Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Oray Eğin Bir zamanlar devrimciydi. Sonra serbest piyasaya uydu.

        Mikla

        Meşruiyet Caddesi No: 15, Beyoğlu-İstanbul

        Kısa bir süre önce Londra’dan bir yatırım bankacısı benden bankanın üst düzey yöneticisini ağırlayabileceği şık bir lokanta tavsiyesi istedi. İyi yemeğin ötesinde bir de manzara istiyordu ama, İstanbul’a ilk kez kez gelen birini bodrum katta ya da duvara karşı misafir edemezdi. Düşündüm, düşündüm ve aklıma hem iyi yemek hem de manzara olan bir yer gelmedi. Sonunda Mikla dedim, onlar da memnun kaldı.

        Mikla’nın kurucu şefi Mehmet Gürs bu projeye kalkıştığında Anadolu mutfağının böylesi şık bir atmosferde sunulabilme fikri hayal bile değildi. Çok iyi bildiğimiz bazı lezzetlerin yapıbozumuna uğrayıp yenilenebileceği, malzemenin sadece yeni üreticilerden temin edilmesi de. Mantı o yıllarda sadece sabaha karşı ayılmak için yenen bir yemekti, bir tadım mönüsünde düşünülmezdi. Ama hepsini başardı ve Türkiye’ye çok şey öğretti Gürs. Mikla’yı da İstanbul’un dünyada bilinen gastronomi duraklarından birine dönüştürdü. AOC bile buraya geldi.

        Artık Gürs yok. Çoktandır sadece ortak konumundaydı zaten. Geçtiğimiz aylarda son hisselerini de yeni sahibine devredip Mikla defterini kapattı. Ama mekan bir Michelin yıldızı, itibarı ve tabii ki—yazın daha çarpıcı olan—manzarasıyla dimdik ayakta. Peki hala iyi mi?

        BÜYÜK BİR HAYAL KIRIKLIĞI

        Son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim, büyük hayal kırıklığıyla ayrıldım. Mikla bu şehre tadım mönüsünü getiren, Anadolu mutfağında devrim yapma konusunda öncü olan bir yer değil de kendisinden sonra çıkan boynuzların kötü bir taklidi, hatta parodisi gibiydi. Üstelik fiyat politikası açısından da ahlaksız diyebileceğim bir pahalılıktaydı.

        Kazandığım paranın neredeyse tamamını kıyafete ve yemeğe harcayan biri olarak lokantalarda çok para ödenmesine ilkesel karşı değilim. Hesabı bir başkası ödüyorsa, mesela insanın yatırım bankacısı bir arkadaşı varsa daha da güzel. Ancak hesabı bir başkası ödüyorsa bile insanın parasıyla rezil olmasına, kandırılıyormuş, hatta soyuluyormuş gibi davranılmasına tahammül edemiyorum. O zaman John Pierpont Morgan beyin cebinden çıkan paranın bile hakkını aramak zorunda hissediyorum.

        Mikla sadece İstanbul standartlarında değil, paranın sınırsız sokağa saçıldığı Londra gibi şehirlere kıyasla bile pahalı, çok pahalı bir yer. Bu parayı hak etmiyor üstelik. Yakın zamanda River Cafe ya da Core by Clare gibi—biri bir, diğeri üç Michelin yıldızlı—şaraplı kokteyli akşam yemeklerine daha az ödediğimi düşününce Mikla’ya iyice sinirlendim. Hiç kimse bana artan maliyetleri bahane etmesin: İstanbul’da Londra’dan daha pahalıya yemek satmak düpedüz ahlaksızlık.

        Artık klasikleşen balık-ekmek yorumu hala mükemmel.
        Artık klasikleşen balık-ekmek yorumu hala mükemmel.

        Bari ödenen paraya değseydi. Akılda kalan tek yemek hala açıldığı günden beri ikram olarak sunulan balık ekmek yorumu. Mükemmel bir çıtır ekmek alternatifiyle üzerinde yapışmış gibi duran balık aşina olduğumuz bir lezzetin nasıl bambaşka bir şekilde mükemmel yapılabileceğinin en iyi örneği hala. Ortada 10-15 tane dursa, insan yavaş yavaş onları yese sıkılmaz, yine ister. Sadece bu balık-ekmekle bir tadım mönüsü oluşturulabilir ve insan bütün servetini teslim edebilir.

        Ama mönünün başlangıcında gelen tavşan etli bolet mantarlı kağıt üzerinde çok cazip görünse de bugüne kadar içtiğiniz ya da evde yaptığınız bütün mantar çorbalarından hiçbir farkı yok. Tavşan etinin tadını alamadım, katkısını göremedim. Belki bir Campbell teneke çorba değil ama evde krema ve mantarı karıştırıp pişirdiğinizde de aşağı yukarı Mikla’dakine benzer bir lezzete ulaşırsınız. Çorbayla açılan tadım mönüsü zaten insanı baştan tıkıyor, ama Anadolu geleneği deyip geçiyorum.

        TABAKLARIN BÜTÜNLÜĞÜ YOK

        Yanındaki humus, kuru olmayan kuru et ve nar taneli yeşillikler bütünlük içinde değil.
        Yanındaki humus, kuru olmayan kuru et ve nar taneli yeşillikler bütünlük içinde değil.

        Ardından gelen kuru et hiçbir şekilde kuru bir et değil; bir yorum, daha çok tataki’yi andırıyor. Epey de güzel, üç küçük madalyon. Yanında gelen fasulye ezmesiyse artık Batı’daki süpermarketlerde çeşit çeşit satılan humuslardan hiç farklı değil, yeşillikler de sanki Kalender Orduevi’nde generalin sofrası zengin görünsün diye yerleştirilmiş gibi. Salatada nar tanesi, tıpkı mısır tanesi gibi, eğer lezzetin bütününe hayati SADECE bir katkı sağlamıyorsa tek başına bir amatörlük göstergesi. Ya da özentilik. Bir tabaktaki üç ana unsurun birbiriyle hiçbir uyumunun olmaması, humus, salata ve etin bir arada sunulmasının lezzete katkı sağlamamasıysa Mikla’nın temel problemi.

        Daha iyi dinlendirilmiş kalamarlar var, ama üzerindeki acılı yağ her yerde yok.
        Daha iyi dinlendirilmiş kalamarlar var, ama üzerindeki acılı yağ her yerde yok.

        Izgara kalamarın üzerindeki acı tereyağı, evet, acı ama çok iyi. Daha iyi terbiye edilmiş kalamarlar yedim ama. Yanında gelen ızgara Yedikule yeşilliğinin tabağın bütünlüğüne katkısını anlayamadım. Bu tür marulu ızgaraya koyunca içinden müthiş bir tat ortaya çıkar normalde, ama şef galiba fazla yakmamak için ateşten çabuk çekmiş ve tam kimyasal reaksiyonu beklemeden önümüze getirmiş. Yavan ve tatsızdı.

        Ve tekrar altını çiziyorum: Bir önceki tabakta olduğu gibi neden bunların bir arada sunulduğunun yanıtı yok, üzerinde yeteri kadar düşünülmemiş belli ki. Sanki gardıroptan rastgele seçilen birkaç giysi gibi alelacele bir araya getirilmiş.

        Meşhur mantı etli ve pazılı servis ediliyor, mutfak bazen karıştırıyor.
        Meşhur mantı etli ve pazılı servis ediliyor, mutfak bazen karıştırıyor.

        Mantı artık tadım mönüsünde yok, ama ben özlediğim için fazladan istedim. Etli istememize, mutfağa masamıza bakan görevlinin etli demesine rağmen pazılı geldi. Doğrusu geldiğinde de yemeğin ritmi bozuldu, süresi uzadı.

        Tatsız ve sert bir balık kılıç.
        Tatsız ve sert bir balık kılıç.

        Ana yemeklerden ilki olan ızgara balık her zaman mesafeyle yaklaşılması gereken kılıçtı. Sert, kurumaya müsait ve lezzeti, tıpkı ayva yemek gibi, çekilen ıstıraba değmeyen bir balık bu. Sadece bir-iki çatal alıp geri göndermekten başka çare yoktu. Altındaki cibes ve fasulye yine balığa katkıda bulunmuyor, içinde olduğu söylenen kişniş ise kendisini hiç belli etmiyordu. Baskın, çoğu kişinin sevmediği ve bulaşık sabunu tadı aldığı bir baharat kişniş. Ama bu karakteriyle çok güzel, onu kimliğinden arındırmanın mantığı yok.

        KAPANIŞ İYİYDİ

        Neyse ki kapanış iyiydi. Püresi, pazısı ve yanındaki otuyla uzun uzun ağır ateşte pişmiş kuzudan doğanın tadını, kokusunu almak mümkündü. Belli ki çok iyi bir hayvan seçilmiş. Ama bu tabak da herhangi bir yerde yiyebileceğinizden farklı değil. Hiçbir yeniliği yok, şaşırtıcı değil, sıradan ve fazlasıyla risksiz.

        “Manda yoğurdu” olarak geçen ama bir “frozen yogurt” yorumu olan tatlı ise yemeğin şaheseriydi diyebilirim. Şefler olur olmaz her yerde rakıyı kullanmayı çok seviyor ama yaban mersini ve kakuleye eklenenmiş anason aroması hem çok baskın olmadan hem de yerini tam bularak tatlıyı mükemmel kılıyordu. Yine de “frozen yogurt” böylesi bir mekanın tek tatlısı olamaz, ardından gelen iki küçük çikolata parçası da toplam yemek tecrübesini bir şölene dönüştürmekten çok uzak kaldı. Patron malzemeden çalmış, gözünü bir de müşterinin banka hesabına dikmiş: İki kişi, abartılı ekşiliğinden dolayı içilemeyen sadece tek bir kokteyl ve servisle birlikte 16.9 bin TL ödedik. 432 dolara tekabül ediyor.

        Ortam

        Orada burada okuyup gelen bir sürü paralı turistle birlikte Eski Türkiye’nin de sık sık geldiği bir yer. Cem Kozlu burada rock star muamelesi görüyor mesela. Bir otelin içinde olmasına rağmen bir otel lokantası havası hissedilmiyor. Kışın manzara daha sınırlı ister istemez, çünkü asıl cazip yeri teras. Bazı masalardan tarihi yarımadaya değil İstanbul’un gecekondularına bakıyorsunuz. Bazı masalar birbirine çok yakın, ortam çok sessiz.

        Servis

        Çok fazla personel var, hepsi kibar ve profesyonel ama masadaki sohbeti çok fazla bölüyorlar. Bazılarının konuşmasını anlamakta zorlandım, yemekleri tam anlatamadılar. Bir sipariş yanlış geldi.

        Öne çıkan yemekler

        Mantı hala çok iyi ama tadımlık porsiyonda. Kuzu mükemmel. Şaheser açıldığı günden beri değişmeyen balık-ekmek yorumu.

        Fiyat

        Abartılı, haksız bir pahalılık. Tadım mönüsü kişi başı 6900 TL. Üç seçenekli a la carte mönü ise 5100 TL. Bal ve peynir tabağı fazladan 1100 TL.

        Açık

        Pazar hariç her gün 18:00-00:00 arası açık. Son yemek siparişi saat 21:30’da. Bar gece 02:00’de kapanıyor.

        Rezervasyon

        Şart. İnternet sitesinden yapılıyor, gitmemeniz halinde kişi başı 35 Euro ceza kesiliyor.

        Yıldız tablosu

        YILDIZSIZ

        Yıldızlar sıfırdan dörde kadar. New York Times’dan esinlenilen değerlendirmeye göre sıfır kötü, vasat ya da tatminkar. Bir yıldız iyi, iki yıldız çok iyi, üç yıldız muhteşem, dört yıldız ise olağanüstü.