Memleketin bir dönem manşetlerinden inmeyen SMA hastası çocuklarımız ve yaşamaları için verdiğimiz ortak çaba artık unutulup gitti sanki…
Daha doğrusu “çözümsüzlük” ve üst üste gelen trajediler ve akabinde “duygu istismarı” üzerinden yaşanan yolsuzluklar bu büyük meseleyle aramıza mesafe koydu…
SMA hastası çocuklarımızın yardım eliyle tedavisi için belli kriterler getirdi devlet. Bu da bir şekilde hizaya soktu meselenin önceliğini…
Çare sokaklara kurulan yardım kutularına ve artık çok ender gördüğümüz “gönlünüzden ne koparsa” kampanyalarına kaldı…
Sokaktaki çare de akıldışı bir işporta çığırtkanlığına dönünce İstanbul Valiliği misal, yardım kutusu, stant ve cızırtılı hoparlörlerden oluşan bağış trafiğini sosyal ortamlardan uzaklaştırma kararı aldı…
Bir nevi bir başına kaldı artık SMA hastası bebeler. Ve vicdani sıra cetvelinden çıkıverdi toplumun…
Sorunun kendisi hala kabak gibi ortada ama çözümün üstünü hep birlikte örtüverdik. Senin kabahatin yok diyeceğim ama kabahatin çoğu sende be insanlık. Geçmiş olsun cümleten!
***
Bu yaza bir isim koyarsak…
Sanırım en dramatik yazını geçiriyor memleket. Yangınlar, depremler, susuzluk, tarla felaketleri filan derken işin doğa tarafı seri halde tokada bağlamış…
Sosyal hayat desen, özellikle yiyecek içecek sektöründe fiyat etiketi fayları birbiri ardına kırılıyor. Turistik yerleri anladık da sıradan kentlerde bile gelen restoran ve kafe adisyonları “nasıl bir kafa yaşanıyor?” sorusunu kanaviçe gibi işliyor aklımıza…
Bir de çarşı, pazar, market meselesi var ki orası sürekli üç harfli zaten. Market isimleri de, marketlerdeki etiket hareketliliği de, erişilemeyen meyveler de üç harften oluşuyor. Toplamda “zam” deyip çıkalım işin içinden…
Kâğıt üzerinde işler yolunda görünüyor ama pratikte ciddi bir değişim hissedilmedi henüz. Kimsenin kötü niyetli olduğunu düşünmek istemiyorum ama niyetle akıbet arasındaki makas negatif yönlü açıldıkça açılıyor…
Şimdi de Eylül telaşı başladı ortamlarda; okullar açılacak ve 10 ay kadar sürecek hayat rutinine dönecek insanlar. Rutine dönmenin de bir maliyeti var ve bu da artık iki misli düşündürüyor…
Akıl çoğumuzu terk etmiş, fikirler de firara çıkmışken, insanların kafa açtığı polemiklerin de seviyesi yerlerde. Yazın suçu filan yok ama isim koymadan da uğurlamak istemiyorum bu histeri kavrukluğunu; misal “Üstü Kalsın Yazı” ilk aklıma gelen…
Varsa bizlik bir öneriniz gönderin gelsin. Kış olmadan en azından kafada dönüp duran pervanelerle serinleyelim…
***
Bizi vazgeçtiklerimiz kurtarır…
Çok ciddi bir sıkıntı var şiirde. Bir dönem “Her dört kişiden beşinin şair” olduğu memlekette şiirden de şairden de vazgeçmiş artık insanlar…
Yaşı kemale ermişlerin sosyal medya platformlarında dönüp duran ve zikredilen şairlerin kaleminin bile uğramadığı dörtlükler yüzünden, edebi hayat ebediyen noktalanacak hissiyatı oluşuyor bende…
Duyguları kötü yazılmış şarkı sözlerine ve yapay zekâdan çıkan donuk kelimelere teslim eden insanın “saf ruhuna” Fatiha okumak üzereyken imdada yetişecek bir şiir rüzgârıyla geliyor geçmişten;
“ Ben senin;
Sevgilin eşin,
Baban, ağabeyin,
Arkadaşınım.
Biri bitse biri kalır,
Seni hiç bırakmayacağım”.
Gel de düşünme şimdi. Farkında mısın sevgili şiiri taca atan kardeşim, mutlak şifamız vazgeçtiklerimizde!
***
Korumasız kalan milyarlarca lira!
Acayip bir haftaya giriyoruz ekonomik olarak. Kur Korumalı Mevduat uygulaması tedavülden kalktı. Yaklaşık 20 milyar TL kendine yeni bir yatırım aracı arayacak…
Dövizin astronomik yükselişine karşı geçmişten ilham alınarak hayatımıza giren KKM kavramı çok kişiyi zengin etti mi, bilmiyorum…
Ama basit bir matematik hesapla, parasını bu mevduat türünde tutmakta ısrar edenler diğer yatırım araçlarına göre bir hayli geriden gelen bir kazanç çıkmazına girdi…
Peki, KKM ne değiştirdi? Belki ilk dönemde direksiyon hâkimiyetini ele aldı ama hazineye de on milyarlarca liralık borç yükü bindirdi…
KKM bir günde tedavülden kalktı ama bahsettiğim borcu sıfırlamak bin bir günü bulacak gibi…
Dilerim bir daha böylesi ufku belirsiz bir anaforun içine girmez memleket ekonomisi. “E zaten içindeyiz” diyenlere, beterin beterini not düştüm işte…
Şimdi gözler pazarteside; on milyarların göçü Benjamin Franklin’in tebessümünü kahkahaya çevirmesin de…
***
Uzaylı savaş filoları tepemizde mi?
Bu da bir istikrardır. 30 yıldan fazladır UFO’ların varlığı ve uzaylı işgali üzerine konuşuyor “uzay araştırmacısı” Haktan Akdoğan…
Birçok kez fikri sağlığı sorgulanan Haktan ile birkaç program yapmışlığımız da vardır. Tam teslim bir inanç içinde olduğunu düşünüyorum anlattıklarına…
Çok uzun süre sonra dün yine ortalığa çıkarak, “uzaylı istilasının başladığını ve hatta gök kubbemizin biraz üstünde uzay federasyonlarının filoları eliyle savaş ihtimalinin belirdiğini” iddia etti…
“Uzun menzilli Urma devriye gemileri ve en az 50 Oreon Federasyonu yıldız gemisinin sıralandığını ve sefere hazırlandığını” müthiş bir inanmışlıkla acil koduyla paylaşan Haktan, bari bir kez olsun haklı çıksa diyorum…