Lübnan: Sedir ağaçlarının gölgesinde kırılan hayatlar
Orta Doğu'da 7 Ekim 2023'ten beri alevlenen savaş, her geçen gün Lübnan'ı daha da çevrelemeye devam ediyor. Önce Hizbullah'a ait telsiz ve çağrı cihazlarının patlatılması, daha sonra Genel Sekreter Nasrallah dahil, Hizbullah'ın komuta kademesinin çoğunun İsrail tarafından öldürülmesi ve daha sonra başlatılan kara harekatı; Lübnan ve Orta Doğu için hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı yeni bir dönem başlattı. Telsiz saldırısından bu yana Lübnan'da bulunan Habertürk TV Güvenlik Politikaları Koordinatörü Çetiner Çetin, bir aylık Lübnan gözlemlerini aktardı.
Hizbullah’a ait telsiz patlamalarının hemen akabinde Beyrut’a gittim. Yirmi yedi gün boyunca orada yaşananları, Lübnan halkının durumunu aktarmaya çalıştım. Sonunda yurda döndüm. Sistematik saldırılarla sürekli hedef alınan Lübnan’ın başkenti Beyrut'tan aklımda kalanları paylaşmak istedim sizinle.
Lübnan 18 farklı etnik, mezhep ve dini grubun bir arada yaşamaya çalıştığı, anayasayla düzenlenmiş, ancak kırılgan bir denge üzerine kurulu bir ülke. Tarihi ve kültürel anlamda büyük bir zenginliğe sahip olan bu ülke, siyasi parçalanmışlık içinde boğulmuş durumda. Lübnan’ın sokaklarına her adım attığınızda bu karmaşıklığı hissetmemek elde değil. Bir zamanlar “Ortadoğu’nun Paris’i” olarak anılan Beyrut, savaşın ve kaosun gölgesinde kalmış romantik bir kent.
Beyrut’un tarihi dokusu, taşları, limanı ve sokakları, bu şehrin bir zamanlar görkemli bir metropol olduğunu anımsatır. Şehir, Akdeniz’in en önemli ticaret limanlarından biri olarak bilinirken, iç savaş ve sonrasında yaşanan yıkımlar, bu romantizmi gölgeleyen trajediler getirdi. 2020 yılında meydana gelen liman patlaması, bu şehrin kalbine bir hançer gibi saplandı ve Lübnan’ın siyasi yapısını da derinden sarstı. Beyrut’un sokakları, taşları adeta birer sessiz tanık olarak tüm bu yıkımı ve direnci bir arada yaşıyor.
Beyrut’un taş binaları ve dar sokakları, şehrin romantik ruhunu yansıtır. Bu sokaklarda yürürken, her köşede tarihin izlerine rastlamak mümkündür. Fenikelilerden Osmanlılara kadar birçok medeniyetin izlerini taşıyan Beyrut, Akdeniz’in kültürel zenginliklerinin bir mozaiği olarak öne çıkar. Lübnan bayrağındaki sedir ağacı, Fenikelilerin Akdeniz’e açıldıkları gemilerin sembolü olarak bilinir. Bu güçlü sembol, Lübnan’ın dayanıklılığını ve tarihini de simgeler.
Feyruz’un şarkılarındaki Beyrut, savaşla yıpranmış bu şehre melankolik bir zarafet kazandırıyor. Onun şarkıları, Lübnan’ın ruhunu dile getirir; acıları, umutları ve kaybedilen yılların yankısını... Feyruz’un şu sözleri Beyrut’u ve Lübnan halkını tanımlayan en etkileyici ifadelerden biridir: “Beyrut, külleri arasında dirilir.” Bu söz, Beyrut’un yıkılmayan ruhunu ve direncini simgeler. Birçok defa yerle bir olan bu şehir, her defasında yeniden ayağa kalkmayı başarmıştır.
Etnik ve mezhepsel yapının sosyolojik derinliği
Lübnan’ın toplumsal yapısı, etnik ve mezhepsel bölünmelerin derin izlerini taşıyor. Hristiyanlar, Sünniler, Şiiler ve Dürziler, bu ülkenin temellerini oluşturan topluluklar. Beyrut’un her bir mahallesi, bu farklılıkları ve gerilimleri içinde barındırıyor. Lübnan halkı, toplumsal olarak önce mezhepsel kimliklerine göre kendini tanımlıyor.
Halil Cibran’ın dediği gibi: “Siz, ulus olmayı öğrenmedikçe, mezhep kimliklerinizin gölgesinde kalacaksınız.” Bu söz, Lübnan’ın en temel sorunlarından birine işaret ediyor. Ulusal kimliğin mezhep kimliklerinin gerisinde kalması, ülkenin sürekli bir parçalanma ve çatışma hali içinde yaşamasına neden oluyor.
Beyrut sokaklarında yürürken, bu sosyolojik bölünmeyi her köşede hissetmek mümkün. Hristiyan mahalleleri, Şii Dahya bölgesi, Sünni semtler ve Dürzilerin yaşadığı dağ köyleri… Her biri adeta bir mikro dünya. İnsanlar kendi sınırlarının dışına çıkmaktan çekiniyor. Her grup, kendi kurtarılmış bölgesinde bir yaşam kurmuş durumda. Bu sosyolojik gerçeklik, Lübnan’ın sosyal yapısının ne kadar kırılgan olduğunu gösteriyor.
Bekaa Vadisi: Bir zamanların savaş alanı
Bekaa Vadisi, 68 kuşağının hem sol hem sağ grupları tarafından bilinen ve siyasetin merkezi haline gelen bir yerdi. Bugün bu bölge, daha sakin ve tarımın hakim olduğu bir alan olsa da, Lübnan tarihindeki yeri hala çok önemli.
O dönemde silahlı grupların eğitim alanı olarak kullanılan Bekaa, şimdi daha çok sayfiye alanı haline gelmiş durumda. Ancak Bekaa’nın da kaderi, Lübnan’ın diğer bölgeleri gibi düzensiz imar ve sosyal değişimlerle şekillenmiş durumda.
Hizbullah: Devlet içinde devlet
Lübnan'ın sosyo-politik yapısının en önemli unsurlarından biri hiç şüphesiz Hizbullah. Şii mezhebine dayanan bu silahlı grup, sadece Lübnan’da değil, tüm Orta Doğu’da önemli bir aktör olarak varlığını sürdürüyor. Hizbullah’ın varlığı, diğer mezhep ve etnik gruplarda zaman zaman endişe yaratıyor.
Hassan Nasrallah’ın liderliğindeki Hizbullah, askeri ve siyasi bir güç olmaktan öte, Lübnan’da devlet içinde devlet pozisyonuna gelmiş durumda. “Gücün merkezi, halkın gözünde meşruiyet bulmazsa, o gücün devlete dönüşmesi zor olur” diyen Halil Cibran’ın bu sözü, Hizbullah’ın Lübnan’daki pozisyonunu anlamak için kritik bir noktadır.
Dahya Mahallesi, Beyrut’un güneyinde yer alan ve Hizbullah’ın kontrolü altında olan bir bölge. Bir milyon iki yüz bin insanın yaşadığı bu mahalle, sadece askeri bir merkez değil, aynı zamanda siyasi ve ekonomik bir merkez olarak da hizmet veriyor.
Bugün İsrail’in saldırılarında bu bölgeye yapılan bombardımanlar, Hizbullah’ın merkezi olması nedeniyle büyük bir yıkım getirdi. Lübnan’ın diğer grupları bu durumu endişeyle izlerken, Hizbullah’ın İran’la olan yakın bağları, bu endişeleri daha da derinleştiriyor.
Sanat ve kültürün direnişi: Lübnan’ın sanatsal ruhu
Lübnan’ın sanatsal ruhu, savaşa ve kaosa rağmen direnen bir ruhtur. Beyrut’un ara sokaklarında, her köşede bir sanatçıya, bir ressama rastlamak mümkündür.
Bu ülke, bir yandan yıkımlarla boğuşurken diğer yandan kültürel olarak ayakta kalmaya çalışıyor. Lübnan’ın bu çok katmanlı yapısını en iyi anlatan yazarlardan biri olan Amin Maalouf şöyle der: “Kimliğimiz, her zaman birçok katmandan oluşur. Birini kaybettiğimizde, tüm benliğimizi kaybetmiş oluruz.” Lübnan halkı, bu çok katmanlı kimliği yaşatmaya çalışırken, savaşın yarattığı travmalardan da kaçamıyor.
2020 Liman Patlaması: Lübnan siyasetinin çöküşü
2020 yılında Beyrut Limanı’nda gerçekleşen patlama, Lübnan’ın zayıf yapısının çöküşünün en somut haliydi. Patlamanın ardından Lübnan ekonomisi neredeyse iflas etti, siyasi yapılar çöktü ve halk devletin varlığını sorgulamaya başladı.
Bankalar battı, sağlık hizmetlerine ulaşım imkansız hale geldi. Sadece zenginlerin erişebildiği üç hastane kaldı, ve halkın çoğu için sağlık hizmeti bir lüks haline geldi. Bu trajedi, Lübnan’ın mevcut krizine yeni bir boyut kazandırdı.
Şii mahallelerinde ölüm, diğer mahallelerde yaşam
Beyrut'un mahalleleri arasındaki keskin sosyolojik farklar, Lübnan’ın derin mezhepsel bölünmüşlüğünü net bir şekilde yansıtıyor. Şii mahallelerinde ölüm, kaos ve korku hâkimken, kentin diğer bölgelerinde yaşam tüm canlılığıyla devam ediyor.
Özellikle Şii nüfusun yoğun olduğu Dahye mahallesinde geceleri karartma uygulanıyor; insanlar sanki bir savaşın içindeymiş gibi yaşıyor. Bu bölgedeki halk, günlük hayatlarını sürdüremez hale gelmişken, Beyrut'un diğer mahallelerinde nargile kafeler ve restoranlar gece boyu açık. Şii mahallelerindeki bu karanlık, Lübnan’daki mezhepsel ayrılıkların ne kadar derin olduğunu ve bu bölünmüşlüğün ülkenin geleceği için büyük bir tehdit oluşturduğunu gösteriyor.
Dahye'den kaçan birçok Şii aile ise, güvenli mahallelere sığınmış durumda. Bu insanlar, Beyrut’un daha korunaklı mahallelerinde, arabalarında yaşıyorlar. Araba içlerinde kurdukları geçici yaşam alanları, Lübnan'daki sosyal çöküşün trajik bir sembolü. Bu durum, bir yandan mezhepsel çatışmaların derinliğini, diğer yandan ülkenin içinde bulunduğu çaresizliği gözler önüne seriyor.
Beyrut trafiği: Kuralsızlığın kaosu
Beyrut, dünyanın en karmaşık ve tehlikeli trafiğine sahip şehirlerinden biri. Bu kaosun ardında yatan en önemli gerçek ise, halkın devlete olan inancını ve saygısını kaybetmiş olması. Beyrut sokaklarında trafik kurallarının hiçbir anlamı kalmamış durumda.
Kırmızı ışıklar yanıp sönerken, sürücüler için bir uyarı ya da durma işareti değil; adeta göz ardı edilen, görmezden gelinen bir detay haline gelmiş. Trafik ışıkları ve kurallar, Beyrut’un karmaşasında hükmünü kaybetmiş semboller olarak duruyor.
Bu kaotik ortamın en büyük sorumlularından biri ise motosikletler. Özellikle Suriyeli göçmenlerin Lübnan’a akın etmesiyle birlikte, Beyrut adeta bir motosiklet cehennemine dönüşmüş. Sağınızdan, solunuzdan ve hatta karşınızdan kontrolsüz bir şekilde akan motosikletler, trafiği felç ediyor.
Yolun ortasında dizilip sohbet ederek hareket eden motosiklet sürücüleri bir Lübnanlı için rahatsızlık verici. Bu kaotik manzaranın en çarpıcı görüntülerinden biri ise, bir motosiklete ailece binen insanlar. Karı-koca ve 3-4 çocuk, tek bir motosiklette dengede kalmaya çalışırken, Beyrut’un kuralsızlığını ve kaosunu gözler önüne seriyor. Bu görüntü, sadece trafiğin değil, toplumun genel anlamda nereye sürüklendiğinin de çarpıcı bir ifadesi.
Yüksek yaşam maliyeti ve zayıf halk
Lübnan’da hayat, her geçen gün daha da pahalı hale geliyor. Halk, ekonomik krizle mücadele ederken, güçlü Lübnan diasporası dışarıdan ülkeye destek vermeye çalışsa da, bu yeterli olmuyor.
Lübnanlılar, kendilerini Arap dünyasının bir parçası olarak görmüyor. Lübnan bayrağındaki sedir ağacı, Fenikelilerin Akdeniz’de ticaret yapmak için kullandıkları gemileri simgeliyor. Ancak bu güçlü sembol, bugün Lübnan’ın kırılganlığını ve yalnızlığını da temsil ediyor.
Çökmüş sağlık sistemi ve iflas eden bankalar
Lübnan’ın sağlık sistemi tamamen çökmüş durumda. Ülkede sadece üç hastane hizmet veriyor ve bunlar da yalnızca zenginlerin karşılayabileceği kadar pahalı.
Halk, sağlık hizmetlerine erişim sağlamakta büyük zorluklar çekiyor. Bankaların iflas etmesi ise halkın ekonomik krizini daha da derinleştirdi. Lübnan, bir zamanlar refahın ve istikrarın simgesi olan bir ülkeyken, bugün ekonomik ve sosyal açıdan çökmüş bir ülke olarak varlığını sürdürüyor.
Osmanlı'nın Lübnan’daki izleri: Bir imparatorluğun mirası
Osmanlı İmparatorluğu, Lübnan'da derin izler bıraktı.
Beyrut’tan Trablus’a kadar uzanan demiryolları, hanlar, camiler ve su kemerleri, Osmanlı'nın bölgedeki etkisinin somut göstergeleridir. Hicaz Demiryolu, bu mirasın en önemli parçalarından biridir. Osmanlı döneminde İstanbul’dan Hicaz’a kadar uzanan bu demiryolu, Lübnan’ı Akdeniz’in ticaret merkezi haline getirmişti.
Trablus’taki Osmanlı tren istasyonları ise bugün bakımsız ve harabe halde, ancak hala Lübnan’ın geçmişine dair önemli bir hatıra olarak ayakta durmaya çalışıyor.
Osmanlı'nın Lübnan'daki mimari izleri sadece demiryollarıyla sınırlı değil elbette. Beyrut’un eski şehir bölgesinde bulunan taş binalar, yüksek kemerli pencereler ve Osmanlı tarzı yapılar, şehrin tarihsel dokusunu şekillendirmiş. Ancak ne yazık ki bu yapılar günümüzde yeterince korunmamış ve çoğu ihmal edilmiştir.
Osmanlı’nın sosyo-kültürel etkisi de Lübnan’da kalıcı oldu. Osmanlı'nın millet sistemi, bölgedeki mezhepsel çeşitliliği dengeledi ve Lübnan’ın bugün bile süren çok kültürlü yapısının temellerini attı.
Türkiye ve Lübnan bağlantısı: Halkın dizilere olan ilgisi
Türkiye ve Lübnan arasındaki kültürel bağlar son yıllarda özellikle Türk dizileriyle güçlendi.
Beyrut’un sokaklarında dolaşırken, neredeyse her dükkanda Türk dizilerinin konuşulduğunu duyabilirsiniz. Muhteşem Yüzyıl, Aşk-ı Memnu ve Kara Sevda gibi diziler, Lübnan’da büyük bir hayran kitlesi oluşturdu.
Diziler sayesinde Türkiye’nin kültürü, yaşam tarzı ve İstanbul gibi şehirler Lübnanlılar arasında daha yakından tanınmaya başladı.