Ercan Kesal: Bazı filmlerden ücret talep etmiyorum
'Öldürdüğün Şeyler'in başrol oyuncuları; Ekin Koç ile Ercan Kesal Habertürk'e açıklamalarda bulundu. Koç, kariyerinin ilk 5 yılında kendisini 'oyuncu' olarak değil de neden eğlence sektörünün bir temsilcisi olarak tanımladığını açıkladı. Kesal ise bazı filmlerden neden ücret talep etmediğini dile getirdi

ABD'de ders veren Türk asıllı üniversite profesörü 'Ali', Türkiye'de hasta olan annesinin şüpheli ölümünün ardından öfkeye kapılır. 'Ali', yas sürecinde kendisinden uzaklaşmış babasına duyduğu kırgınlığı dile getirir ve annesinin ölümünün intikamını almak için 'Reza' adında bir bahçıvanla arkadaş olur.
Ali Reza Hatemi'nin yönettiği 'Öldürdüğün Şeyler'de; Ekin Koç, Erkan Kolçak Köstendil, Hazar Ergüçlü ve Ercan Kesal paylaştı.
2025 Sundance Film Festivali'nde Alireza Hatemi'nin'En İyi Yönetmen' ödülünü kazandığı 'Öldürdüğün Şeyler', Eurimages, Polonya Film Enstitüsü, Telefilm Canada, Arte Cofinova, World Cinema Fund, Torino Feature Lab ve Île-de-France bölge yönetimi gibi birçok uluslararası kuruluş tarafından desteklendi.
Variety'den yazarı Carlos Aguilar'ın; "insanın nasıl algılandığını fark edip bu bilgiyi kendi anlatısını yeniden inşa etmek için kullanmasına dair zekice yazılmış bir çalışma” olarak nitelendirdiği 'Öldürdüğün Şeyler'de 'Ali'yi canlandıran Ekin Koç ile kamera karşısında "Ali'nin Babası"na hayat veren Ercan Kesal, Habertürk'ün sorularını cevaplandırdı.
"BÜTÜNCÜL OLARAK BAKMAK ZORUNDAYIZ"
• Teklif geldiği zaman filmin hangi özellikleri sizi çok etkilediği için ben bu işte olmalıyım dediniz?Teklif geldiği zaman filmin hangi özellikleri sizi çok etkilediği için ben bu işte olmalıyım dediniz?
Ercan Kesal: Birinci sırada senaryosu olur. Bu oyuncu refleksi galiba. İyi bir metinle karşılaşmak ve sonra o metnin içinde kendi yerini anlamaya çalışmak. Şu olmuyor: Ben iyi oynadım ama film kötüydü. Bu çok ayıp bir şey. Bunu söylememek lâzım. İyi bir şeyin parçası olmak için aslında bütüncül olarak bakmak durumundayız. Benzer biçimdeki hassasiyeti bence Ekin ve diğer arkadaşlarımız da mutlaka yaşamışlardır. Ufukta iyi bir iş var, bu çok sağlam bir metin; bunun bir parçası olayım, İyi bir işle anılayım. Bence öncelikli duygu bu. Artı olarak cesur işler daha çekici oluyor. Klişe olmayan, sadece seyircisini değil oyuncusunu, kamera önünü ve kamera arkasını da meşgul eden, onlara ilham veren metinler çok çekici. O yüzden önce metin önemli sonra bunu kimin çekeceği sonra ben başka kimlerle beraberim, en son belki kendi karakterimle ilgili 'Ne yapmalıyım?' diye düşünmeye başlıyorsunuz. Bendeki öyleydi.
"ÖDÜL KAZANACAK FİLMLERİ SEÇİYORUM"
• Bu anlamda çok kabul etmediğiniz proje olmuştur değil mi?
Ercan Kesal: Çok... Benim ‘ödüllü sanat filmlerinin oyuncusu’ gibi anıldığım bir dönemim de oldu. “Birisi ödül almak istiyorsa, mutlaka Ercan Kesal alır” diyorlardı. Aslında kendi içinde şöyle bir doğrusu var: Ödül alacak filmleri seçiyorum. Marifet bende değil. Çok iyi bir senaryo ve iyi bir yönetmenle beraber çıktığın bir yolculuk zaten sizi de taşıyor.
Ekin Koç: Benim için de senaryo etkili oldu ama Ercan ağabeyin söylediklerine katılmakla birlikte bir yerde ayrışıyoruz. Ben metindense yönetmeni daha çok önemsiyorum. Çok iyi bir yönetmene beş cümle verirseniz ondan çok iyi bir iş çıkartabileceğini düşünüyorum. Tabii ki iyi bir metin olması ve o metnin etrafında kümelenmek çok daha rahat bir şey ve biz bunun lüksünü burada yaşadık. Çünkü gerçekten çok iyi bir senaryoydu. Zaten Ali Reza’nın filmografisine baktığımız zaman, geçmişinde ne gibi başarılar elde ettiğine baktığımız zaman bu senaryonun da yazılanın ötesine geçebileceğini düşündüm. O yüzden bu senaryo ve yönetmenle çalıştığımız için konforluyduk.
Karakterlerinize hazırlanırken özel bir çalışma yaptınız mı?
Ercan Kesal: Ben profesyonel bir oyuncu değilim, yani bu işin eğitimini almadım. Bu benim için aslında dezavantaj gibi gözüken bir şeyin bende avantaj olarak tezahür etmesi. Ben rol yapmayı bilmediğim için işin tekniğine vakıf olmadığım için esasında her filmde kendimle ilgili yeniden bir şeyler keşfediyorum. Yani profesyonel arkadaşların insiyaki olarak kendiliğinden oluşturdukları ilişki bende yok. Ben bunu bilmiyorum, bilmediğim için de aslında çok korkuyorum. Fakat seçimlerimi yaparken birkaç kıstasım var; o karakterle ilgili, hikâyenin tamamıyla ilgili, oralarda benim doğaçlama yapmama, ezbersiz oynamama ve senaryoda yazılmayanın peşine düşmeme, onları merak etmeme, oralarda gezinmeme müsaade eden yönetmenlerle beraber olmak istiyorum, onları seçiyorum. Hakikaten de aslında metni seçerken aslında yönetmeni de kabul etmiş oluyorsunuz çünkü cesur bir metin ancak cesur bir yönetmenle kaim, onsuz olmaz. Ondan farklı bir şey bekleyemezsiniz. Bende hazırlık yok. Bende sadece oynayacağım karakterin mizacının bendeki karşılığını aramak var. O yüzden her set bana yeniden bir challenge yeniden bir macera oluyor. Biraz da kendimi keşfediş, kendime bakış imkanı sağlıyor.
Alireza Hatemi, Ekin Koç, Erkan Kolçak Köstendil ve Hazar Ergüçlü
• Yönetmenler de size güvendiği için böyle olmasına müsaade ediyorlar...
Ercan Kesal: Herhalde öyle. Bir de artık dijital çalışıyoruz ve çok çekim, az prova oluyor. Çok çekim olduğu için de oralarda gezinmek, yönetmenin eline daha zengin daha çeşitli malzemeler vermek daha kolay.
"ALİREZA ÖYLE BİRİSİYDİ"
• Yönetmen ya da senaristin kafasında Ercan Kesal’in canlandıracağı karakterin nasıl olacağı şekilleniyor ve size o serbestliği tanıyorlar ki sizin alameti farikanızın da o olduğunu düşünüyorum.
Ercan Kesal: Kuşkusuz peşin bir yargı vardır ama set bunların hiçbirisine geçit vermez. Setin kendi ilhamı, kendi dünyası vardır. Yönetmenler kendisini nelerin beklediğini bilir. Ona açık olan yönetmenler bence şansını da büyütmüş olur. Bir yönetmenin, onu düşünmüştük ama öyle değilmiş, o çalışmıyor bu çalışıyor, o zaman oradan devam edelim fikrine açık olması lâzım. Ali Reza öyle birisiydi.
"ORTAK HAFIZAMIZI GENİŞLETMEK İSTEDİM"
• Ekin, sen bir hazırlık çalışmasında bulundun mu?
Ekin Koç: Bunun için çok transformasyon gerektiren bir durum yoktu. Benim asıl yapmak istediğim şey burada hazırlanırken Ali Reza’yla vakit geçirmekti. Ali Reza ile ortak hafızamızı genişletmek istedim. çünkü Ali Reza’nın geçmişini, düşüncelerini, metne yaklaşımını, iki karakter arasındaki kontrastı ne derecede istediğini anlamaya çalışarak geçirdim. Aylarca vakit geçirdik. Ben de alaylıyım. Hem konuşup hem de bir an önce oyun aşamasına geçmek istedim. Dolayısıyla biz prova yaparken Ali Reza’ya hep şunu söyledim: Hemen oynamaya başlayalım, kalkayım ofiste şu an bir sahne oynayayım. Bunu yaparak çok daha somut çok daha nokta atışı şeylerden konuşabiliyorsunuz. Bir de bu birazcık eğlenceli de bulduğum bir şeydir. Dolayısıyla Ali Reza’yla da konuştukça hep bir yerlere vardık. Özellikle Erkan’ın karakteriyle benim karakterim arasındaki ilişki ve oradaki zıtlığın nasıl olacağı çok önemliydi. Hazırlık sürecinde birlikte vakit geçirmemiz, oradaki o oyunbazlık iki karakter arasındaki ilişkiyi de oluşturdu. Böyle bir hazırlık sürecinden geçtik. Onun dışında imajla ilgili hazırlık çok bir şey değildi.
"YAŞAMAYA DEVAM EDECEK"
• İzleyicilerin filmi izledikten sonra salondan hangi duygularla çıkmasını umuyorsunuz?
Ercan Kesal:
Bu film bu anlamda seyircisine çok şey vadediyor ama yeter ki seyirci kolaycılığa kaçmasın. Klişe, alışıldık, beklenen, kalıp şeylere gönül düşürmesin. Film, bittikten sonra da filmle yaşamaya devam edilebilecek bir film. Seyircisini zorlayan ama bunun karşılığında da ona çok şey vadeden bir film. Psikanalitik anlamda güçlü bir altyapısı var. Aile meselesine, baba-oğul ilişkisine çok fazla göndermeleri var; onun üzerine kurulu. Metnin kendisi adeta bir set gibi düşünülecek bir yapıda. Hatta gerçek olayın geçtiği bir alanmış gibi düşünülecek bir ilhama sahip. İyi ki böyle çünkü bizi popüler sinemadan ayıran da bu. ‘Öldürdüğün Şeyler’, bittiği zaman unutulup tüketilecek yeni bir filme bakmak yerine bittikten sonra da o filmle meşgul olmaya devam edilecek bir film. Yusuf Atılgan’ın ‘sinemadan çıkan adam’ tarifi vardır. Sinemaya giren insanın çıktıktan sonra aynı kalması filmin iyi olmadığını gösterir. Bir film, sizi başka birisi yapıyorsa iyi bir filmdir.
"NORMAL HAYATA DEVAM EDEMİYORUM"
• Ekin, sen neler söylemek istersin?
Ekin Koç: Ben bazen iyi bir filmden çıktığımda normal hayata hemen devam edemiyorum. İnsanların sindirmek için zamana ihtiyaç duydukları, üzerine konuşmak zorunda hissettikleri bir film olsun isterim.
"BELKİ DE DEVİRLERİ KAPANIYOR"
• Ödüllü filmler vizyonda fazla yer bulamıyor. 2024 yılında Altın Portakal ve Altın Koza’da yarışan filmlerden on bir tanesi gösterime girmedi. Festivallerde yarışan filmlerin gösterime girmemesini nasıl yorumlarsınız?
Ercan Kesal: Sadece ödüllü filmler değil ama ödüllü filmler bundan daha hızlı etkileniyor. Çünkü o filmin sahibi yönetmen bir sonraki filmini çekemez hale geliyor. Bence temel mesele artık izleyiciler, profilinin, izleyici alışkanlığının, refleksinin değişmesi. Belki sinema salonlarının devri kapanıyor. 1960’lı yıllara gitmek istemiyorum ama o dönem insanların sosyalleştiği, sinemanın altın çağı olarak tarif edebileceğimiz dönemlermiş. Bir filmin aylarca vizyonda kalması, kapıların camların kırılması meselesi. Ama film yapmaya devam ediyoruz ve daha da çok yapmaya devam ediyoruz çünkü teknik anlamda çok daha olanaklı bir yerdeyiz. Bir tarafıyla endüstriyel ve pahalı bir iş yapıyoruz bir tarafıyla da teknoloji o kadar armağanlar sunuyor ki cep telefonuyla da pekala bir filmin ortalama çekimini yapabilecek bir kudretteyiz. Burada bizi bekleyen şey; iyi hikâyeler, iyi senaryolar. Bunlar seyircisini bir şekilde buluyor. Artık hayatımızda dijital mecralar var; bu denenmeli, bu zorlanmalı, o ilişki güçlendirilmeli. Zaman sana uymuyorsa sen zamana uymanın bir yolunu bulacaksın. Sonuçta biz kamera önünde ve arkasında bu işin emekçileriyiz ve böyle düşünüyoruz. Yaptığımız şeyin muhatabımıza, hedef kitlemize bir şekilde ulaşmasını isteriz. Çekip kendi kendimize seyredecek halimiz yok. Ben ümitvarım, hiç karamsarlığım yok, olsa bu kadar etrafımız senaryoyla, filmle, oyuncuyla kaynamazdı. Müthiş bir dinamik var. İyi şeyler seçelim, dijitalle daha çok hemhal olalım ve arthouse sinemanın has sinema olduğunu unutmayalım; sinemanın felsefesi hâlâ orada. Arthouse sinemanın özellikle pozitif ayrımcılığı hak ettiğini düşünüyorum. Kültür Bakanlığı’nın özellikle bu minvalde yaptığı desteklerin daha çoğaltılmasını daha da büyütülmesini, bunun yollarının aranmasını öneriyorum.
"İNSANLAR BUNUN ALTINDA EZİLİR"
• Ekin, sen aynı zamanda filmin ortak yapımcılarından birisisin; bu bağlamda neler söylemek istersin? Sinema sektörünün az film üretmeye başladığı bu dönem için sence ne gibi önlemler alınabilir?
Ekin Koç: Çağın değişim hızına herhangi bir şeyin bu kadar hızlı uyumlanması bana çok zor geliyor. Ben biraz Ercan ağabey gibi düşünüyorum. Salon miktarı ayırmadan, bu tarz filmleri, gerçekten derdi satış olmaktan ziyade bir şey anlatmak, bir şeyin derinine inmeye çalışmak olan bu projelerin bir şekilde kollanması ve korunması lâzım. Aksi taktirde, su kolay bulduğu yerden akar. Marvel filmleri gelip her şeyi alıp götürür. Devasa yapımcılarla butik işler yapmaya çalışan insanlar bunun altında ezilir. Hiçbir salon sahibi de 3 - 4 hafta bu tarz filmleri tutmaz. Çünkü orada arz talep, ekonomik şeyler girer araya ve yavaş yavaş bu tarz filmler yok olur. Dolayısıyla kurumların da destekleyici ve kapsayıcı olması lâzım. Bildiğim kadarıyla Fransa’da böyle şeyler var; arthouse filmlere belli bir kota ayırmak zorundasınız.
"EKONOMİK OLMAKTAN ÇIKTI"
• Ödüllü filmler üzerinde olumsuz bir algı var. Ödüllü filmlerin yapımcıları çok fazla reklam konusunda çalışmak istemiyorlar ya da çalışamıyorlar; seslerini duyurma konusunda daha çok çalışmaları gerektiğini düşünüyorum.
Ekin Koç: Sinema ekonomik olmaktan da çıktı. Sinema önceden bir buluşma mekânıydı, sosyalleşme yeriydi. Belki yine öyle ama artık pek çok insan için ekonomik anlamda bütçeyi zorlayan bir hale geldi. Yemek yemene ya da alışveriş yapmana gerek yok, bir mısır bir kola aldın mı, bitti. Büyük platformların bir yıllık üyeliğini bir tane filmde veriyorsun. Kolay bir tercih değil. Git gide zorlaşır. Hatırlıyorum, bundan yirmi yıl önce perşembe günleri halk günleri vardı, biz filmleri bedava izlerdik. Film izlemek kolay bir şeydi, şimdi öyle değil diye düşünüyorum.
"DOĞRUSU BİRAZ GEÇ KALDIM"
• Ercan bey, kariyerinizin on beşinci yılındasınız; neler hissediyorsunuz?
Ercan Kesal: Doğrusu biraz geç kaldım ama her şeyin vakti zamanı varmış demek ki. Nicel birikimin nitel bir dönüşüme sebep olacağı an o anmış. Ben hep çok tutkulu sinema aşığı bir adam oldum. Tutkuyla seven, çok okuyan, filmlerin peşinde koşan bir adam oldum ama mesleğim hekimlikti. Anadolu’da uzun yıllar çalıştım sonra İstanbul’un Anadolu’sunda, Okmeydanı’nda, Kağıthane’de otuz yıla yakın hekimlik yaptım ama sinemadan hiç kopmadım. Pratik anlamda sinemaya girişim ‘Üç Maymun’ filmidir. Bu yüzden on beş yıl doğru bir tanım ama herhalde o zamana kadar taşıdığım hikâyeler, biriktirdiğim mevzular, hasta gözlemleri, onlardan duyduklarım, şahit olduklarım, onlara dair gelişen gözlem gücüm, beni senaryoda, oyunculukta ve kamera arkasında birikimli bir biçimde bu alemin içine fırlattı. Bir de iyi insanlarla buluştum, iyi yönetmenlerle çalıştım. Bu konuyla ilgili bir şey söyleyeyim ne demek istediğim gayet net anlaşılır. Hekimlikle ilgili çok emek verdim, sağlık sektöründe çok uğraştım; kürekle verdik ama kaşıkla aldık sözü vardır ya biraz böyle bir ilişki kuruldu. Hiç sitemkar değilim, iyi ki hekim olmuşum, hep söylerim ama sinema bana çok cömert davrandı. O yüzden iyi ki böyle bir alemdeyim. İyi ki muhataplarım, ilişkide olduğum, konuştuğum, sohbet ettiğim, kendimi ifade ettiğim alan sinema.
"ERCAN AĞABEY İLE HER KONUDA KONUŞABİLİRSİN"
• Ekin, senin on ikinci yılın; sen neler hissediyorsun? Ercan beyden edindiğin en önemli öğreti ne oldu?
Ekin Koç: Ercan ağabeyden başlayayım. Ercan ağabeyden en belirgin en doğrudan aldığım şey, çok yönlülük. Ercan ağabeyle antropoloji konuşabilirsin, tarih konuşabilirsin, sanat tarihi konuşabilirsin, edebiyat konuşabilirsin. Yani merak ettiği her şeyi bir şekilde didiklemiş bir insan. Hâlâ da bu temposunu devam ettiriyor. Ercan ağabey ne yapacaksın, sırada ne var, dediğimde beş dakika boyunca bir şeyler sayıyor ve inanamıyorum. Dolayısıyla bu çok yönlülük ve bir şeyler üretme tutkusu ve onun peşinden koşmak çok önemli ve güzel. O açıdan ilham verici bir insan. On ikinci yılı doldurma konusunda da ben oyuncuyum diyebilmeye çok geç başladım. İlk beş senemde, hep 'Eğlence sektöründeyim' diyordum.
"O ÖZGÜVENİ KAZANAMADIM"
• Neden?
Ekin Koç: Bilmiyorum, o özgüveni kazanamadım. Bir de ne kadar sürer bilemiyordum. Oyunculuk yapabilecek miyim, ne kadar sürecek kaygıları bayağı uzun sürdü. Aslında o beş yılda bayağı bir iş yapmıştım ve diyebiliyor olmalıydım. Şu an mesela bunu diyebiliyorum ve daha yapmak istediğim çok fazla iş var. O yüzden ben doygunluktan ziyade artık yapmak istediğim şeyleri yapabilecek insan kaynağına sahibim. Az çok iyi metni kötü metni, iyi yönetmeni kötü yönetmeni ayırt edebilir durumda hissediyorum. Bu konuda çok daha özgüvenliyim. Üretme tutkusu, hem bir şeylerin parçası olma hem de yaratıcısı olma, yaratan insanlara yardımcı olma konusunda artık çok daha hevesliyim.
• Ne oldu da ‘ben oyuncuyum’ demeye başladın?
Ekin Koç: Bir yerden sonra mecbur kaldım.
• Biri dikte mi etti yoksa sen, ben bu işi başardığımı görüyorum diye artık o özgüveni mi kazandın?
Ekin Koç: O özgüveni kazanmam zaman aldı. Ekin, artık oyunculuk yaparak hayatını geçireceksin, kabul et noktasına gelmem de zaman aldı ama işler üst üste biriktikçe o kaygılar da biraz daha azaldı. Artık kendimi oyuncu olarak kabul ediyorum.
"İNŞALLAH O KADAR UZUN SÜRMEZ"
• Filmin aynı zamanda ortak yapımcısısın; o süreç nasıl gelişti?
Ekin Koç: Ben zaten yıllardır kısa filmlere yapımcı oluyordum. Şimdi artık uzun metraj projelerin, güzel hikâyelerin oluşumuna ben nasıl katkıda bulunabilirim diye düşünüyorum. Bu yapımcı olmak olabilir, oyuncu olmak olabilir ama yapımcılık bir şeyin gerçekten ortaya çıkması için daha nesnel, pratik koşulları ortaya çıkarmak için önemli. Benim de yapabileceğimi düşündüğüm bir şeydi. Bu benim için öğretici oldu. Ben buna tam başından beri dahil olmuş değilim. Belli bir aşamadan sonra dahil oldum. Fakat hiç ortada olmayan bir fikri, soyut bir şeyi alıp bütün o gerçekliğiyle, somutluğuyla perdeye taşımak çok hoş bir şey. Dolayısıyla önümüzdeki zamanlarda, kırklı yaşlarıma doğru yapımcıyım da diyebilmek istiyorum. 'Oyuncuyum' diyebilmem biraz geç oldu ama inşallah bu o kadar uzun sürmez.
• Yapımcılık konusunda teklif geldi mi yoksa sen mi teklifte bulundun?
Ekin Koç: Bu film için onlar da söyledi. Aslında biraz karşılıklı diyalogla gelişti.
"SANAT SİNEMASININ YAPIMCI SORUNU VAR"
• Ercan bey, siz aynı zamanda ‘Öldürdüğün Şeyler’in idari yapımcısısınız. İdari yapımcı olarak filme nasıl katkılarda bulundunuz?
Ercan Kesal: Aslında bu konuda düşündüğümüz şeyler Ekin ile aynı tasavvurda. Bir kere şunu kabul edelim ki sinema bir yönetmen sanatıdır. Bu filmin gerçek manada bir tane sahibi var, yaratıcısı yönetmen. Her şeyini kontrol eden, günahıyla sevabıyla bu filmin muhatabı o. Bu filmi o evrene sunuyor, dünyaya fırlatıyor. Biz endüstriyel bir iş yapıyoruz ve devamı için mutlaka bunun bir çeşit finans karşılığının da oluşması lâzım. Ne yazık ki Türkiye’de ve Avrupa’da da aynı sorunların olduğunu biliyorum. Amerika kendisini garip bir şekilde buradan ayırmış. Arthouse sinemanın yapımcı sorunu var. Kendi yapımcısının sürdürülebilirliği yok. Popüler sinemadaki gibi buradaki gişe bir sonraki filmin maliyetlerini hiçbir zaman karşılamıyor. Bu yüzden içinde yer aldığım filmlerle ilgili bir süredir herhangi bir ücret talep etmiyorum. Orada yer alma sebebimin daha çok yapımcı hüviyetiyle orada bulunmak. Büyüklüğünün hiçbir önemi yok, yapımcı hüviyetimle orada olmak, onun o tarafına katkı sunmak, orada yapımcı kimliğimle yer almak istiyorum. Aynı zamanda kendi filmim ‘Nasipse Adayız’ın da yapımcısıyım. Ay Yapım ile birlikte yaptık. Bizim şirketimiz de Poyraz Film; eşim Nazan’ın kısa filmi, hâlâ oynamakta olduğu tiyatrosu, benim tek kişilik oyunum, iki belgeselim, bütün bunlar aslında bizim ufakta olsa yapımcı kimliğiyle biriktirmeye başladığımız şeyler. Çünkü bizden sonra kalıcı olacak olan bunlar. Ekin’in de işin o tarafını aynı kaygılarla düşündüğünü biliyorum. Biz iyi işler içerisinde, o işlerin sahiplerinden biri olarak da anılmak istiyoruz.
• Yanlış anlamadım değil mi, ücret talep etmiyorsunuz?
Ercan Kesal: Bu her film için geçerli değil.
• Maddi nedenlerden dolayı çekemediğiniz ama hayalini kurduğunuz ya da hazırlık aşamasında olan bir projeniz var mı?
Ercan Kesal: İkinci filmin hazırlıklarını bitirmek üzereyiz. Senaryosu bitti; Mehmet Can Mertoğlu ile yazdık. ‘Nasipse Adayız’dan sonra kamera arkasına geçip çekeceğim ikinci film olacak ama bütün filmlerin benzer sorunları gibi prodüksiyon, para bulma, yapımcı meseleleri devam ediyor. Bitecek ve sete çıkacağım. Bu arada yazmaya, oynamaya, iyi işlerin bir kenarında yer almaya da devam ediyorum.
"GARANTİSİ YOK"
• Para bulmak, yapımcı bulmak zor değil mi?
Ercan Kesal: Tabii... Bir kere sıradan bir yapımcı parasını nereye yatırdığını bilmek ve o paranın nasıl geri döneceğini garantisini almak ister. Bizim filmlerimizde böyle bir şey yok.
"DAHA ŞANSLIYIM"
• Bu iş daha kolay olmamalı mı? Sizin parayı daha kolay bulmanız gerekmiyor mu?
Ercan Kesal: Aslında ben daha şanslıyım, doğru söylüyorsunuz. En azından ilk filmini çekmiş ve ilk filmi taktir görmüş, ödüllendirilmiş de birisiyim. Yazıp çizdiğim şeyler ortada, bu anlamda bir güven test ettiği aşikâr ama galiba burada da öncelikli olarak hikâyenin tamamlandığına benim kâni olmam lâzım. Yani kamera arkasına geçme, sete çıkma motivasyonunun tamamlanması lâzım. Yazdığımız metnin, oyuncularımızın, seçtiğimiz mekânların içime sinmesi lâzım, o dünyanın içinde yuvarlanmam lâzım. İlk filmim bildiğim sular olduğu için daha rahattı. ‘Nasipse Adayız’ 2000’li yıllarda başımdan geçen bir aday adaylığı hikâyesiydi. Zaten yıllarca onunla hemhal olmuş, onun künhüne ermiş birisiyim. Mekânlar zaten gerçek, kendi mekânlarıydı. Okmeydanı, hastane vs. Orada hem oyuncuydum hem de yönetmenlik yaptım. İkinci filmde sadece yönetmenlik yapacağım için iyi bir kadro kurup mekânlar ve hikâye de iyice içime sindikten sonra sete çıkacağım inşallah.
"ÇOK SİNİR BOZUCU BİR ŞEY"
• Ekin, senin yönetmenlik konusunda planların var mı?
Ekin Koç: Ben iki tane kısa film çekip yönettim. Yazma kısmını çok seviyorum. Zaten yazmayı hep çok sevmişimdir ama açıkçası o süreç çok hoşuma gitmedi. Özellikle insanları yaptığın şeyin bir kıymeti olduğuna inandırmak için uğraşmak çok sinir bozucu bir şey. Kimse gerçekten kendini vererek senaryoyu okumuyor. Kimse meseleyi anlamak için dertlenmiyor. Kimse kolay kolay onun bir parçası olmuyor ve çok fazla zorluk var. Bir de ben her şeyi kendim yapmaya çalıştığım için kısa film olmasına rağmen çok zorlanmıştım. Dolayısıyla yıllar önce hevesim kaçtı ve şunu fark ettim; ben oyunculuğu çok seviyorum, oyunculuk güzel. Bana göre, benim karakterime de uygun bir şey. Yapımcılık ve oyunculuk kısımlarına biraz daha odaklıyım.
• ‘Öldürdüğün Şeyler’ ile ilgili izleyicilerin özellikle neleri bilmelerini istersiniz?
Ercan Kesal: İranlı bir yönetmenin Türk oyuncularla Türkiye’de, Anadolu’da bozkırda çektiği cesur bir film. İzleyicilerin hayal kırıklığına uğramayacaklarını düşünüyorum. Filmi daha sonra kafalarında seyretmeye devam edeceklerini düşünüyorum. Kendi baba-oğul ilişkilerine, kendi aile ilişkilerine bir kez daha dönüp bakma refleksi edineceklerdir. Seyircilerin duygularının harekete geçeceğini düşünüyorum. O yüzden ‘Öldürdüğün Şeyler’ seyircisini bekliyor.
Ekin Koç: Bence Ercan ağabey, söylenmesi gereken her şeyi söyledi. Bu filme girerken çok fazla şey bilmek gerekmiyor.