Birleşmiş Milletler üyesi 193 ülkenin dörtte üçü Filistin devletini tanıyor. BM platformundaki yüksek profilli son tanıma hamleleriyle birlikte Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri de – Rusya, Çin, Fransa ve İngiltere - Filistin devletinin var oluş hakkını kabul ediyor ama “beşli”den biri hariç; o da ABD. Filistin’i tanıyan, kıtalara yayılmış coğrafyaya bakarsanız Dünya sadece 5’ten değil 1’den de çok büyük.
BM kaynaklı bu harita Filistin sorununa iki devletli çözüm zemini için Dünya’nın hazır olduğunu gözler önüne seriyor. Ancak Fransa ve İngiltere ile diğer bir grup ülkenin tanıma hamleleri sonrası İsrail soykırım, yıkım, işgal ve tehcir cüretini pekiştirmiş görünüyor. “Bekleyin göreceksiniz” şeklinde İntikam naraları atan Netanyahu ile Filistinlilere zırnık toprak tanımayan ultra milliyetçi bakanları ve radikal yerleşimci çetelerden gelen işaretler, Gazze’de mezalimi bitirmek bir yana Batı Şeria’yı ilhak damarının kuvvetlendiğini gösteriyor. Trump Yönetimi, Batılı müttefiklerinin Filistin devletini tanımasına itirazını net ortaya koydu. Bu bakımdan, Batı Şeria’daki Filistin Yönetimi’nin BM’ye tam üyeliğini Güvenlik Konseyi’nde veto edebilir. Daha geçen hafta Gazze’de acil ateşkesi öngören karar tasarısını veto etti.
BM Güvenlik Konseyi’nin iki üyesi Fransa ve İngiltere’nin Filistin devletini tanıması önemli, ancak analistlere göre somut eyleme girişilmediği sürece sembolik olmaktan öteye gidemeyecek kararlar. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan da BM’de, “Bu tarihi kararın arkasını doldurmalarını temenni ediyorum” dedi.
Erdoğan BM Genel Kurulu’nda “Filistin sorununa iki devletli çözüm” konulu yüksek düzeyli konferansta çok net mesajlar verdi: “Holokost zulmüyle kökü kurutulmak istenen bir toplumu yöneten Netanyahu hükümeti komşularına soykırım uyguluyor. Derinleşen işgal, ilhak ve göçe zorlama politikalarının hedefi, iki devletli çözüm vizyonunu öldürmek. Bu konferansta Filistin devletini tanıma cesaretini gösteren ülkelerin tarihi duruşun arkasını doldurmalarını temenni ediyorum. Ateşkesin ilanı, Gazze’ye insani yardımın engelsiz girişinin sağlanması gerekiyor.”
Erdoğan’ın andığı o ülkelerden biri öncelikle Fransa. Cumhurbaşkanı Macron’un geçen hazirandaki G7 zirvesinde açıkladığı “Eylülde BM Genel Kurulu’nda tanıma kararı”, İngiltere Başbakanı Starmer’ı da peşi sıra sürüklemişti, Trump’ın bütün itirazına rağmen. BM Genel Kurulu çerçevesindeki “iki devletli çözüm” konferansına da Fransa ve Suudi Arabistan ortaklaşa önayak oldu.
FİLİSTİNSİZ FİLİSTİN GÜNDEMİ
Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmasında “Mahmud Abbas’ın bugün bizimle birlikte olmasını arzu ederdik” dedi ki, ABD’nin Filistin Yönetimi Başkanı’na vize iptali çok eleştiri konusu oldu; BM itibarını zedeleyen, tarafsız arabulucu ve diyalog platformu rolünü zayıflatan bir blokaj olarak kayda geçti. Filistin’in geleceği tartışılırken Filistin’in temsilden men edilmesi, 1947 tarihli BM Genel Merkez Anlaşması’na aykırı. Buna göre New York merkeze gidecek her ülke temsilcisine vize vermek mecburi.
BM’nin istisnai bir uygulamasıyla Abbas konferansa video bağlantısıyla katıldı. Trump Yönetimi, teröre karşı net pozisyon almadığı gerekçesiyle engel getirmişti. Abbas ise Hamas’ın 7 Ekim saldırısını kınadı, silahlarını Filistin Yönetimi’ne teslim etmesini istedi ve Filistin devletinin Gazze yönetiminden ve güvenlikten sorumlu tek meşru otorite olduğunu söyledi. ABD ve İsrail’in Gazze’yi devretmeye kategorik olarak karşı durduğu malûm.
ABD Filistin’e ilk kez vize blokajı uygulamıyor. 1988’de dönemin Reagan Yönetimi, terörü desteklediği gerekçesiyle FKÖ lideri Yaser Arafat’a vize vermemiş, BM Genel Kurulu protesto amacıyla Cenevre’de toplanmıştı. Cenevre’de kürsüye çıkan Arafat tarihi bir hamleyle terörizmi reddettiklerini açıklamış, BM Genel Kurulu 104 oyla Filistin’in bağımsızlığını tanımış, 36 ülke çekimser kalmış, sadece ABD ve İsrail bağımsızlığa ret oyu vermişti. Clinton döneminde ise 1993’te Rabin ve Arafat Oslo Anlaşması’nı imzalayarak karşılıklı varoluş haklarını tanıdılar. Ancak Clinton görevden ayrıldığında barış süreci çıkmaza girmiş, şiddet dalgası başlamıştı ve o günden bu yana köprülerin altından çok sular aktı.
YAHUDİYE VE SAMARYA NERESİ
Bugün Gazze’de soykırıma girişen Netanyahu, 29 Eylül’de Trump’la görüşecek. ABD dönüşü, tanıma kararlarının karşılığını vereceğini, yıllardır iç ve dış baskılara rağmen Filistin devletinin kuruluşunu nasıl engellediğini iftiharla söylüyor. İktidarını ayakta tutan radikal dinci bakanları da “diplomatik baskılara boş ver, Batı Şeria’yı yutalım, bağımsız Filistin devleti umudunu tamamen yok edelim” söylemiyle tazyik yapıyor. Maliye Bakanı Bezalel Smotriç konuşuyor: “İngiltere ve diğer ülkelerin geleceğimize karar verdiği günler geride kaldı. İsrail karşıtı hamlelere verilecek en iyi yanıt, Yahudi halkının ana vatanı olan Yahudiye ve Samarya’da tam egemenliği sağlayıp, Filistin devleti fikrini ebediyen gündemden kaldırmaktır. Sayın Başbakan artık zamanıdır ve bunu yapmak sizin elinizdedir.” Smotriç, Batı Şeria’yı İncil’de geçen isimleriyle “Yahudiye ve Samarya” diye anıyor.
Ulusal Güvenlik Bakanı İtamar Ben-Gvir de Filistin Yönetimi’nin tamamen ortadan kaldırılması talebiyle gelecek kabine toplantısında ilhak meselesini gündeme getireceğini söyledi. Yerleşimcilerin çatı örgütü ise tanımalara misilleme yeni yerleşimler kurulduğunu açıkladı.
Fransa Cumhurbaşkanı Macron, BM kürsüsünde artık zamanı geldi diyerek Filistin devletini tanıdıklarını ilan ederken, İsrail ile gerilim doruğa çıktı. Macron ile Netanyahu arasında, karşılıklı ağır sözlerle mektup teatisi dahil, şiddetli bir dalaş sürüyor. Netanyahu muhatabını teröre destek vermek, antisemitizm yangınına körükle gitmekle suçladı; Filistin’i tanıma planıyla kendi ülkesinde Yahudi düşmanlarını cesaretlendirip Yahudi nefretini kışkırttığını yazdı. Ardından Trump’ın dünürü olan ABD’nin Paris Büyükelçisi Charles Kushner, Macron’un Fransa’da antisemitizmi yaydığını söyledi. Macron, İsrailli ve Amerikalıların antisemitizmi kirli bir araca dönüştürdüğünü belirterek sert tepki gösterdi. Elçi, Fransız Dışişleri’ne çağrıldı ama gitmedi. Macron, cevabi mektubunda “Gazze’deki cinayetleri durdur, Hamas silah gücüyle yok edilemez” diyordu. Beri taraftan “Fransa, İsrail’e Haçlı Seferi başlattı” suçlamaları geldi. Hatta Fransa Dışişleri Bakanı Barrot’nun Kudüs ziyareti sırasında İsrail ve Fransız güvenlik güçleri yumruklaştı.
Fransa öncülüğünde İngiltere, Kanada, Avustralya, Portekiz, Belçika ve diğerlerinin tanıma kararı, İsrail üzerinde baskı oluşturarak, Gazze’de kıyım, yıkım ve 2 milyon Filistinlinin tehciri hedefinden vazgeçirmeyi amaçlıyor. Macron, Hamas’ı ödüllendirdiği suçlamasını kesinlikle reddediyor, tam tersine tanıma kararıyla örgütün yenilip izole edildiğini, ateşkes görüşmelerinin ilerlemesine faydalı olacağını söylüyor. Siyasi bir perspektif sunulmadığı takdirde Filistin halkının tamamen Hamas’a mahkum olacağını belirtiyor. Fransız yetkililere göre Macron yönetimi ateşkes sonrası için iki devletli çözüm, Hamas’ın silah bırakması ve Gazze’de güvenlik yetkisinin Filistin Yönetimi’ne devrini öngören bir plan hazırladı.
Washington Post’a konuşan bir Avrupalı yetkili, tanıma hamlesine karşı İsrail, Batı Şeria’nın ilhakına ve Avrupalı diplomatları sınır dışı etmeye yeltenirse, AB Komisyonu’nun Batı Şeria’daki yerleşimlerden yapılan ihracata yaptırım dahil sert önlemlerle misillemede bulunacağını söylüyor; “Onlar sert davranırsa biz de sertleşiriz” diyor.
Almanya, Filistin’i tanımadığı için kontrpiyede kaldı. Bugüne kadar AB’nin ticari yaptırım girişimlerini bloke etti. Başbakan Merz, Filistin gündemiyle yüklü BM Genel Kurulu’na gitmedi. Ancak Brüksel’den gelen son haberler Berlin’in yoğun baskı karşısında, İsrail ile Ortaklık Anlaşması çerçevesinde yaptırımlara meylettiği yönünde. Koalisyonun büyük ortağı CDU’dan yükselen sesler “Sadece aşırı sağcı iki bakana, Ben-Gvir ve Smotriç’e yaptırım yetmez. Gazze’de yıkım ve Batı Şeria’da yerleşimi genişletme politikasının sonuçları olacağını Netanyahu’ya göstermek lazım” diyor. Filistin’i tanımayı reddeden Meloni hükümeti ise İtalya çapında genel grev ve protesto dalgasını buldu karşısında.
***
Bu arada Amerikan Yönetimi sadece Abbas’ı ekarte etmekle yetinmiyor, BM üyesi egemen bir devlet olarak İran’a da kısıtlama getiriyor; Tahran heyetinin New York’taki hareket alanı, lüks alışveriş yapmasınlar diye kısıtlanmış, sadece otel ile BM merkezi arasında gidip gelebiliyorlar! ABD Dışişleri’ne göre yoksulluk kıskacındaki İran halkının suyu ve elektriği bile yokken rejim elitlerinin alışveriş furyasına kapılmasına izin veremezlermiş, ABD daha iyi bir gelecek mücadelesinde İran halkının yanındaymış. Yıllardır ambargo uygularken de mi yanındaydı acaba?