Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Röportajlar Alper Kul: Çekebilseydik, Barcelonalı Xavi’yi kaçıracaktık - Magazin haberleri

        Alper Kul, kariyerinin 30'uncu yılını kendisiyle özdeşleşen sinemanın 'Temel'i ile kutluyor. 'Temel: Sümela'nın Şifresi Yeniden' ile 12 yıl sonra 'Temel' karakterine dönen Kul, Habertürk'e verdiği röportajda çarpıcı açıklamalarda bulundu. O açıklamalardan biri; Barcelona'nın önce futbolculuğunu sonra da teknik direktörlüğünü yapan Xavi Hernández'in kaçırılmasıyla ilgili oldu.

        • Alper, daha önceden iki ‘Temel’ filmin vardı. Bu yeni filmin onların devamı değil, değil mi?

        İlk filmimiz ‘Sümela’nın Şifresi Temel’di. O zaman ‘Da Vinci Şifresi’nin parodisi gibi başlamıştı. Sonra Moskova’da bir olay çözüyorduk. Biz hem yapımcımız hem yönetmenimiz Bilal Kalyoncu ve yazarımız Yılmaz Okumuş ile bir araya geldik. 'Temel' figürünün ön planda olmasıyla ilgili bir karar aldık. Çünkü 'Temel' fıkraları bizim sözlü edebiyatımızın önemli figürlerinden birisidir. 'Temel' fıkralarını yaşatmakla ilgili bir adım atmak istedik. Bunun nasıl bir formata döneceği üzerinde kafa yorduk. "Yaşasaydı, Trabzon’da yaşardı, etrafındaki herkesi delirtirdi. Elimizdeki 'Temel' fıkralarından bildiğimiz kadarıyla bu adam macit mucit bir adam, kafası farklı çalışıyor, icatlar yapıyor. Bir İngiliz bir Fransız bir Alman, bazen bir Japon ile görüşüyor. Öyle sosyal ağı olan bir adam." Bunun üzerine odaklanmak istedik. Yeni jenerasyon da 'Temel' fıkralarını, 'Temel' figürünü hatırlasın, bilmiyorsa öğrensin gibi bir yaklaşımımız oldu. Film 31 Ocak’ta vizyona girdi. Daha önceki filmleri beğenmiş olan insanlarımız var ama ben çocuk izleyicileri de çok önemsiyorum. Filmin içerisine büyüklerin de hoşuna gidebilecek animasyonlar ekledik. Öyle bir dil oluşturmaya gayret ettik. Çocukların da sevebileceği, özellikle televizyonda izlendiğinde geniş kitlelere ulaşmasını hayal ettiğimiz bir versiyona getirmeye çalıştık. Beğenilirse, formatı biraz daha Karadenizli 'Dursun', 'Temel' karakterlerinin başından geçen hikâyeler gibi düşündüğümüz bir yere doğru gidebilir. Şimdi ilk etapta sinema filmimizi yaptık, sinema salonlarındayız ve bekliyoruz.

        REKLAM

        "BU COĞRAFYADA HER TÜRDEN İNSAN YAŞADI"

        • 'Temel' fıkralarını artık fazla duymaz olduk. Bana mı öyle geliyor yoksa kuşak değişmesinden dolayı mı az duyuluyor?

        Bu bir klasik... Döner dolaşır mutlaka hak ettiği değeri bulur. Çünkü iki bin, üç bin yıldır ayakta kalmış bir kıymetten bahsediyoruz. Unutulması çok mümkün değil. Burada mecralar ve teknoloji çok hızlı değiştiği için hikâye anlatım şekilleri ve şaka yapma şekilleri de değişti. Şaka yapma anlatım dili, dijitalde farklı mecralarda resimli, fotoğraflı şakaların yapıldığı, sosyal medya fenomenlerinin ön planda olduğu bir yola doğru evrildi ama her şey çok çabuk tüketiliyor. O sebeple bu da mutlaka yeniden var olacaktır. Anadolu coğrafyasında insanların şaka yapmak için özellikle Karadeniz bölgesini seçip oradan bir figürü ön plana çıkarmış olmaları tesadüf olamaz. Çünkü birkaç bin yıldır bu coğrafyada her türden insan yaşadı. Farklı kimliklerden insanlar yaşadı ve onların ortak beğenisi ortak mizah anlatım dili temel figürü üzerindendi. Mutlaka evrilecektir, dönüşecektir ve bir şekilde yeniden Karadeniz fıkraları anlatılıyor olacaktır.

        REKLAM

        • Senin önceki 'Temel' filmlerinin izleyici sayıları çok yüksekti. 'Temel’in kabul görmüş, gülünen, eğlenilen bir karakter olduğu da filmlerinin gişelerinden anlaşılmıştı. O dönem 'Temel' filmlerine neden devam etmediniz?

        Açık konuşmak gerekirse 'Temel' bir üçlemeydi... Üçüncüsü de ‘Barcelona’nın Şifresi’ydi. Barcelona’ya gidip Barcelonalı futbolcu Xavi’yi kaçıracaktık. "Barcelona’nın renkleri, bordo mavi olduğu için uşak yabancılık çekmez" diye alıp gelecektik. Fakat bütçesel anlamda yapımcının tercih etmediği bir senaryo oldu, o yüzden de olmadı. Sonrasında aradan 12 yıl geçti ve yeni yapımcımız bu sefer Batum üzerinden başka bir hikâye sundu. Bana da tatlı geldi; "Yapalım" dedim ama dediğim gibi, 'Temel', 'Dursun', İngiliz, Fransız, Alman ekseni üzerinden ileride bir şeyler deneyebiliriz; izleyicilerin memnuniyetine bağlı. Beğenildiğini söylüyorlar, eleştiriler geliyor, bakalım. Güzel tatlı bir film oldu. Çoluk çocukla gidilebilecek, tatlı, güldürecek, güzel bir ana akım filmi oldu. Daha sonra dijitalde de olacak, televizyonda da olacak. Bir işin beğenilip beğenilmediği oralarda belli oluyor. Sinema film gişesi insanları yanıltabiliyor. ‘Sümela’nın Şifresi Temel’ iyi gişe yapmıştı ama televizyonda her yayınlandığında çok yüksek reytingler aldı. Zaten onun dönüşleri üzerine yapımcı bu işi tekrar yapmak istedi. Göreceğiz... Bu beğeniler artık ölçülebilir. Bir şeyin iyi olup olmadığını beğenilip beğenilmediğini sebepleriyle anlayabiliyorsunuz. Yapımcılar da o raporlara göre söylüyorlar. Biz de oyuncu olarak yorumluyoruz.

        Xavi Hernández, Barcelona ve İspanya Milli Takımı'nın efsanevi futbolcuları arasında bulunuyor. Film çekilebilseydi, Hernández, konuk oyuncu olacaktı.

        REKLAM

        DOKTORLAR REÇETE OLARAK 'GÜLDÜR GÜLDÜR SHOW YAZIYOR"

        • İzleyicilerin salondan çıktıktan sonra özellikle hangi duygular içinde olmalarını umarsın?

        Gülmüş olsunlar ve kafaları boşalsın... İnsanları güldürmek tedavi edici bir şey. Biz 14 yıldır ‘Güldür Güldür Show’ yapıyoruz, işin içinde olduğunda çok kıymetini bilemiyorsun ama çok mail ve mesaj geliyor; “Babam kötü hastalıktan muzdaripti, sizin sayenizde yıllar sonra ilk defa güldü”, “Doktor anneme reçete olarak ‘Güldür Güldür Show' yazdı "gibi.. Ben pandemide fark ettim; büyük bir çıkmazda olduğunda, bilinmezlik içerisinde kaygı ürettiğin durumlarda komedi filmleri ya da skeçleri izleyerek kendini tedavi edebiliyorsun. Biraz o moddan çıkabiliyorsun. Yaptığımız işin tedavi edici bir tarafı da var. Fayda üretiyor o yüzden komedi işleri yapmaktan mutlu oluyorum. Herkesin beğenisi farklı olduğu için her kesimden insana aklımızın erdiğince bir şey üretiyor olmak beni mutlu ediyor.

        REKLAM

        • Şartlar, çok hızlı değişiyor, her şey çok çabuk tüketiliyor; komedi bunun neresinde ve çabuk tüketilmekten kendini nasıl koruyor? Sence komedi buna karşı bir mücadele veriyor mu?

        Bilmiyorum ama şaka yapma dinamiklerinde insanların günlük hayat dinamikleri mutlaka çok etki ediyor. Dakika olarak baktığımızda, insanlar, eskiden televizyon olmayan bir dönemde sinema filmi izleyerek 130 - 140 dakika o büyülü dünyada var olmayı tercih edebiliyorlardı. Bu sabah eşimle arabada gelirken müzik dinliyorduk, günümüzdeki okunmasını ve ilk üretildiği zamanki okunmasını biraz tartıştık. Bir klasik müzik eserinin ilk yapıldığı dönemleri düşünün, televizyon yok, radyo yok, hiçbir şey yok. İnsanların duygularını ifade edeceği, çok heyecanlanacağı alanlar yok. Edebiyat ve müziğin insanları çok etkilediği dönemler... İlk dinlediğinde herhalde heyecandan titreyen insanlar oluyordur. İnanılmaz duygu patlamaları yaşıyorlardır. Şu anda bize çok basit gelen şeylerin duygu karşılığı o dönem çok fazla mecra olmadığından çok fazla emsali olmadığından muhtemelen çok daha farklı oluyordur. Şimdi çok mecra var çok fazla üretim var. Burada zamanlamayla ilgili şakayı yapma ritminle ilgili, komedide de drama ve müzikte de her şey değişiyor. Bu da hızlı tüketmekle ilgili bir sıkıştırmaya doğru gidiyor. İnsanların çok fazla vakti yok. Belki sinema filmlerinin zamanı da artık 70 dakika mı olur, 40 dakika mı olur bilmiyorum. İnsanlar 40 dakikalık sinema filmini izlemeye gider mi, nereye evrilir bilmiyorum. Komedi işlerinde, televizyon senden uzun bir kaset teslim etmeni istiyor. 120 dakika üzeri istiyor. Çünkü reklam yayınlamak zorundalar ama herhangi bir işin uzunluğunu domine eden aslında televizyon. İnsanlar dijitaldeki kısa işlere o kadar alıştı ki 40 dakika bile uzun gelmeye başladı. Hele bir komedi işi için... Artık 20 dakikalar, 10 dakikalar bile olabilir. Farklı farklı mecralar farklı farklı işler üretilecektir. Biz ‘Temel’ filmimizi 88 dakikaya bağladık. Güzel akıyor. 120 dakika olsa uzun olabilir. 50 dakika daha kısa olur daha kompakt bir şey olur ama 100 lira verdim 50 dakika mı izleteceksiniz gibi bir durum da olabilir. Belki de ürettiğin işin mecrasına göre de farklı farklı versiyonlarını yapmak olabilir. 88 dakikalık sinema filmini belki 40 / 40 dijitale iki bölüm olarak verirsin ya da dijitale 10’ar dakikalık hallere bölebileceğin formata da dönebilir. O işlere aklım çok ermiyor ama yazan ve yazmaya da meraklı birisi olarak herhalde buraya gidiyor diye tahmin ediyorum. Komedi üretiminde oyuncu yorumcudur, değişen bir şey yok. Aşağı yukarı ‘Güldür Güldür Show’daki aynı mantığı işliyoruz. Birkaç tane formülü var; ‘Temel’ filmimizde uyguladığımız taktik akıllı delirtme dediğimiz bir taktik. Akıllılar içerisine iki deli girer ve herkes delirir. ‘Temel’ filmimizin o formülün işlediği bir formülü var.

        REKLAM

        • Hızlı tüketim dönemi, siz oyuncuları nasıl etkiliyor?

        Çok üretmen lâzım, farklı işler üretmen lâzım. Televizyona bir iş yapıyorsan değişen bir şey yok ama dijitale bir iş üretiyorsan farklı bir şey, yeni bir şey yapman lâzım. Bu hızlı tüketimin içerisinde zamandan ziyade bir de çok mecra ve çok interaksiyon var. İzleyiciler, artık interaktifler ve çekilen işin içerisindeler, yorum olarak da işin içerisindeler. Ömrünü de onlar belirliyor. Her şey çok küçüldü. Çok fazla iş var. Küçük ve büyük beğeni grupları var ve herkesin damak zevkine göre iş var. Seçmen gerekiyor; ana akım bir iş mi yapacaksın, niş bir iş mi yapacaksın, sanat filmi mi yapacaksın? Nasıl cevap vereceğimi bilmiyorum açıkçası. Bir avantaj ama asıl önemli olan bunun kullanıcıları gençler ve her mecranın da kendi starları var. Gençlere daha çok yakışıyor. Bunun içerisinde kendine yer bulman gerekiyor. Bir kere samimi olmak gerekiyor. Kimseyi kandıramadığın bir dönemdeyiz. Ben şöyle bir şey yaptım deyip süslü cümlelerle o işi güçlü kılamıyorsun. İyi bir PR çalışmasıyla da güçlü kılamıyorsun. Adam istiyorsa izliyor, istemiyorsa izlemiyor. Bence samimi olmakla bu işin üstesinden gelebilirsiniz. Samimi olduğun zaman kendi izleyicini de bulursun; ya 3 kişi izler ya 3 milyon kişi ama seni seven adam senin yaptığın işi bulur. Öyle de bir iş üretirsin ki sana ayrı bir muvaffakiyet verir. Ben kendi adıma samimi olmaya gayret ediyorum.

        REKLAM

        • Senin ilk filmin ‘Hamam’ değil mi? Nasıl başlamıştı?

        Konservatuvar zamanları Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde biz birbirimize çok şaka yapardık. Sınıf arkadaşlarım bana prodüksiyonlu bir şaka hazırlamışlar. O dönem bir çikolata firmasının ambalajındaki 'e'leri kesip seni seviyorum yazınca çikolata kazandığın bir kampanya vardı. Bana da bir çikolata firması seni iş görüşmesine çağırıyor ama çikolatayı alıp 'e' harflerini kesip seni seviyorum yazacaksın, onunla birlikte gideceksin diye şaka yapmışlardı. Ben de yapmıştım. Oyunculuk ajansına gidip yaptığım şeyi vermiştim. “Bu ne?” demişlerdi. Ben de; "Gelenlerden böyle bir şey istiyorlarmış" dedim. “Öyle bir şey yok ama biz seni zaten çağırmayı düşünüyorduk, bir sinema filmi var” demişlerdi. Onun görüşmesine gitmiştim. Yönetmeni Ferzan Özpetek’ti ve oynamıştım. Yaptıkları şaka sayesinde tatlı bir geçiş olmuştu. O rolün repliği hâlâ ezberimde. İtalyancaydı ve ben de İtalyanca bilmiyordum ama dua gibi nasıl ezberlediysem hâlâ aklımda. Bazen insan ezberliyor ve unutmuyor. ‘Güldür Güldür Show'un ilk yıllarından bazı ezberler hâlâ var, bazı sinema filmlerinden de ezberlerim var. Herhalde yaşlılığımda delireceğim, ismini hatırlamayıp replikleri söyleyen bir manyak olacağım diye tahmin ediyorum. Bunları hatırlamam çok saçma değil mi? Bellek belliyse ve hâlâ bunları hatırlıyorsam, belli ki başka şeyleri hatırlamayacağım.

        REKLAM

        • Bunun sebebi özen değil midir?

        Bence değildir... Behzat Uygur ile rahmetli Nejat Uygur’un bazı şeyleri hatırlamadığı üzerine konuşmuştuk. O duruma alışıyorlarmış tabii ki ama hastanede birden bir oyundan bir pasajı kusursuz bir şekilde okumaya başlamış. Behzat; “Öyle anlarda çok hüzünleniyorduk” diyor. Çoğu şeyi unutup sonrasında birden o tiratları okuyor olma durumu beni de çok etkilemişti.

        "HİÇ 30 YIL OLMUŞ GİBİ GELMİYOR"

        • Kariyerinin 30'uncu yılındasın neler hissediyorsun?

        Daha yeni başlıyorum. Mesleğimi çok seviyorum, hiç 30 yıl olmuş gibi gelmiyor. Sürekli bir şeyler üretmeye çalışan bir insanım; yazıyorum, oynuyorum, yorumluyorum. Açıkçası 30 deyince insan ürküyor, 10 yıl gibi geliyor. Sürekli bir şeyler yapasım var. Çalışasım var...

        REKLAM

        • Yazmak için yeterince zaman bulabiliyor musun?

        Bulursun tabii neden bulamayasın? Geceleri bulursun, arabada bulursun, otobüste bulursun, elbet bir yerde bulursun. Kafanda dönüyorsa zaten bulursun ama yazmak için sürekli egzersiz yapman gerekiyor.

        • ‘Kadife Tavşan’ oyunu nasıl ortaya çıktı?

        ‘Kadife Tavşan’ bir çocuk oyunu. Müjdat Gezen Sanat Merkezi’ndeki öğrencilerimden altısı bir araya geldi; “Hocam, biz bir tiyatro oyunu oynamak istiyoruz. Para kazanmak adına bir birliktelik yapmak istiyoruz. Ne yapalım?” dediler. Ben de aşağı - yukarı kabası bitmiş bir oyun vardı, onlara verdim. Sonra BKM, Necati Akpınar ve Yağmur Akpınar yardımcı olmak istediler. Çocukları BKM’ye götürdüm Sevinç Erbulak da hocalarıdır, onunla birlikte yönetiyoruz. Çok güzel bir ekip kuruldu. Nisan Ceren uygulayıcı yapımcılığını yapıyor. Çok güzel danslarımız ve müziklerimiz var. Aslı Tandoğan ve Yosi Mizrahi oynuyor. İş, birden büyüdü. Çocuklara bir çocuk oyunu yapalım gibi tatlı bir niyetten çıktı, şu anda bu senenin en iddialı projelerinden biri olabilecek bir çocuk oyunu klasmanında. Gerçekten özellikle şarkılar ve danslar çok güzel oldu. Oyun 45 - 50 dakika sürüyor ve boş yok. Çocuklar sürekli dans ediyorlar ve şarkı söylüyorlar. Müzikli bir oyun. Ben beğeniyorum. Provalarına koşa koşa gittiğim bir iş oldu. Onu da 23 Şubat’ta çıkaracağız ve Uniq İstanbul’da oynayacak.

        REKLAM

        "SONRA MECBURSUN"

        • Özellikle son birkaç yıldır çocuk filmlerine, aile filmlerine aşırı bir ilgi var. Acaba aileler çocuklarını sosyal medyadan, telefon ve tabletten kurtarmak amacıyla sinema filmlerine daha da mı yükleniyorlar?

        Ben de öyle yapıyorum. Bizim; 6 ve 11 yaşlarında iki oğlumuz var. İstanbul çok büyük bir şehir olsa da kaliteli vakit geçireceğin yerler çok fazla yok. Nitelikli iş bulabileceğin yerler çocuk oyunları ve konserler olabiliyor. Çocuğunu bu disiplinlerle tanıştırman zaten senin veli olarak sorumluluğun. Her hafta iyi bir etkinlik arıyorsun. Kendi adıma pandemiden sonra; "Dur, bir sinema filmine gideyim" ya da "Eşimle gidip bir filmde romantizm yaşayayım" gibi bir hevesim yok. Birinci önceliğimiz olmuyor. Galiba pandemiden sonra genelde yetişkinlerde öyle oldu. Çok sevdiğin bir işi takip edip, gidiyorsun. Veliler karar veriyor ama çocuklar da istiyor ya da arkadaşlarından duyuyor ya da yayınlanan televizyondaki bir işin tiyatrosunu ya da filmini takip etmek adına çocuk da yönlendiriyor. Çocuk nitelikli iş izlesin diye velinin de sorumluluğu var. Başka ne yapacaksın ki? Herhangi bir yere gitsen eline tablet veya telefon vermek durumunda kalıyorsun. Çocuğun erkekse ya maça götüreceksin ya da tırmanışlı yerlere götürebilirsin. Onlara; bir götür, iki götür... Sonra mecbursun. O yüzden çocuk işlerinin sinema gişelerinde yüksek oluyor olması, benim de ailemden bildiğim üzere böyle bir motivasyon var.

        REKLAM

        • Bu da iyi bir şey... Aile filmleri hem sinemanın yükünü taşımaya başladı hem de gerçekten çocuklara hiçbir zararı olmayan ve faydalı öğretilerde bulunan filmler var.

        Biz de dikkat ettik. ‘Temel’ filmini yaparken ana motivasyonumuz; çocukları 'Temel' figürüyle yeniden tanıştıralım, böyle bir değerimiz var, gibi bir cümlemiz ve niyetimiz var. İçerisindeki geçiş sahnelerine de animasyonlar ekledik. Çocukların ilgisini çekebileceğini düşündüğümüz ama yetişkinlerin de beğeneceğini düşündüğümüz çizimler bunlar.

        • Çocukları, sosyal medyadaki hangi sakıncalı şeyden koruyacaksın ama bir şekilde bunları halletmek lâzım. Sosyal medyadaki içerikler o kadar tehlikeli ki…

        Bir taraftan saatle kısıtlayacaksın bir taraftan da dedektif gibi bakman lâzım. Hangi oyun platformunda kiminle konuşuyor, ne yapıyor? Dipsiz bir derya ama öğrenmen de gerekiyor. Belli başlı oyunların sohbet kanalları açık oluyor ve sohbet ediyorlar, bunlara da hâkim olmak lâzım. Çocuklar birbirlerine abuk - sabuk içerikler yolluyorlar. Tamam, çocuk onu da yapmalı ama takip de etmen, bir taraftan da kendi alanına çekmen lâzım.

        REKLAM

        • Aynı zamanda oyunculuk öğretmenliği de yapıyorsun. Oyuncu adaylarının özellikle neyi öğrenmelerini bekliyorsun?

        Meslek ahlakını... Benim öncelikli olarak anlatmaya gayret ettiğim şey bu. Ben bunu niye yapıyorum onu da anlatayım. Geçen sene Müjdat hoca (Gezen) aradı ve “Ders verir misin?” dedi. "Hocam, benim öyle bir hevesim de yok, bilgim de yok" dedim. “Var da senin haberin yok, gel” dedi. "Emir tebliğ olur" dedim ve gittim. Bir müfredat oluşturmam için de tekrar okumaya başladım. İyi ki de okumuşum, bir sürü şeyi de yanlış biliyormuşum. Eksik de değil bizatihi yanlış biliyormuşum. Bir müfredat oluşturdum. Benim Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde hocalarım; Müjdat Gezen, Savaş Dinçel, Engin Cezzar, Emre Kongar, Toktamış Ateş, Oğuz Aral, Aliye Uzunatağan, Mustafa Alabora, Güngör Dilmen, Erol Keskin gibi starlar geçidiydi. Bu insanların bende emeği var. Beni aldılar yonta yonta bir şey haline getirdiler. Benim mesleki anlamda bir sorumluluğum var. Çünkü bu insanlar Cumhuriyet tarihinin yetiştirdiği çok kıymetli öğretmenler ve her biri bir ekolden geliyor. Bazılarıyla daha sonra çalışma fırsatı da buldum. Hatta Engin Cezzar ve Savaş Dinçel İngilizce mektuplar yazdılar. ABD’de iyi bir konservatuvarda devam edebilmemle, yurt dışında okumamla ilgili bana yol çizdiler. Mentörlük yaptılar. Bana bir hayat sundular. Benim de genç meslektaşlarıma bir sorumluluğum var. Elimden geldiğince yardım etmem gerekiyor. Bu sorumluluk üzerinden meslek ahlakı, meslek bilinci çok önemli. Ben tanımlamaları çok seviyorum. ‘Oyunculuk nedir? Yorumculuktur.’ ‘İş yazarındır, yönetmenindir. Sen yorumcusun.’ ‘Bir işin kıymeti senin yorumundan izlemektir.’ Tanımlar, her şeyi çok güzel açıklıyor. O yüzden yorumcu olarak en tatlı yorumun başkasına benzeyen değil de senden bir tane olduğu için sana ait hikayeyi onun yorumuyla dinliyor olmak eşsiz bir şey. Konuştuğumuz herkesin kendinden yola çıkarak bir duygu bankasından kişiselleştirdiği yorumlarının çok kıymetli olduğuyla ilgili bir müfredatım var. Sevinç Erbulak ile çalışmayı çok seviyoruz. Bu sene de ikinci dönem Sevinç’in derslerini biraz paslaşacağız. Birbirimizi tamamlayarak bir şeyler yapıyoruz. Onun ayrı müfredatı var. Benim de anlatmaya çalıştığım şey kişiselleştirme.

        REKLAM

        "20 YAŞINDA MEŞHUR OLMUŞ BİRİNİN BU İŞİ SÜRDÜREBİLMESİ, ÇOK DA MÜMKÜN DEĞİL"

        • Dışarıdan bakınca ünlü olmak için oyuncu olunuyormuş gibi bir algı oluştu. Siz işin içinden nasıl görüyorsunuz?

        Bir sıkıntı görmüyorum... İkisi farklı kavramlar; birisi meslek, birisi bir ünvan. Ünlü olmakla bir sınıfa ait oluyorsun herhalde, bir ünvan geliyor. Bunu yaparken sosyal medya fenomeni de olabilirsin, oyunculuk, şarkıcılık da yapabilirsin, TikTtok’ta kanal açıp bir performans yapabilirsin, dans da edebilirsin. Farklı farklı yöntemleri var. Adamın amacı ünlü olmak ise sorun yok, o onun yolu, burada oyunculuğu tali bir unsur olarak kullanıyor ise kullanır, sonra da yoluna başka disiplinlerle devam eder. Bizimki meslek, bizimkinin başka bir disiplini var. Tiyatro oyunculuğu dediğimiz iş bir ömür devam edecek bir donanım gerektiriyor. Okuman gerekiyor, çok fazla bilmen gerekiyor, sürekli yenilemen gerekiyor, sadece oyunculuğa değil farklı disiplinlere de hâkim olman gerekiyor. Meslek ahlakıyla ilgili bir ustanın olması gerekiyor ki bocalamayasın. Bir rengin olsun, bir üsluba ait ol. Bizim işimizde usta çok önemli. Ya çok iyi bir konservatuvar eğitimin olacak ya çok iyi bir ustan olacak. İkisi aynı andaysa zaten starsın. Konservatuvarlarda, tiyatro okullarında öğretilen iş, televizyon, sinema, tiyatro oyunculuğunu meslek olarak sürdürülebilir şekilde yapmanla ilgili aslında senin psikolojik desteğini de sağlıyor. Bu eğitimi alan adam bunu sürdürülebilir yapıyor. 20 yaşında meşhur olmuş birinin bu işi sürdürebilmesi çok da mümkün değil. Konservatuvarlar sana farklı disiplinlerden aldığın eğitim destekleriyle onu sağlıyor. Delirmiyorsun ya da saçmalamıyorsun. Para ve tanınırlık inanılmaz iki sınavdır. Bazıları 15 yaşlarında geliyor, çok üzücü, daha ergenliği atlatmadan o mücadelenin içinde bulunmak çok zor. Toparlayamazsın... 20'li yaşlarda da ancak çok iyi bir ailen olur, çok iyi dostların olur. Çok akıllı bir insansındır, zihnin açıktır, her şeyi doğru yapıyorsundur ve çevren doğru insanlarla çevrilidir, seni elleriyle tutar bir yere götürürler ama çok kolay delirirsin. Mutlu olmayabilirsin. Psikolojik desteğe ihtiyacın olabilir. Bizim işimiz, oyunculuk çok büyütülecek bir şey değil. Yorumculuk: Herhangi bir durumu ben de böyle yorumluyorum demektir.

        REKLAM

        "BİZİM KONSERVATUVARDA İNTİHAR EDEN ARKADAŞIMIZ OLDU"

        • Türkiye’de ve dünyada da çok genç yaşta ünlü olup devamını getirememiş, çeşitli sorunlar yaşamış örnekler var. Dediğin gibi işin temelini alırsa sürdürebilirse devam edebilir.

        Tanınır olmak ve birden para kazanıyor olmak ağır sınavlar. Bizim konservatuvardan intihar eden arkadaşımız oldu. Çoğu yerde bu hikâyelere çok rastlanır. Bunlar taşıması çok ağır yükler, o yüzden o eğitim kıymetli. Ünlü olmak bir yol ama gideceğin yeri bilmen lazım. Tiyatro oyuncusu olan adamın en azından idolü vardır. "Ben bu adam gibi olmak istiyorum" der, "Haluk Bilginer" der, "Uğur Yücel" der, "Muhsin Ertuğrul" der, "Ferhan Şensoy" der. Bir şey olacağını bilir. Öbür türlü ne yapacaksın? Meşhurluğun sonu da yok. Ne kadar meşhur olabilirsin. Kendinden daha fazlasını vermen demek. Öbürü biraz saklaman demek. Ben böyle ahkam kesiyor gibi oluyorum ama mesleğimle ilgili konuşuyorum.

        • Neyi yaparsan,"Heyttt başardım" dersin?

        Her yaptığım işte fayda üretmeye gayret ediyorum. Tek bir disiplin değil, farklı disiplinlerde de yer bulabilecek, en azından yeni meslektaşlarımı işin içine katabileceğim, gençlerin olduğu işler yapmaya çalışıyorum. Ana akım işler yapıyorsun, bunlar ticari kaygılar ama onun da kendi içerisinde çok belden aşağı vurmayacağın, yine bir fayda üretip eli yüzü düzgün, arkandan çok küfredilmeyecek işler olması lazım. Benim birinci adımım mesleğimi doğru düzgün yapmak. Kanımın son damlasına kadar sette, set sonrasında, post prodüksiyonda, kendi bildiğim, bize yakışır, nitelikli, kendi değerlerim içerisinde iş yapmak birinci hedefim. İkinci hedef bununla geliyor. Niyetin gerçekten iyiyse, mesleki sorumluluğu yerine getiriyorsan o sistem kuruluyor, onu görüyorsun. ‘Güldür Güldür Show’da, “Sayenizde babam ilk defa güldü” gibi şeyleri çok duyuyoruz. Bir fayda üretiyor. Sanat zaten kendi içerisinde işleyen bir dinamik. Sen onu uygularken yeterli emeği veriyorsan o zaten bir taraftan işliyor. Bizim işimiz fayda üretmek. Eleştirel bir iş yapıyoruz. Özellikle mizah yorumcularından ziyade mizah üreticileri olarak zor bir iş yapıyoruz. Eleştirmek kolay değil, günümüzde hiç kolay değil, hiçbir yerde kolay değil. Birileri mutsuz oluyor ama birileri mutsuz olmadan da mizah yapılmıyor, eleştiri yapılmıyor.

        REKLAM

        • Mizahçıların işinin çok daha zor olduğunu düşünüyorum. Çünkü hayatı çok derinlemesine algılamak zorundasınız. Gözlemleriniz ve hayatı algılama şekliniz daha derin oluyor. Belki çoğu insanın fark edemediği sorunları siz derinlemesine görüyorsunuz. Bu sebeple hayatı daha zor yaşadığınızı düşünüyorum, doğru mu?

        Herkes kendi hayatının başrolünü oynuyor. Senin doğrun, birçok insanın doğrusu olmayabilir. Özellikle karikatüristlerin düşünce yapılarını çok seviyorum, o kadar tersten okuyorlar ki… Komedi anlamında baktığınızda komedi bir şaşırma refleksidir. Bir şeye şaşırıyorsunuz ve gülüyorsunuz, vücudun verdiği bir refleks. Yürüyen adama gülmüyorsunuz ama düşen adama gülüyorsunuz. Karikatüristler onu çok güzel okuyorlar. Çoğu mizah yazarının her şeyi tersinden okumayla ilgili çok güzel egzersizleri ve donanımları var. Olmayacak yerden bakıyor olma durumu sizi şaşırtıyor ama hayatını zorlaştırmıyordur.

        • Filmle ilgili başka neler bilmemiz gerekiyor. Set ortamı nasıldı?

        Az önce Gürkan Uygun ismini anmayı unuttum. Hakkını teslim edeyim, kendisi çok tatlı bir arkadaşımızdır. Çok eski hallerini bilirim, tanırım. O da filmde Öykü Gürman’ın Trabzonspor Asbaşkanı olan babasını oynuyor. Şinasi Yurtsever ile Batum’da çektiğimiz sahneler var, oralar tatlı oldu. Genelinde Karadeniz’de çekilmiş bir iş oldu. Bildiğimiz Temel, çok fazla gizli bir gündemimiz yok. Bilmemiz gereken çok fazla bir şey de yok. Tatlı bir iş oldu. İzleyelim, görelim. Çoluk çocuk izleyebileceğimiz bir iş oldu.

        habericireklam#300x250#180#right#

        • Başka projeler var mı?

        Can Evrenol ile ‘Cam Sehpa’ isimli bir film çektik. O filmin yapımcısı da Bilal Kalyoncu. O filmi çektik ama izleyebileceğimi zannetmiyorum. Çok ağır bir gerilim. Zor bir iş oldu. Herhalde festivallere gider.

        • Gerilim filminde oynamak nasıl bir duygu?

        Gerici bir duygu. Gerim gerim geriliyorsun. Bir oyuncu için reddedilebilecek bir teklif değil, çok ağır bir rol. O yüzden içim gıdıklana gıdıklana ve koşa koşa gittim ama açıkçası da çok yoruldum. Sabah saat 8'de gerilmeye ve ağlamaya başladık, akşam altılara kadar sürdü. Dediğim gibi oynadım ama izleyebileceğimi düşünmüyorum. Çok ağır bir iş.

        • Neden komedi filmleri, oyuncuları, senaristleri, yönetmenleri festivallerde değerlendirilmez? Bu haksızlık değil mi?

        Vardır bir dinamiği ama hiç düşünmedim. Bu konuda bir yerden bir ödül de beklemedim. Bir bildikleri vardır. Gençlere vermeleri lâzım. Ne güzel heveslenseler daha güzel işler yaparlar. Güzel bir soru soruyorsun ama bir fikrim yok. Bilmediğim konuda da konuşmak istemiyorum.

        ÖNERİLEN VİDEO
        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ