Sol kolumdaki dikişin izleri sızlıyor! Bir şeftali ağacının kırık dalındaki kıymık 42 yıl sonra yeniden canımı yakıyor.
Çocukluğum 2-3 katlı evlerin sağlı sollu sıralandığı bir sokakta geçti. Bahçelerindeki erik, şeftali, elma ağaçlarının dalları arasında kah meyve toplayarak kah tepelerinden zemine çakılarak büyüdüm, büyüdük... Çok çok uzak bir galaksi gibi yıldızların, gezegenlerin ötesinden bana göz kırpan çocukluğumun geçtiği sokağa geçenlerde yeniden gittim. Sokağın başında durup aşağı doğru bakarken sızlamaya başladı sol kolumdaki kırık. Ne tepesinde düştüğüm şeftali ağacı ne tam da bizim evin karşısındaki erik oradaydı. İçimdeki çocukla kaldırıma çöktük. Ne cebimizde bilyelerimiz, ne arkadaşım Murat’ın kırmızı bisikleti ne de babamın aldığı lastik top... Yolun ortasına yaptığımız taştan kalelerin üstünden otomobiller geçiyordu. Bahçeli evlerin yerlerine yapılan çok katlı apartmanlar yüzünde güneş ışığı bile terk etmişti sokağı! O günlerden tek bir iz bile kalmadan ruhsuz bir beton yığını altında yok olup gitmiş çocukluğumun sokağı...
“Yerleri değil zamanları özleriz” diyor Proust ama işte geçenlerde yazdan kalma bir günde, en az ‘zamanlar’ kadar çocukluğumun geçtiği o ağaçlı sokağı da özlediğimi fark ettim. 42 yıl önce koşturarak geçtiğim o güneşli sokaktan, adını koyamadığım bir yoksunluk duyguyla, gerisin geriye bugüne döndüm.
BAZI BİLİM İNSANLARI ‘EKO-KAYGI’ DİYE TARİF EDİYOR
Geçenlerde okuduğum bir yazıda daha önce hiç karşılaşmadığım bir kelime çıktı karşıma: Solastalji! Geçmişin hoş anılarını belirten ‘nostalji’nin tanımlayamadığı bir özlemi anlatıyor. Modern dünyanın büyüdüğünüz evden, sokaktan, semtten, ilçeden, kentten hiçbir iz bırakmadığını gördüğünüzde omuzlarınıza çöken kederi anlatıyormuş ‘solastalji’...
Genellikle iklim değişikliği, doğal afetler veya çevre kirliliği gibi nedenlerle yaşadığınız çevrede yaşanan büyük değişimlerden sonra ortaya çıkan bir tür kayıp duygusunu ifade ediyor. Kimileri bunu ‘eko-kaygı’ olarak tarif ediyor. İlk olarak çevreci ve filozof Glenn Albrecht tarafından 2000’li yılların başında kullanılmış... İngilizce’de ‘teselli’ anlamına gelen ‘solacium’ ve Latince’de ‘ağrı, acı’ anlamına gelen ‘algia’ sözcüklerinin birleşmesinden oluşuyor.
Nostalji hayal edilen bir geçmişe duyulan özlemi, solastalji ise insan eliyle ya da doğal afetlerle yok olup gitmiş gerçek mekanlara duyulan özlemi anlatıyor.
Kasırgaların, depremlerin yerle bir ettiği, tüm bir geçmişi, anıları, silip süpürdüğü yerlerde sevdiklerini kaybeden insanların bir zamanlar yaşadıkları yerlerin artık olmadığını farketmeleri sonrasında yaşadıkları çaresizlik duygusuyla birlikte ortaya çıkan, altında ezildikleri ama adını koyamadıkları ağır yükün adı ‘solastalji...
GEZDİĞİM SOKAKLARI İLK KEZ GÖRÜYORMUŞ GİBİ HİSSEDİYORUM
“Bir şehirde senelerce oturulur. Bıkılır. Usanılır o şehirden; her yerini gördüm, tanıdım sanılır. Ama daha ne görülmedik insanları, ne görülmedik sokakları, her gün önünde dört beş defa geçtiğimiz halde iyice göremediğimiz binaları vardır. Birden kafamızı kaldırır, ben bu binanın sırtında böyle insan büyüklüğünde heykeller taşıdığını bilmezdim, deyiverirsiniz...” diyor ‘Bir Bahçe’ öyküsünde Sait Faik...
Çocukluğum sokağında ayaklarımı sürte sürte bugüne döndüğümden beri tam da böyle dolaşıyorum şehirde. Döndüğüm her köşede, girdiğim her istasyonda, adım attığım her kaldırımda kafamı kaldırıp sırtında insan büyüklüğünde heykeller taşıyan binalar arıyorum... İşte tam da böyle nereden gelip nereye gittiğimi bilmediğim zamanlarda bazen öyle acayip bir yerde açıyorum ki gözlerimi ne ben benim ne o gözler benim gözlerim... Daha önce hiç bakmamışım gibi etrafımdaki binalara, geçmemişim gibi o sokaklardan, aval aval seyrediyorum etrafımda olup bitenleri... “Gregor Samsa böcek olarak uyandığında eminim benim kadar şaşırmamıştır” diye düşünüyorum böyle anlarda. Bir zamanlar tanrıların yaşadığı bir dağın eteğinde bir bankta oturmuş denize bakarken buluyorum kendimi. Ne deniz daha önce onlarca kez baktığım deniz ne o dağ defalarca sırtımı yasladığım dağ gibi geliyor!
Dünyanın bin bir türlü derdi var biliyorum ama işte daha ben kendime bir çare bulamıyorum... Sol kolumdaki dikişin izleri sızlıyor! Bir şeftali ağacının kırık dalındaki kıymık 42 yıl sonra yeniden canımı yakıyor. Artık bu acının adını biliyorum, solastalji ruhumu eziyor…