Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Nihal Bengisu Karaca Hukuk devletinden kanun devletine...

        İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi’nde dört ayrı suçlamadan ifade verdi. Tehdit, hakaret, terörle mücadelede görev yapan kişiyi hedef göstermek ve adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs.

        İfadesinde, “Benim sözlerimde tehdit ve hedef göstermek yoktur. Benim yaptığım ifade özgürlüğüdür. Ve ifade özgürlüğü anayasal bir haktır. İfade özgürlüğü, adli makamlara ve onların işleyişine yönelik eleştirileri de kapsar.”

        Anayasaya göre doğru.

        Ancak bu ülke kanunların ve kanunu uygulayanların anayasanın verdiği hakları genişletmekten ziyade daraltmaktan yana irade kullandıkları dönemlere sık sık sahne oluyor. Son zamanlarda bunu yaşıyoruz.

        Ben Ekrem İmamoğlu’nun dün ifadeye çağrılmasına neden olan suçlamalardan özellikle birine takıldım.

        “Terörle mücadelede görev yapan kişiyi hedef göstermek”.

        Terörle Mücadele Kanunu Madde 6, 1991’den beri varolan bir madde hükmü. Daha önce sadece terörle mücadelede görev yapan güvenlik güçlerini, polisi askeri jandarmayı, sahadaki görevleriyle ilgili olarak korumak, silahlı terör örgütü militanlarının açık hedefi haline gelmelerini önlemek için getirilmiş bir kanuni korumaydı. Şimdi hakim ve savcılar da ‘terörle mücadele yapan görevliler’ olarak kabul ediliyor ve bu madde üzerinden ‘dokunulamaz’ kılınıyor. Hatta, konu terör olmasa da, o savcı ya da hakimin bir zamanlar ‘terörle mücadele etmiş olması’ yeterli oluyor.

        Expression Interrupted platformu tarafından derlenen verilere göre 2018 yılından Aralık 2024 tarihine kadar “terörle mücadelede görev almış kamu görevlilerini hedef göstermek” (TMK 6/1) suçundan en az 49 gazeteciye 37 dava açıldı.

        Ciddi her hukukçunun hemen anlayacağı gibi TMK 6/1 düzenleme itibariyle açıkça ‘öngörülebilirlik ilkesi’ne aykırı. Çünkü terörle mücadele mevzuatında “terörle mücadelede görev almış kamu görevlilerinin” kimler olduğu düzenlenmiş değil. Suçun mağdurunun kimler olabileceği konusu kanunda yok. Bugüne kadar hep kapalı kaldı.

        Düşünün gazetecisiniz, köşe yazacaksınız, mesleğin gereği olarak bir eleştiri yapacaksınız ama hoop, sen fikir ve ifade özgürlüğü adı altında o kişiyi hedef gösterdin ve TMK 6/1 e göre suç işledin denilerek hakkınızda dava açılabilir. Oysa kimlerin hangi tür kamu görevlisinin terörle mücadele eden kamu görevlisi olduğunu bilmeniz mümkün değil, zira kanun bunu belirtmiyor. Ayrıca bazı durumlarda eleştirdiğiniz kişinin böyle bir görevi icra ettiğini de bilmeniz mümkün olmayabilir. Öngörülebilirlik ilkesine aykırılık tam olarak bu durum için geçerli.

        Ayrıca işin hakim savcı kısmı zaten problemli. Normalde TMK 6/1’e göre işlenmiş sayılan bir suçun mağdurunun terörle mücadelede doğrudan görev almış olması gerekiyor.

        Kanunun amacının da terörle mücadele eden kamu görevlilerinin kişisel bilgilerinin ifşa edilmesini ve hedef gösterilmelerini engellemeyi sağlamakla sınırlı olması gerekiyor.

        Ama öyle olmuyor. Uygulamada mahkemeler “terörle mücadelede görev alma” kavramını hakkında dava açılan kişi için sıkıntı yaratacak şekilde geniş yorumluyor.

        Ve bugünlerde hâkimler ve savcılar da “terörle mücadelede doğrudan görev alma” kriterine uymamalarına rağmen bu kanunun sağladığı korumanın kapsamına dahil ediliyorlar.

        Zaten kanuna uygulanma ve üzerine hüküm kurulma sahnesi verenler de sonuçta savcılar ve hakimler.

        Ne güzel dünya değil mi?

        BUGÜNE KADAR SADECE GAZETECİLERDİ ŞİMDİ SİYASETÇİLER DE…

        Oysa bu ifadenin ‘aktif bir biçimde terörle mücadelede yer almış ya da istihbari destek sağlamış kamu görevlisi’ olarak, dar biçimde anlaşılması ve öyle uygulanması gerekir. Son zamanlara kadar da ağırlıklı olarak öyle anlaşılıp uygulanıyordu.

        Ancak ne zamanki yargının bağımsızlığı konusu giderek daha fazla tartışma konusu haline gelir oldu, ne zaman ki yargının siyaset tarafından araçsallaştırılması bir büyük ‘hukuk devleti’ meselesi olarak ele alınır oldu, bu mucizevi çözüm uygulanır oldu.

        Mesleği gereği bir davayı takip eden ya da adalet sistemini eleştiren gazeteciler kendilerini bir anda terörle mücadele eden kamu görevlisini hedef gösterme suçunun muhatabı olarak buluyordu. Belli ki artık siyasetçilere karşı da uygulanacak.

        DİKKAT KANUN VAR…

        Sadece bu madde değil elbette.

        Türk Ceza Kanunu madde 277 yani “Yargı Görevi Yapanı, Bilirkişiyi veya Tanığı Etkilemeye Teşebbüs Suçu” da artık sık sık duyacağımız ‘suç’lardan biri olabilir. En azından İmamoğlu’na karşı açılan son bilirkişi soruşturmasında gündeme gelecek.

        Aynı suçu düzenleyen bir madde daha var aslında.

        TCK 288. Ama 277’nin farkı şu. TCK m. 288'de suçu oluşturan hareket, alenen sözlü veya yazılı beyanda bulunmayı gerektirir. Oysa TCK m.277'de düzenlenen suç için aleniyet aranmıyor. Yargı görevi yapana, bilirkişiye veya tanığa gizlice bir mesaj verilmesi de suçu oluşturmaya yetiyor.

        Kamuoyunun Dezenformasyon Yasası olarak bildiği Türk Ceza Kanunun Madde 217/A yani “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçu”nu zaten biliyoruz.

        Bu kanun tamamen gazeteciler için 2022’de çıkarıldı. Muhalefet 2023 seçimine giden süreçte bu yasayı ciddiye almadı. Oysa mesela ‘etki ajanlığı’ denilen tamamen muallak ve herkesi aynı torbaya doldurmayı mümkün kılacak o suç tarifinin yasalaşmasına güçlü bir karşı çıkış gösterildiği için yasalaşmadı. Ama yasalaşmasının istendiği bir sır değil ve hatta Ayşe Barım olayında daha yasalaşmadan fiilen uygulandığını iddia eden hukukçular var. Tolga Şardan, Özlem Gürses bu madde gerekçesiyle haklarında işlem yapılan gazetecilerden.

        Sadece Terörle Mücadele Kanunun Madde 6 yani “terörle mücadelede görev almış kamu görevlilerini hedef gösterme suçu” değil aynı kanunun Terörle Mücadele Kanunun Madde 7/2 yani “Örgüt Propagandası Suçu” da misal yakınlarda Nevşin Mengü’ye dava açılmasının hukuki sebebi olarak gösterilen bir madde.

        Çok ilginçtir daha 2017’de Yargıtay'ın ilgili ceza dairesi bir PKK mensubunun duruşma salonuna götürülürken "Yaşasın PKK" diye slogan atmasını örgüt propaganda suçunu oluşturmaz diyerek karar vermişti. (Yargıtay 16. Ceza Dairesi - Karar : 2017/3434). Yaşasın PKK demek örgüt propagandası değil, ama her nasılsa mevzuu Suriye iken Mengü’nün Salih Müslüm’ü yayına konuk alması, yayının videosunu 20 dk. sonra silmesine rağmen suç.

        TCK 301, zaten olmazsa olmazımız, “Devletin yargı organlarını alenen aşağılama suçu”. Konusu adliye, adalet, hukuk olan pek çok haberle ilgili pek çok soruşturmaya öteden beri eklenen, kambersiz düğün olmaz misali önemli bir görev yüklenmiş bonkör ve eli açık bir maddemiz.

        Zaten devletimiz bir sevgi devleti. Tüm bunlar hep sevgiden. Ben zaten bunları hangi öpücüğün hangi gerekçeyle verildiğini ya da muhtemel sarılmalar hangi travmaya denk gelir bilmek ve bu sevgiye doğru karşılık vermek önemlidir diye yazdım. İlişkide kalite önemli.