Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mesut Yar Trump Yapım iyi seyirler diler!
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Dürüst konuşmak gerekirse fragman heyecan vericiydi. Merak uyandırıcı, uykusuz bırakıcı ve kısmen de korkutucu…

        ABD Başkanı Trump bir anda “Salı gecesi her şeyi açıklayacağım” deyince aldı beni bir telaş. Ne konuşacaktı, her neydi, şey tam olarak ne olabilirdi?

        Neyse. Uykusuz iki günün ardından sabaha karşı ekranın karşısına kuruldum. Habertürk TV simultane çeviriyle aktarmaya başladı…

        Önce gözden kaçan bir hengâme, ardından filmlerden filan aşina olduğumuz kongre kürsüsü…

        Cumhuriyetçiler ve Demokratlar ayrı ayrı dizilmiş, Trump’ın “kurmay takımı” olarak tanıttığı yardımcıları kürsünün tam arkasında yerini almıştı…

        Başkan uzun bir peşrevden sonra konudan konuya atlayarak aslında bir hayli zamandır, bir hayli kez tekrar ettiği “ezber” icraatlarını sıraladı

        *

        Bunu yaparken, son derece başarılı bir kast sisteminin oturduğu sıralardan belli kişileri işaret ederek onlar üzerinden argümanları seriye bağladı…

        Polis babası bir göçmen tarafından öldürülmüş bir genç kız, kartellerle çatışırken hayatını yitirmiş bir askerin çocukları, sabıkası kabarık bir suçlunun kurbanı olmuş bir vatandaşın eşi filan derken olayı 13 yaşında bir çocuğu fahri de olsa Ulusal İstihbarat Teşkilatı’nın en genç üyesi yapmaya kadar getirdi

        Sonrası yumurta sıkıntısı, gümrük vergileri, Rusya- Ukrayna savaşı ve saireydi. Son kelimesine kadar dikkatle izlediğim Trump olayı bir siyasal konuşmadan çok bir TV şovuna çevirmeyi başararak, başta rakipleri olmak üzere tüm dünyayı paralize etti 1 saat 38 dakika içinde…

        Tam “ben şimdi ne izledim?” duygusuyla uzak hülyalara dalıp giderken, meselenin özünü kaçırdığımı fark ettim…

        *

        Trump, “üzerinde enine boyuna çalışılmış bir siyasi iletişim şovu nasıl yapılır?”, göstermişti dünyaya. Yani “yeni nesil dünya liderinin” profilini adı konulmamış bir törenle her dalda Oscar sahibi yapmıştı…

        Ve kabul etmek gerekir ki, her cümlesini nefessiz izlediğimiz 70 küsur yaşındaki bu adam, birkaç gün önce gerçekleşen Oscar törenine tur bindirerek dünyanın en çok izlenen şovlarından birini siyasi tarihe kazımıştı

        Bunu yaptığında henüz 43 iş gününü tamamlamıştı oval ofisinde. Ve önümüzde daha 4 yıl kadar sürecek bir uzun metrajlı bir film vardı…

        Kongre tarihinin bu en uzun konuşması aslında sinema tarihinin en uzun fragmanıydı…

        Ve biz bu filmi seve seve(!) izlemeye başlamış biletsiz seyirciydik. Daha da beteri filmin antraktı yoktu ve sinema salonunun kapıları üstümüze kitlenmişti!

        Cümleten hayırlı seyirler…

        ***

        Her Firavunun bir Musa’sı vardır!

        Başlıkta okuduğunuz cümle aslında sevdiğim bir önermedir. Al, nereye istersen yapıştır…

        Siyasete, ekonomik durumlara, diplomatik tavırlara, sportif kaoslara, insan ilişkilerine, sabır testlerine; artık aklına ne gelirse

        Zero Day” isimli mini dizi böyle bir iz bıraktı bende izleyince. Robert De Niro, yaşadığı çağın en büyük aktörlerinden biri olmasının yanı sıra politik duruşuyla da kendi fanlarını yaratabilen ender isimlerdendir, malum…

        Bu yüzden hani ucuza getirilmiş bir Hint filminden tutun da, “Gerçek Kesit” ismiyle hatırladığımız “Sarı Bıyığın Maceraları” serisinde bile oynasa, soluksuz izlerim ustayı

        Burada da farklı olmadı. Oyunculuklar yine zirve yapmıştı. Bu arada özet geçecek olursak; dizi, ABD’nin derin koridorlarında yaşanan bir paralel yapılanmayı anlatıyordu. Ama ne anlatmak?

        İlk birkaç bölüm ağır aksa da girdiğiniz “akıl oyunları” girdabından çıkmak hiç kolay değildi. İzlemeye devam yani…

        Sonuç itibarıyla, söz konusu iktidar olunca, isterseniz dünyanın en güçlü devleti olun; günün sonunda üçüncü dünya ülkeleriyle ortak kaderi paylaşma ihtimaliniz hep vardır

        Ha, “Zero Day” sırf bu yüzden olsa bile, kendine politikacı diyen her kim varsa zorunlu ders niyetine izletilmelidir. Neyse…

        Güç zehirlenmesi her şekilde öldürücü bir şey; kişi de kurum da ayırt etmiyor. Önemli olan gücü kontrollü kullanmak sanırım…

        Sevdiğimiz önermeyle başladık ya, reklam spotu gibi bir tespitle de bağlayalım; “Kontrolsüz güç, güç değildir!”…

        ***

        Geleneksele veda ederken…

        Mübarek Ramazan ayında üç lezzet klişesinin dışına çıkmayı başaramamıştık bir türlü. Mübareğin ismini her anışımızda Pide, Hurma ve Güllaç üçlüsü sıralanıyordu akıl defterinde…

        Bu tamam da, bu yıl durumlar biraz değişik. Ben ilk kez pide fiyatlarının gramajı aynı bile olsa 20 liradan başlayıp 40 liraya kadar satıldığını görüyorum. Klişeye darbedir, bu bir…

        Ben ilk kez hurmanın mücevheri kabul edilen “Medine Hurmasının” tekli paketlenmiş, yani tane fiyatının 35 liradan başladığını görüyorum. Klişeye darbedir, bu iki…

        Ben ilk kez evde Güllaç yapmakla ortalama bir tatlıcıdan almanın arasında hiç fiyat makası kalmadığına tanıklık ediyorum. Klişeye darbedir, bu da üç!

        İster istemez artık sosyal medya uygulamalarıyla da soru alan sayın Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu’na sorasım geliyor; “Caiz midir hocam?”…

        ***

        Bereketsiz topraklar üzerinde…

        Ne diyordu eski bir reklamda, su hayattır filan, değil mi? Değil. Memleketin su birikintilerinde, derelerinde, ırmaklarında, göletlerinde ve kuyu diplerinde kadınların ve kız çocuklarının cesetleri bulunuyor çünkü…

        Bir kadın ya da çocuk kaybolduğunda bakılan ilk yer en yakındaki büyüklü küçüklü su birikintileri oluyor artık…

        Narin, Rojin, Nazlı, Hava Gül sadece son birkaç ay içinde ölü bedenleri su içinde ya da birikintilerinde bulunan isimler. Elbette misliyle fazla olduğunu düşünüyorum isimlerin de sayıların da…

        Bir zamanlar “bizden seri katil çıkmıyor” diye yakınan sosyologlar, bu ıslak yangına baktıkça su bile içemiyorlardır

        Suyla anılan uygarlıklara ev sahipliği yapan, “Bereketli Hilal”e suyuyla hayat veren, karıncası bile yangına su taşıyan bir kadim kültürden yola çıkarak vardığımız şu vicdan kuraklığını içiniz alabiliyor mu?

        Eskiler “tuz koktu” der ama ben “deniz bitti” demeyi tercih ediyorum yaşadığımız çağın suyu bile kan olup akıyorken!