmenin ardından da hatırlanırsa Suudi Arabistan’da, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da telefonla katıldığı, Suudi Veliaht Prensin de yer aldığı Trump ile Şara’nın buluşması gerçekleşti…

        Ardından da Trump, Şam’a 1979’dan bu yana uygulanan ambargonun kaldırılacağını duyurdu.

        Ancak ambargo Başkan istedi diye hemen kalkmıyor, Kongre’nin de onayına ihtiyaç duyuyor.

        Çünkü Caesar Yasası yaptırımı ve Suriye’nin “teröre destek veren ülke” sıfatı ancak Kongre tarafından kaldırılabiliyor.

        “EĞER DESTEK OLMAZSAK, SURİYE’DE SIKINTI OLUR…”

        Birkaç gündür medyada tekrarlanan ABD Dışişleri Bakanı Rubio’nun Senato Dış İlişkiler Komitesi’ndeki konuşması da buna dayanıyor.

        Öncelikle, “namaza yaklaşma…” olayında olduğu gibi Rubio burada Suriye’de birkaç hafta içinde iç çatışma çıkar demiyor.

        Tam tersine ABD’nin yaptırımları kaldırması gerektiğini, çünkü bölge ülkelerinin de Şam’ın normalleşmesine yaptırımlar dolayısıyla destek vermekten çekindiğini söylüyor.

        Destek verilmediği taktirde, “topyekun bir iç savaşa, ülkenin bölünmesine birkaç ay değil, birkaç hafta uzakta olunduğunu” belirtiyor.

        Şam yönetimini yaptırımları kaldırarak bu zorluktan çıkarmak gerektiğinin altını çiziyor.

        “DAHA GENİŞ BİR PARÇASI OLMALI”

        Marco Rubio’nun vurguladığı bir diğer nokta da kendisinin Kürtler diye tanımladığı YPG/SDG’ye dönük…

        Suriye’de bir ulusal kimliğin olmasını kıymetli bulduğunu söylerken, “Kürtlerin Suriye hükümetinin ve güvenlik güçlerinin daha geniş bir parçası olması için çalıştıklarını” bildirdi.

        Yani, YPG’nin Suriye ordusuna katılıp kendisini feshetmesinden değil, bir parçası olmasından söz ediyor.

        Sanki İran’ın desteğindeki paramiliter grup Haşdi Şabi’yi Irak yönetimine dayatmasına benzer süreci, ABD’de de Suriye’de YPG için arzu ediyor…

        Rubio konuşmasında bunu sağlamak için çaba gösterdiklerini ve üzerinde çalıştıklarını da gizlemiyor.

        İSRAİL’İN, SURİYE’DEKİ TÜRKİYE’DEN ENDİŞESİ

        Suriye’de oluşacak bir istikrarsızlığın da bütün bölgeyi kapsayacağını, tekrar çöküşü halinde DEAŞ’in önünün açılacağına da vurgu yaptı.

        “Mevcut Şam yönetimini bir fırsat olarak görüyoruz” derken, İsrail’in kaygılarına yönelik olarak dile getirdiği şu cümlesi geleceğe dönük altı çizilecek önemli bir veri oluşturdu:

        “Aslında, toplumun tüm unsurlarını kapsayan ve İsrail ile sınırlar veya başka bir şey için savaşmayla hiç ilgisi olmayan basit bir hükümetiniz varsa, bunun İsrail'in güvenliği için olağanüstü bir başarı olduğunu düşünüyorum. Suriye'deki Türk varlığından İsrail'in duyduğu endişe konusunda da bundan sonraki süreçte Suriye'deki geçici hükümet, yabancı askeri üslere izin verip vermeyeceklerine dair bir karar alması gerekiyor…”

        Cümlenin anlamı açık…

        Türkiye’nin Suriye’de üs sahibi olmasından İsrail’in endişe duyduğunu ve Şam yönetiminin bu endişeyi ciddiye alması gerektiğini söylüyor.

        Aslında bunun yansımalarını da bir süredir görüyoruz…

        Daha önce üzerinde mutabakat olmasına karşın, içinde MİT Başkanı ve bir tümgeneralin de bulunduğu Türk heyetinin Şam görüşmesinden kesin bir sonuçla dönülmedi.

        DAEŞ’İ KİM HORTLATIYOR?

        Uzun yıllardır Suriye üzerine çalışan ve bölgeden yeni dönen Prof. Dr. Serhat Erkmen konuşurken, ABD ile yapılan görüşmenin etkisinin bölgede kendini hissettirdiğinden söz etti.

        Daha önce YPG/DSG’nin Rakka ve Deyrizor’dan çekileceğini Şara ile yapılan mutabakatta imza altına almasına karşın, herhangi bir hareketinin söz konusu olmadığını belirtti.

        Son dönem Deyrizor’da DAEŞ’lilerin kaldığı hapishane önünde, Hama, Hums Hayep bölgesinde de canlı bomba yelekleriyle patlamaların yaşandığına da dikkat çekti.

        Prof. Dr. Erkmen, bu patlamaları DAEŞ’in üstlendiğini belirtirken, şu yorumu dikkat çekiciydi:

        “Bu patlamalar, acaba Suriye’de ABD yanlısı olmaya başladığı kanısı yükselen, İsrail’e de göz kırpan Şara’ya tepki olarak radikal grupların tepkisi mi? Yoksa kendi üzerindeki baskıyı azaltmak için YPG’nin, DAEŞ’in üzerine attığı oyunu mu? Çünkü mevcut hükümet çok akıllı adımlar atıyor. Türkiye’nin önerilerini dinliyor. Uluslararası camiada kabul görüyor bu da YPG üzerinde baskıyı arttırıyor. Onlar da DAEŞ varlığını öne sürüp varlığını korumaya çalışıyor…”

        Şunu baştan belirteyim ki Prof. Dr. Serhat Erkmen, iç savaş başladığı günden bu yana Suriye üzerindeki tüm okumalarında haklı çıktı.

        Çünkü masa başında okudukları veya duyduklarıyla değil, bizzat sahaya gidip, gözlemleyerek, konuşarak elde ettiği verilerle hareket etti.

        Washington’un Suriye politikası konusunda, 1,5 ay önce bana söylediklerini ise iki gün önce ABD Dışişleri Bakanı Rubio, Dış İlişkiler Komitesi’nde dile getiriyordu.

        Fazlası var, eksiği yoktu…