Bu ülkenin çocukları için tek bir şey ifade eder 10 Kasım: Atatürk’ün ölüm yıldönümü.
Galiba bir tek benim için başka bir anlamı daha var:
Rahmetli babamın doğum günü.
Benim babam 10 Kasım 1938 doğumluydu.
Kemalist bir ailenin çocuklarına tarihi bir misyon olarak yuvarlaması zannetmeyin.
Gerçekten tam 10 Kasım 1938’de doğmuş.
Elia Kazan’ın köyünde Atatürk’ün öldüğü gün doğan bebek
Bundan tam 87 sene önce. Kayseri’nin Germir köyünde.
Germir meşhur Amerikalı yönetmen Elia Kazan’ın da köyü. 4 yaşına kadar burada yaşamış Kazan sonra 1913’te mübadele ile göçmüş.
Babam doğduğunda bırakın televizyonu, radyo dahi yokmuş. Atatürk’ün ölüm haberi birkaç gün sonra ulaşmış köye.
Babama hep köyde Atatürk’ün ölüm haberi nasıl yankılandı diye sorardım zira Kazan gibi Rumların yaşadığı bir köymüş, acaba onun etkisi kalmış mıdır, merak ederdim ancak henüz birkaç günlük bebek tabii bir şey bilmiyor, babam ‘Kızım ben de ileriki yaşlarımda merak ettim ama kayda değer bir anı bulamadım’ derdi.
Bizim evde bu ilginç tesadüf nedeniyle 10 Kasımlar hep biraz arafta geçti.
Bir yanda memlekette yas tutuluyor, bir yanda bizim evde doğum günü var…
Herhalde biraz da bu yüzden hep sevinç ve kahkahadan mahcubiyet duyan bir tarafı vardı sevgili babamın.
Koyu Kemalist bir aile değildi bizimkisi. Babam o köyden annesi 7 yaşında vefat edince dedem ve diğer kardeşleriyle Kayseri’ye taşınmış, oradan Sivas Lisesine geçip mezun olmuş, İstanbul Üniversitesi Hukuk fakültesini kazanmış, öğrenciyken sınıf arkadaşı teyzem sayesinde Marmara Üniversitesi Kimya mühendisliğinde okuyan annemle tanışıp evlenmiş.
İstanbul’da seküler bir çevreye doğdum ancak bizim evde hiçbir zaman katı ideolojik bir yaklaşım yoktu Atatürk’e karşı.
Annemin tarafı tam bir merkez sağ aileyi özetler mahiyetteydi. Dedem ve annenannem Menderes ve Özal hayranı, baba tarafım daha çok SHP çizgisinde bir sosyal demokrasiden yana.
Belki de bu farklılık konuşma zeminini genişletip havayı yumuşatmıştır, bilmiyorum.
Fakat babam ve annem hiçbir zaman dogmatik bir Atatürkçülük anlayışına sahip olmadılar. İkisi de Atatürk’ü seven ve sayan insanlardı ama hiçbir yasağı savunmadılar, yıllarca farklı kesimleri dövmek için sopa olarak kullanılan laiklik anlayışını benimsemediler.
Çok iyi hatırlıyorum 28 Şubat döneminde ben liseyi bitirip üniversiteye başlıyordum, başörtüsü üzerinden yapılan tartışmalardan babam rahatsız olur bize hep ‘güçlünün değil haklının yanında durun’ derdi.
10 Kasım bence Atatürk’ü layıkıyla, onun istediği gibi rasyonel bir zeminde anma yapılırsa güzel ve anlamlıdır.
Putlaştırmak Atatürk’e ihanet
Gazi’yi putlaştıran, tabulaştıran, dokunulmazlık zırhına büründüren yaklaşım her şey bir yana kendisinin dünya görüşüne ve hatırasına ihanet bence.
O nedenle Ata’yı bu 10 Kasım’da hakkında yazılmış en rasyonel ve detaylı çalışmaların başında gelen Sevgili İpek Çalışlar’ın 2018 yılında çıkan Atatürk kitabından bölümlerle anmak istiyorum. Bu kitap ilk kez Mustafa Kemal’in çocukluğu ve ailesiyle ilgili şimdiye kadar bilinmeyen detayları Çalışlar’ın titiz çalışması neticesinde gün yüzüne çıkardığı için ayrıca değerlidir…
Zübeyde Hanım ve Ali Rıza Bey’in bilinmeyen düğün günü
Mesela Anne ve babası, Zübeyde Hanım ve Ali Rıza Bey.
Genelde tek bir fotoğrafını görürüz Zübeyde Hanım’ın. Ali Rıza Bey ile ilgili ise erken yaşta vefatı dışında pek bir şey yazılmaz.
Halbuki İpek Çalışlar’ın kitabından öğrendiğime göre Zübeyde Hanım zengin bir ailenin dillere destan güzellikteki kızı.
Ali Rıza Bey ise Zübeyde Hanım’ın abisi ile arkadaş bir gümrük memuru. Ali Rıza Bey rüyasında Zübeyde Hanım gibi bir güzeli görüyor, fakat Zübeyde Hanım’ın annesi kızını bir memura vermek istemiyor, hal böyle olunca abi devreye girip anneyi ikna ediyor.
Zübeyde Hanım evlendiğinde yaşı henüz 14. Nikahtan önce adet olarak tüm yüzünü ağdalıyor üzerine de telleme denen ağır bir makyaj yaparak boncuklar yapıştırıyorlar.
Genç kızın cildi böyle işlemlere alışık değil. Tepki olarak sivilce ve çıban basıyor yüzünü. Ali Rıza Bey düğün gecesi rüyalarında gördüğü kızla karşılaşmayı hayal ederken bir de bakıyor ki sivilce ve çıbanlar içinde bir yüz!
Müthiş bir hayalkırıklığına uğruyor ve düğün sabahı Selanik’i, genç karısını bırakıp tek başına memurluk yaptığı Çayağzına dönüyor. Birkaç ay dönmeyecek…
Peki ya 14 yaşındaki sivilceli Zübeyde?
O da boynu bükük kalıyor kayın validesi ve görümcesi ile. Bir süre sonra Ali Rıza Bey yanına alıyor genç eşini.
İlk çocukları Fatma bu arada doğmuş, ikinci çocukları Ahmet Çayağzında doğuyor.
Mustafa Kemal doğmadan ölen iki kardeşi
Fatma bir süre sonra hastalanıp ölüyor ancak Çayağzında Müslüman mezarlığı yok. Denize yakın bir yerde küçük çocuk için bir mezar kazıyorlar.
Zübeyde Hanım bir gün mezara duaya gittiğinde bir şokla karşılaşıyor. Fatma’nın cansız bedeni ıslak toprağın üzerinde, dalgalar mezarı açmış, çakallar minik yavruyu parçalamış…
İpek Çalışlar’ın kitabında Atatürk’ün özel hayatına dair de çok dikkat çekici bölümler var.
Fikriye Hanım ve Latife Hanım’la ilişkisi hep tartışılır Gazi’nin.
Kanaatimce Fikriye kalbine, Latife de aklına hitap ediyordu.
Atatürk kadınların toplumda erkeklerle eşit yeri olması gerektiğine inanan bir liderdi. Bu yönüyle tam bir ilericiydi. Ancak kişisel hayatındaki yerine dair görüşlerini anlamak için Latife Hanım’a sarf ettiği şu sözlere bakmamız gerekir: “Ben kadınların meclise girmelerinden yanayım. Ama karımın mecliste olmasından yana değilim. Bana rahatı ancak sevgili karım verebilir.” (İsmet Bozdağ’ın Atatürk ve Latife Hanım kitabından)
Bence gerçek Atatürkçülük bu cumhuriyetin kurucu önderini onun hak ettiği şekilde yadetmek ve gelecek kuşaklara doğru bir şekilde anlatmaktan geçer…