Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Muhsin Kızılkaya Bolşevik devrimine İngiliz "sponsor" veya PKK kongresi

        PKK’nın; kurucusu Abdullah Öcalan’ın çağrısı üzerine kongresini toplayarak kendini feshetmesi beklentisi, Öcalan’ın çağrı yaptığı 27 Şubat’tan beri güncelliğini muhafaza ediyor. Teşkilatın ileri gelenleri, kongrenin toplanabilmesi için sağlanacak “güvenli ortamdan” bahsederken, Devlet Bahçeli tarih verip Malazgirt’i işaret ederek toplantı için her türlü “kolaylığın” sağlanabileceğini ihsas etmiş oldu zira yeni başlayan sürecin akıbeti ivedilikle toplanacak olan bu kongreye bağlıdır.

        Marksizm’den Leninizm’den hatta Maoizim’den etkilenmiş, Öcalan’ın deyimiyle “soğuk savaş ortamında” doğmuş, “Teori, program, strateji ve taktik olarak yüzyılın reel-sosyalist sistem gerçeğinin ağır etkisinde kalmış” PKK gibi illegal partiler için her birisi kendileri için önemli bir dönemece denk gelen kongrelerinin en güçlü ilham kaynağı; tarihin en önemli komünist partilerinden birisi olan, 1889’da kurulmuş, Yirminci Asrın başlarında güçlenerek Rusya’da bir sosyalist devrim gerçekleştirmiş olan Sovyetler Birliği Komünist Partisi (SBKP), diğer adıyla Bolşevik Partisi’dir.

        SBKP’nin amacı, Rusya’da devrim yaparak kapitalizmi “tarihin çöplüğüne” atmak, onun yerine “sınıfsız bir toplum” kurarak peyderpey bütün dünyaya sosyalist düzeni hâkim kılmaktı. İşin ilginç yanı, kapitalizme karşı geliştirilen bu muazzam hareketin her eyleminin, her toplantısının, her kongresinin, düşmanları kapitalistlerin, burjuvaların gözü önünde açık açık cereyan etmiş olmasıdır. Lenin ve arkadaşlarının devrime hazırlık sürecine baktığımızda, Avrupa’yı devrimin “ana karargâhı”, “eğitim alanı” olarak kullandıklarını rahatlıkla görülebilir. Hatta “mühürlü trenin” yolcusu Lenin, 1917’de Zürih’ten Petersburg’a kadar gelip devrimin başına geçmeyi de Alman devletinin sağladığı desteğe borçludur.

        *

        1905 yılına kadar Bolşeviklere mesafeli durmuş, bu tarihten itibaren onların safına geçerek SBKP’ye muazzam bir ivme kazandırmış olan Lev Troçki partiye geldiğinde, daha sonra “Marksizm’e katkı” olarak telakki edilecek “sürekli devrim” teorisiyle birlikte geldi. Bu teoriye göre, devrim bir defa başladı mıydı, bütün dünyada kapitalizm yıkılıp sosyalist rejim kuruluncaya kadar durmayacak. Ancak, Rusya sosyalist devrimi ilelebet muhafaza edecek bir sanayi devrimi sürecinden geçmediği, yani güçlü bir işçi sınıfına sahip olmadığı, dolayısıyla burada “sınıf bilinci” bütün topluma nüfuz etmediği için; Rusya’da yapılacak bir sosyalist devrimin, sanayi devrimi aşamasını geride bırakmış Batı Avrupa’ya mutlaka sirayet ettirmeli, yükün ağırlığı Rusya’daki köylülerden alınarak dünya proletaryasının omuzların yüklenmeli ve “sürekli devrim” bu şekilde bütün evrene yayılmalıdır.

        Troçki, Lenin ve arkadaşlarına omuz verdiğinde, bu fikirlerle donanmış bir teorisyen ve eylem adamıydı.

        *

        Bir süreden beri; 1929 yılında Stalin tarafından sürgün edildiği İstanbul’da, Büyükada’da yazdığı ve “Hayatım” adını verdiği hatıratını okuyorum Troçki’nin. Troçki bu kitabı yazdığında, “dilini konuşamadığı” için bir türlü sevemediği Türkiye’den bir an önce; bir zamanlar “devrimi sürüklemek” istediği sanayi devriminin ve proletaryanın anavatanı, sömürünün kaynağı, kapitalizmin en çok geliştiği, baş düşmanları burjuvaların hüküm sürdüğü herhangi bir Avrupa ülkesine kapağı atma derdindedir ancak başvurduğu hiçbir Avrupa ülkesi onu istemez. Bazıları Stalin’le arasını bozmamak, bazıları da başına bu kadar “büyük bir bela” sarmamak için vize vermez ona. Kitabında İstanbul’a sürgünlüğünü anlattığı son bölümün başlığı “Vizesiz Gezegen”dir. O gezegende, istasyondan kopmuş bir astronot misali boşlukta bir süre dolandıktan sonra Meksika’da bir Stalin ajanının başına indirdiği bir çekiç darbesiyle hayatı sona erdi.

        *

        Troçki, kitabının “On Altıncı” bölümünde derslerle dolu, çarpıcı bir “kongre toplama” hadisesinden bahseder; 1907’de Londra’da toplanmış olan Bolşevik Partisi’nin kongresinden… Kapitalizmi sona erdirmek için kapitalizmin ortaya çıktığı yerde, Londra’da; “halkın afyonu” olan dinin mabedi olan bir kilisede toplanan bir kongre… Troçki, toplandıkları kiliseye “sosyalist kilise” diyor. (Bolşeviklerden etkilenerek 1970’li yıllarda sosyalist bir devrim yapmaya soyunmuş olan bizdeki devrimcilerin de dinle ilişkisi ilginçti, “Komünist İmam” adında romanlar bile yazıldı o dönemde.)

        Kongrenin ilk günlerinde, kilisenin bir köşesinde bir adam durdurur Troçki’yi. “Uzun boylu, yuvarlak suratlı, yuvarlak şapkalı, elmacık kemikleri çıkık” bu adam sevimli bir gülümsemeyle yaklaşır ona ve “Ben sizin hayranınızım” der. İlk defa görüyor onu, adam Maksim Gorki’dir. “Ben de size hayranım” der Troçki onu tanıyınca. Yanında o sırada ünlü bir artist olan Andreyeva var Gorki’nin, üçü birlikte Londra’yı gezerler. Gorki, hayran olduğu sevgilisini Troçki’ye göstererek, “Bakınız bütün dilleri konuşuyor” der gururla. Gorki sadece Rusça biliyor, Troçki’ye göre “ama ne Rusça!” Bir dilenci koşar, bindikleri arabanın kapısını açar, para ister, Gorki’nin yüreği dayanamaz, “Şuna biraz para versek” der, Adreyeva da, “Verildi Aleşenka, verildi” der.

        Troçki, daha önce tanıştığı Rosa Luxemburg’la da Londra’daki aynı kongrede iyice kaynaşır. Anlattığına göre “ufak tefek, narin, hatta hastalıklı yapısı, yüzünün kibar çizgileri, çok güzel gözlerindeki zekâ ışıltıları ile karakterindeki ve düşüncesindeki yiğitlikle” insanı çabucak etkileyen Rosa’nın, Louise Kautsky’e bir zamanlar yazdığı şu sözlerini Troçki hatıratına kaydeder:

        “Dünya tarihinin anaforları içine bir yanlış anlama yüzünden düştüğümü ve gerçekte dünyaya kaz gütmek için gelmiş birisi olduğumu söylediğim zaman, bana inanacak birileri bulunsa gerekir.”

        Rosa Luxemburg’a hayran olduğunu söyler ama o zamanlar onun değerini yeteri kadar anlamadığı için de kendini suçlar Troçki. Ortaya attığı “sürekli devrim” konusunda kendisiyle aynı fikirde olduğunu söyler Rosa’nın. Kilisenin koridorunda; oturarak sürdürdükleri tartışmaları, o mola anında da ayak üstü Lenin’le sürdürürlerken, delegeler sarmış etraflarını. İki büyük teorisyenin kelimelerin belini kıra kıra, etrafa kıvılcımlar saça saça giriştikleri zekâ yarışını seyrediyorlar. Troçki, Rosa Luxemburg’un da “sürekli devrim” teorisini desteklediğini söyleyince Lenin gülerek, “Rusçayı iyi bilmiyor da ondan destekliyor seni” der. Hiç altta kalmamaya azimli Troçki, yapıştırır cevabı:

        “Evet haklısın, Rusçayı bilmiyor ama Marksçayı çok iyi biliyor” der.

        Etraflarını sarmış olan delegelerle hep birlikte basarlar kahkahayı.

        *

        Belli ki Troçki’nin bahsettiği kilisede toplanmış olan kongre oldukça hararetli tartışmalarla geçmiş. Troçki de “toplantılar, çok uzun, gürültülü ve karışıktı” diyor. Petersburg’da İkinci Duma işbaşındadır o sırada. Bu vesileyle Rusya’da kendi ülkelerinde yaşanan “burjuva demokratik devrimine” benzer bir devrimin yaşayacağına inanmış olan İngiliz liberalleri henüz Rus devrimcilerden umudu kesmemiş. Gözde İngiliz liberalleri, Rusya’nın her yerinden parti kongresi için Londra’ya gelmiş olan kalburüstü delegelere davetler veriyor, onları destekliyor, adeta el üstünde tutuyorlar. Ama “devrim gerilemesi” ilk olarak partinin kasasında kendini gösterir. Para suyunu çekmiştir. Kongre için Londra’ya gelmiş olan delegeleri tekrar Rusya’ya göndermek için yol parası bile yok. Hatta bu gidişle kongreyi sonlandırmak bile oldukça zor. Ağır bir “ekonomik sıkıntı” yaşıyor parti. O sırada devrimin silahlı aşamasına gelip gelmediğini tartışıyor delegeler. Paraların suyunu çektiğini, delegelerin geri dönüş parasının bile olmadığı haberini o esnada kilisede kim yüksek sesle dillendirdi Troçki söylemiyor ama, “bu tatsız haber kilisenin kubbelerini çınlattığında, delegeler şaşkın, üzüntülü birbirlerine bakar”lar. Şimdi ne olacak? Parti faaliyetleri parasızlıktan durma noktasına gelmiş. Silahlı mücadele aşamasına gelip gelmediklerinden çok, “faaliyetlerimizi sürdürmek için gerekli parayı nerden buluruz” tartışmasına girişirler. Derken hiç ummadıkları yerden bir çare belirir. Zengin bir İngiliz liberali, “devrime borç para vermeyi” kabul eder. Lord üç bin İngiliz lirası vererek günümüzün moda deyimiyle “devrime sponsor” olacak ama bir şartı var; borç senedini kongre için kiliseye gelmiş olan bütün delegeler imzalayacak! Çaresiz kalan devrimciler şartı kabul ederler, senet yazılır, Rusya’nın bütün halklarının alfabelerinin harfleriyle altına yüzlerce imza atılır ve “sponsora” teslim edilir.

        Troçki, bundan sonraki süreci şöyle anlatır:

        “Ama İngiliz parayı geri alıncaya kadar çok bekleyecekti. Parti savaş öncesi ve savaş yılları içinde borç ödemeyi düşünecek halde değildi. Borç, Sovyet hükümeti zamanında ödenmiş ve devrimin imzası geri alınmıştır. Devrim onurunu korumuş, geç de olsa borcunu ödemiştir.” (Lev Troçki, “Hayatım”, s. 219-221, Yazın Yayıncılık)

        Böylece sosyalistler, devrim yapmak için bir kapitaliste tarih boyunca borçlu kalmaktan kurtulmuş olurlar. Karl Marx’ın, “burjuvazi, kendi mezar kazıcısını kendisi yaratır” dediği şey bu olsa gerek!

        *

        Kurucusu Abdullah Öcalan’ın deyimiyle “yüzyılın reel-sosyalist sistem gerçeğinin ağır etkisi”yle 27 Kasım 1978’de, Diyarbekir’in Lice ilçesinin Fis köyünde, 21 kurucu üyenin katılımıyla “kuruluş kongresini” yapan PKK, o günden bugüne aradan geçen kırk yedi sene zarfında tam on beş kongre topladı. Örgüt lideri olarak Öcalan, bu kongrelerden sadece üçüne katıldı. Diğer 12 kongreye sadece talimatlar gönderdi, raporlar sundu. Dolayısıyla "toplayın" dediği 16. kongreye, bazı örgüt yötecilerinin koşul olarak ileri sürdükleri bizzat kendisinin katılmasını talep etmek partinin geleneğiyle de uyumlu bir istek değil. En son kongre, yani “15. Kongre”, 10 Temmuz 2013 tarihinde Kandil’de bir araya geldi. Bu kongrelerin hiçbirisi için hiçbir makam, merci veya yapılanmadan “izin” alınmadığı gibi, hiç birisi için de “güvenli ortam” beklenmedi. Bu tür gizli teşkilatların becerebildikleri en iyi işlerden birisi kongre toplamaktır… Zira arkalarında komünist partilerin muazzam bir “kongre toplama” geleneği var.

        Abdullah Öcalan’ın talimatı doğrultusunda PKK “16. Kongre”sini toplayıp yine örgütün kurucu liderinin isteği doğrultusunda kendini “feshettiğini” ilan ettiği gün, elli seneden beri başı rahat bir yastık yüzü görmemiş olan Kürt halkına en büyük iyiliği yapmış olacak.

        İngilizlerin Ruslara yaptığına benzer hiçbir “sponsorun” maddi, manevi katkısı bundan sonra hiçbir işe yaramayacak.