Dünya genelinde son yıllarda nadir hastalıklar için geliştirilen yeni nesil ilaçların sayısı hızla artıyor. Ancak bu ilaçların önemli bir bölümü henüz klinik fazlarını tamamlamamış, ruhsat başvurusuna dahi konu olmamış durumda. Buna rağmen bazı ürünler medyada “umut” olarak lanse edilip kamuoyunda duygu yüklü kampanyalarla öne çıkarılıyor. Ardından SGK’ya baskı kuruluyor, kamu kaynaklarının seferber edilmesi talep ediliyor.
FAZI BİTMEMİŞ İLACA REÇETE
Yeni geliştirilen bu ilaçların çoğu yalnızca çıktığı ülkede (çoğunlukla ABD) sınırlı kullanımda. Türkiye’de ne ruhsatı var ne de bilimsel tanımı yapılmış. Buna rağmen bazı hekimler tarafından reçeteye yazılıyor. Hastaların yakınları ise tüm umutlarını bu deneysel ürünlere bağlıyor. Oysa SGK’nın geri ödeme listesine bir ilacın alınabilmesi için açık bir prosedür var: Firmanın Türkiye’de ruhsat başvurusu yapması, faz çalışmalarını tamamlaması ve bilimsel belgeleri sunması gerekiyor. Bu aşamalar atlandığında, henüz literatüre tam olarak girmemiş ilaçlar dahi medyada kampanya unsuru hâline geliyor.
RUHSATSIZ AMA GERİ ÖDEMEDE
SGK, bazı ilaçları “yurtdışı ilaç” statüsünde değerlendirerek geri ödeme listesine alabiliyor. Türkiye’de ruhsatı olmayan bir ilaç, Türk Eczacıları Birliği (TEB) aracılığıyla ithal edilerek hasta kullanımına sunuluyor. Bu ilaçların bedelleri ise çoğu zaman milyonlarca lirayı buluyor. İncelediğim son örneklerden birinde, henüz faz süreci tamamlanmamış bir molekül kamuoyuna dramatik bir anlatımla sunuldu. Ruhsat başvurusu dahi yapılmamış olmasına rağmen kampanya başlatıldı. Ailelere “Dava açın, ödeme çıkar” yönlendirmesi yapılıyor.
CİDDİ BİR GÜVENLİK SORUNU
Bu süreçte bir başka kritik eşik daha aşılmış durumda. Bazı hastalar, farkında olmadan, deney aşamasındaki ilaçların insan üzerindeki etkilerini gözlemlemek isteyen firmaların hedefi oluyor. Bazı akademisyen hekimlerin bu firmalarla dolaylı bağlantılar kurarak hastalarını klinik dışı izleme süreçlerine yönlendirdiği de zaman zaman iddia ediliyor. Bu durum, yalnızca bir etik ihlal değil; aynı zamanda halk sağlığı açısından ciddi bir sistem güvenliği sorunu olarak karşımıza çıkıyor.
MEDYADA UMUT AMA BELİRSİZLİK
İlaç firmalarının medya ve sosyal medyayı etkin bir kamuoyu oluşturma aracı olarak kullandıkları gözlemleniyor. Hasta çocuk görselleri, duygusal videolar ve “umut bekleyen aileler” başlıkları ile yürütülen bu kampanyalar, profesyonel bir baskı mekanizmasına dönüşüyor. Ailelerin çaresizliği suistimal edilirken, sektörün kar odaklı oyuncuları ise sistemin zafiyetlerini kazanca çeviriyor.
SMA KAMPANYALARI VE BİLİMSEL GERÇEKLİK
SMA hastalığı etrafında yürütülen kampanyaların merkezinde yer alan bazı ilaçlar için bugüne dek milyarlarca lira harcandı. Ancak bu ilaçların ne kadar hastayı tam anlamıyla iyileştirdiği, bilimsel verilerle net şekilde ortaya konabilmiş değil. Başarı oranları tartışmalı, klinik etki verileri sınırlı. Buna rağmen şirketler zenginleşiyor, kamu vicdanı ise bu soruları sormaktan imtina eder hâle geliyor.
TÜRKİYE SİSTEMİ
Nadir hastalıklar alanında SGK, dünya genelinde en geniş geri ödeme kapsamına sahip kurumlardan biri. SMA başta olmak üzere birçok nadir hastalık için Türkiye, Avrupa’nın pek çok ülkesinden daha geniş çaplı bir geri ödeme sistemi işletiyor. Ancak bu güçlü yapının, duygusal istismarlar ve piyasa manipülasyonlarıyla zaafa uğratılmaması gerekiyor. Her ilaç umut değildir. Umudun bilimsellikten koptuğu noktada başlayan şey, istismardır. Kamu kaynaklarıyla yapılan ilaç harcamalarının bilimsel kanıt, hukuki zemin ve ahlaki sorumluluk ilkelerine dayanması; hem sistemin sürdürülebilirliği hem de toplum sağlığı için zorunluluktur.