Kadriye Deniz, oğlu Özcan Deniz'den vazgeçti
Özcan Deniz ve ailesi arasında sular durulmuyor. Son olarak annesi Kadriye Deniz, sosyal medyada paylaştığı mesajla oğlu Özcan Deniz'den vazgeçtiğini açıkladı; "Bundan böyle ne bayrama, ne selâma"

Özcan Deniz, annesi Kadriye Deniz ve ağabeyi Ercan Deniz ile yaşadığı aile içi gerilimlerle gündeme gelmeye devam ediyor. Son olarak Kadriye Deniz, sosyal medyada bulunduğu paylaşımla oğlu Özcan Deniz'den vazgeçtiğini duyurdu.
Kadriye Deniz paylaşımında şu ifadeleri kullandı; "Kan bağı, menfaat bağına yenik düştüğünde 'evlat' değil, 'el' kalır geriye... İhanet edenin adı can da olsa, gönül defterimde yeri silinir. Ben, evlatlarımı toprağımda büyüttüm. Kimi kök verdi, kimi kökünden söküldü gitti. Çıkar için birleşenler: Özcan, Melek, Sibel, Nurcan... Yolunuz açık olsun, Allah'a havale ettim sizi! Hakkı yenen, zulmedilen Ercan'ım ve Yurda'm, çınar gibi kök salıp büyüsünler. Bizi ancak ölüm ayırmalıydı ama ben vedamı hayattayken yaptım. Bundan böyle ne bayrama, ne selâma..."
Geçtiğimiz günlerde Kadriye Deniz, oğulları arasındaki tartışma hakkında sessizliğini bozarak bir televizyon programına bağlanmış ve "Biz mutlu bir aileydik. Uğursuz Samar, Özcan’a akıl veriyor. Seni Allah’a havale ettim. Yalvarıyorum Rabbim’e, iki oğlum bir araya gelsin. Ercan, Özcan’ı çok özledi. Ne zaman onunla ilgili konuşsa ağlıyor. Ercan, kendine hakim ol. İki oğlumun da barışmasını istiyorum. Gerekirse Cumhurbaşkanı’na gideceğim. Barışın yoksa o villaları yakarım. 3 villanın kurbanı olmayın. Artık taştı, yeter! Borçları beraber ödeyin. Sen ödemedin, ağabeyin ödemedi. O banka borcu 40 milyon TL’den 85 milyona çıktı. Günah... Sağlığınız elinizden gidecek" ifadelerini kullanmıştı.
Özcan Deniz - Ercan Deniz
Deniz, annesinin bu paylaşımlarının ardından art arda yaptığı açıklamalarda hem kendisini hem de içinde bulunduğu durumu anlatarak şu ifadeleri kullandı;
Şimdi sizlere, benden çalınan 40 yılımın hatırına 40 paylaşım yapacağım. Biraz uzun olacak. Aslında kısa bile, ama burası için uzun sayılacak. Şimdiden iyi okumalar. Sevgili anneciğim! Yaptığınız sayısız kötülüğe göğüs gerdim ve de gereceğim. Yolum sizin yolunuz değil. Sizler, sizi cennete taşıyan gemiyi korsanlar gibi ele geçirip dümeni cehenneme kırdınız ve ben, korumam gereken evladımı alıp, benim inşa ettiğim ve suya indirdiğim o gemiden ayrıldım.
Ekranlara çıkıp, gazetelere konuşarak aslında benim yapamayacağım, yapmayacağım, kıyamayacağım bir şey yaptınız; kendinizi anlattınız. Cehaletinizi, kötücüllüğünüzü ikrar ettiniz. Ben sizi kimseye böyle anlatamazdım! Aslında neyin içinde olduğumu, benden neleri çaldığınızı, benim kalbinizde hiçbir yerimin olmadığını, beni sadece “imkân” olarak gördüğünüzü, sizin için bir evlat ya da kardeş değil de hayatına, emeğine, her şeyine ipotek koyduğunuz bir köle olarak gördüğünüzü, parmak sallaya sallaya anlattınız. Beni üzen, bana yaptıklarınızdan çok, kendinize reva gördüğünüz bu durumun çok trajik ve utanç verici olmasıdır.
Hepinizi o aç kalktığınız sofralardan taşıyıp, o günleri unutturacak bir hayat armağan eden (Allah’ın izniyle) bana saldırıyorsunuz. Saraylar armağan etsem tatmin olmayacak bir haldesiniz. Konu Samar değil anneciğim; konu ihanet, arkadan vurma, nankörlük, saygısızlık, arsızlık, hayasızlık, doyumsuzluk, şükürsüzlük, müsriflik, inanarak söylediğiniz yalanlar ve attığınız iftiralar, gaddarlık, amasız fakatsız kötülük, bir türlü atılamayan cehalet ve bunun verdiği cesaret. Konu asla Samar değil; Samar, sizin bu yukarıdakileri kabul etmediğiniz için sarıldığınız bir bahane.
Siz, evladıma bile düşmansınız ki hepinizin evlatlarında emeğim var. Ama benim oğlum bugün ne babaanne biliyor ne de amca. Bu sizin utancınız. Onları sizin şerrinizden koruyor olmama bile, katran katran nefretle karşılık veriyorsunuz.
"Annenle görüş" diyorlar. Görüşürsem iftiraya uğrayacağımı bilmiyorlar. En son Berat gecesi elini öpmeye geldiğimde, benden ayrıldıktan sonra ardımdan Ercan geldi sana. Birlikte karakola gidip o gece hiç yaşanmamış bir olaya dair iftira atarak bana uzaklaştırma kararı aldırdın. Aynı gece Ercan’ın evine geçip gece yarısı magazincileri çağırıp (daha doğrusu önceden organize edip) pijamalarla sakil bir şekilde karşısına oturup, Ercan’ın direktifleriyle çocuğumu benden koparacak utanç verici konuşmalar yaptın. Seninle görüşmek demek, yeni iftiralara ve tuzaklara düşmek demek; bilmiyorlar.
"Anneni ortada bırakma" diyorlar. Ortada olmadığını, şu an maliyetini bana ödettiğiniz sahte bir 'mağduriyet' tiyatrosu oynadığınızı, full sağlık sigortanızın olduğunu, kira ve yan giderlerle birlikte aylık gelirinizin 100-150 bin TL olduğunu, benim yanımdayken aylığınızın 300 bin TL’yi aştığını, 40 yıldır elini sıcak sudan soğuk suya sokturmadığımı, asıl derdinizin Ercan’ın kaybettiği 'sahte krallık' olduğunu bilmiyorlar.
"Annene vicdanlı ol" diyorlar. Benim vicdanımın kurbanı olduğumu, aslında sizlerin vicdan yoksunu olduğunuzu bilmiyorlar. O gece Ercan’ın evinde çıktığın programdan bugüne kadar olanları sırayla izleyenler, aslında çabanın ne olduğunu görür. Samar’a attığın iftiralarla oğlumun annesini harekete geçirip evladımı benden koparmaya çalışıyorsunuz. Allah’tan Feyza gerçekleri görüyor ve oğlumun yanımda nasıl mutlu, nasıl güven içinde olduğunu biliyor. Ercan’la asıl mücadelemin, oğlumun geleceğinden çalınmış haklarını kurtarmak olduğunu da biliyor.
Ben hepinizin yuvasını yaparken siz yuvamı dağıtmak istediniz. Çocukluğumu ve gençliğimi çaldınız, şimdi de hayatımın son evresine göz diktiniz. İşin trajik tarafı; siz kronik mutsuzluk, tatminsizlik ve entrika ile kendi hayatınızı da yok ettiniz. Aradaki fark; bunu ben yapmadım, siz yaptınız. Ben sadece köle gibi size yetmeye çalıştım. "Mutluyum" diyorum, "Hayır, biz mutsuzuz" deyip ailemi dağıtmamı isteyecek kadar da şuursuzlaştınız. Çünkü tek başına bir Özcan çok daha verimliydi. Şimdi nereden çıktı bu velet, değil mi?
Hiç yaşanmamış geçmiş hikâyeler uyduruyorsunuz zihninizde ve bunu pazarlıyorsunuz. Yok, İstanbul’a ilk Ercan Bey’le birlikte sırtımızda sünger, yastık, yorganla otogardan gelmişiz. Bak bak bak... Tabii yanımızda Zeki Alasya, Metin Akpınar, Kemal Sunal, Halit Akçatepe de vardı. Onlar köyde altın mı ne bulmuşlardı. İstanbul’da bir kuyumcu akrabalarını aramak için bizden ayrıldılar, bir daha da görmedik onları. Tövbe tövbe...
Ben İstanbul’da, Almanya’da o çocuk yaşta mücadele ediyorken, hiçbiriniz ne yiyip ne içtiğimi sormuyorken, o oğlun Aydın’da, bütün Aydın’ın gözbebeği bir eskortun evinde kalıyordu paşam. Torbacısını değiştir bence.
Ve hiçbirinizin umurunda değildim o çocuk halimle. Şimdi ekranlardan inmiyorsunuz, o da ayrı bir hayat dersi. Değişen hiçbir şey yok; yine umurunuzda değilim. Umurunuzda olan şey, kaybettiğiniz (daha doğrusu yok ettiğiniz) “imkânlar.”
Benim vurulmama bile sebep Ercan’dır ki bunu, anneciğim, sen hepimizden iyi biliyorsun. Onu bile yalanla dolanla süsleyip anlatıyorsunuz. Ercan Bey ekranlarda diyor ki, “Adamlar benle Özcan’ı karıştırmış da Özcan’ı vurmuşlar.” Allah Allah… Sahnedeki benle seni mi karıştırmışlar! Bak sen… Ercan Bey, sadece bunu bana yaşattığın için bile ömür boyu bana borcunu ödeyemezsin.
Ölüyordum ben o gece. Mermi, atardamarıma 1 milim kala durmuş. Bacağımdaki sinir paketlerini ve kemiğimi paramparça etmişti. Şimdi bile fellik fellik tetikçi arıyorsun. Ama geçen sana yazdığım gibi, Allah’tan tek duam, bu düşmanlığının eline ayağına dolaşması. Ve dolaşıyor.
Eşleriyle ve metresleriyle 'tavukları pişirip, hacıyı da çarşıya gönderip' zevki sefa sürüyordu. Ben dolabıma en ucuz marketlerden alışveriş yapıyorken sizler en pahalısından çıkmıyordunuz. Hepinizin kiraları, giderleri eksiksiz karşılanıyorken, benim kiram ödenmiyor ve kapıma elinde silahla ev sahibi dayanıyordu. Bir de o sakat bacakla, Ercan'ın metresine emanet ettiği ve batırdığı Özgün Turizm'in borçlarını ödemek için it gibi çalıştım. Ama sorsan bambaşka hikâyeler uyduruyorsunuz. Anneciğim, seni bile dolandırıcılıktan hapse attırıyordu bu adam!
Ben geçen seneye kadar Ercan'dan harçlık alıyordum. Ben market kasalarında kredi kartım çalışmadığı için defalarca kalıyorken, Ercan Bey oğluna Ferrari zevkleri tattırıyor, bütün eşlerine benim kartımın ek kartlarını dağıtıyor, hepsini de bana ödetiyordu. (Hani ekranlarda "kredi kartı harcamalarına bakın" diyor ya beyefendi.) Ölüyordum ben o gece. Mermi, atardamarıma 1 milim kala durmuş. Bacağımdaki sinir paketlerini ve kemiğimi paramparça etmişti. Şimdi bile fellik fellik tetikçi arıyorsun. Ama geçen sana yazdığım gibi, Allah'tan tek duam bu düşmanlığının eline ayağına dolaşması. Ve dolaşıyor.
Bir de o sakat bacakla, Ercan'ın metresine emanet ettiği ve batırdığı Özgün Turizm'in borçlarını ödemek için it gibi çalıştım. Ama sorsan bambaşka hikâyeler uyduruyorsunuz. Anneciğim, seni bile dolandırıcılıktan hapse attırıyordu bu adam!
Bu geçmiş hikaye uydurma sebebiniz ise bu kazancın (bir kısmına değil, tamamına) sahip olma gerekçesi oluşturmak. Gerek yoktu. Zaten ne kazanıyorsam avucunuza saydım 40 yıldır. Helali hoş olsun. Oğlumun hakkı hariç. Ona büyüdüğünde siz sorarsınız. Helal edip etmeyeceğini o söyler size.
Ben geçen seneye kadar Ercan'dan harçlık alıyordum. Ben market kasalarında kredi kartım çalışmadığı için defalarca kalıyorken, Ercan Bey oğluna Ferrari zevkleri tattırıyor, bütün eşlerine benim kartımın ek kartlarını dağıtıyor, hepsini de bana ödetiyordu. (Hani ekranlarda “Kredi kartı harcamalarına bakın” diyor ya beyefendi.)
Eşleriyle ve metresleriyle “tavukları pişirip, hacıyı da çarşıya gönderip” zevki sefa sürüyordu. Ben dolabıma en ucuz marketlerden alışveriş yapıyorken sizler en pahalısından çıkmıyordunuz. Hepinizin kiraları, giderleri eksiksiz karşılanıyorken, benim kiram ödenmiyordu ve kapıma elinde silahla ev sahibi dayanıyordu.
Doktora, Ercan Bey’le beraber gittiğimizde doktorum; "Kalbinde sıkıntı var. Senin nabzın 120’yi geçmemesi gerek, o yüzden çok yorma kendini" dediğinde, Ercan oradan çıktığımız gün 3 konser bağladı. Ve o konserlerin parasını da kendin alıp yedin, vermedin. Ve deli gibi gece gündüz çalışıyordum. (Zamanında "Çok çalışıyor diye" pek acıyor muydunuz? Çok değil, 1 yıl önceydi bunlar.)
Sen, o oğlunun metreslerini para karşılığı kabul etmiş birisin. Seni 30 yıl kapıdan kovan onlar, sahip çıkan bendim ve kin kustuğun üç kızındı. Ekranlarda; "Ona yalvarıyorum, yine bana para göndermiyor" demişsin. Ben parayı yalvararak değil, tehdit ederek istiyorum. Ki yalvar diyen kim? Annemsin. Haşa... Sadece tehdit ve yalansız, insan gibi isteseniz ve ben de kendimi keriz gibi görmesem, evladın olduğumu hissetsem, fena mı?
Hayır! Çünkü tehdidin işe yaradığını geçmişte çok gördünüz. Şu an yaramıyor olması hepinizi afallattı. O yüzden ekranlarda, "Ben olayların buraya geleceğini bilmiyordum" diyorsun. Gerçekten de bilmiyordun. Ya da ne zannediyordunuz, onu da ben bilmiyorum. Çünkü geçmiş bilgi bu değil. Özcan tehdit edilir ve kursağındaki daha midesine gitmeden alınır! Yani bedelini ödersem Samar en iyi gelin, oğlum da en iyi torun olacak! Yarın Ercan’dan gasp ettiklerini almaya çalışmaktan vazgeçip, yine bütün kazancımı önünüze koysam ne büyü kalır ne kötü gelin kalır.
Ama hayır, bırakmayacağım. O evler benim 40 yıllık emeğimden geri bıraktığınız tek şey. Ve bunca kötülüğün sonunda Ercan Bey’e ve apartta bekleyen eşlerine, metreslerine armağan etmeyeceğim. Bu sefer oğlumun riskiyle ne tavuğu pişirecek ne de hacıyı ketenpereye getirecek. Bu tantana bitsin istiyorsanız Ercan Bey evlerimi verecek, ipotekleriyle de borçlarını ödeyecek ve konu kapanacak.
Kötülüklerinizle nirvanaya ulaştınız. Tarih yazdınız. Gelecekte hakkımda yapılan her belgeselde ben ürettiklerimle, siz de yaptığınız kötülüklerle anılacaksınız. Torunlarınız bile adınızı anmaya utanacak. Bu yaşananların kitaplaştırılması ve "Aile nedir? Nasıl olmamalı?" başlığıyla anlatılması gerek.
Beni öldürmeye çalışıp da başaramamış katillerimi de affetmemi beklemesin kimse. Affedersem başaramadıklarını ilk fırsatta tekrarlarlar. Onlardaki kin dağı çatlatır.
"Gelip o villaları yakacağım" demişsin. Doğru, yakarsınız. Siz emeğiniz olmayan her şeyi yakar, yıkar, yok edersiniz. Bir tuğlasında bile emeğiniz yok. Ben Almanya’da, daha 18 yaşımda tuvalet temizleyerek, sahnelere çıkarak ilk sana çamaşır ve bulaşık makinesi ve televizyon aldım. Ercan’a da araba aldım. Babamla araba yüzünden birbirlerine girdiler ve Ercan arabayı uçurumdan aşağıya attı. Tıpkı şimdi olduğu gibi kimse emeğime acımadı. Ben neler çekiyorum da size o imkânları sağlıyorum, hiçbir zaman düşünmediniz. Yaktınız, yıktınız.
Siz şimdi böyle olmadınız, hep böyleydiniz. Sadece artık bıktım. Sanatımla, ürettiklerimle daha verimli olmak istiyorum. Kırk yıllık bu yolculuğumda artık zarar vermenize müsaade etmeyeceğim. Ailemi dağıtmanıza, beni evladımdan koparmanıza, onun geleceğini çalmanıza artık geç de olsa müsaade etmiyorum, etmeyeceğim.
Aydın’a seni ben göndermedim, Ercan gönderdi. Sen yanımda tek, sana pasaport bile çıkarttım, başına sana tahsis edilmiş bir dünyayı gez bizimle (üçümüz). Çok imkânın içinde yaşıyordun. Seni bir süre sonra evime sokmasam da bir sokak yakınımda, elim üstünde bir yaşam sundum. Evime sokmama sebebim de senin, çocuklarının yuvasını dağıtma hobinden ve evde duyup gördüklerini çarpıtarak, iftiralarla yedi düvelle paylaşman. Tıpkı şu an yaptığınız gibi.
En azından bu mutluluğumu elinizden kurtarmak için bir önlemdi ama hep elim üstündeydi. Ama sen yırttın, attın, full. Bu arada aslında Ercan Bey’le sağlık sigortanı yaptırmıştım. Yollarımızın neden ayrıldığını Berat gecesi bana iftira atmadan bir gün önce seninle paylaşacağım. Sana göstereceğim. Daha yokuşu olmayan bir ev bile bakmıştım sen gerçek niyetini ortaya koymadan önce.
Benim imkânlarımla kurulan oradaki dekorda toplanıp her gece yeni ihanet planları yapıyorsunuz. Ben artık o şer yuvasının finansörü değilim. Verdiğim her kuruş bana zehir olarak geri dönüyor. O her gece toplanıp fitne ürettiğiniz hainlerle mutlu ve huzur içinde yaşayın. Birbirinize yetersiniz.