Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Polemik 27 Mayıs: Bitmeyen utancın anatomisi

        HABERTURK.COM / ÖZEL HABER

        'Darbe' mi, 'ihtilâl' mi, yoksa 'müdahale' mi (hatta 'devrim' mi) tartışmaları yıllar geçtikçe azalıyor ve ibre 'darbe'ye dayanmak üzere...

        Ancak 27 Mayıs ve siyasete siyaset dışı müdahale zihniyetinin ve bu sahte koşulları yaratma merakının tamamen ortadan kalktığını söylemek zor.

        Tam da bu yüzden 27 Mayıs'ta aslında ne olduğunu, aradan 51 yıl geçse de tekrar tekrar net bir şekilde ortaya koymak gerekiyor.

        HERŞEY KONTROL ALTINDA!

        Meşrulaştırmak için uzun yıllar "ilerici" diye lanse edilen 27 Mayıs, aslında sivil siyaset üzerinde askeri vesayetin kurulmasının ilk somut örneği oldu ve ardından gelen darbelere de zemin hazırladı. Ama asıl utanç verici olan, bu darbe neticesinde seçilmiş bir hükümetin dışişleri (Fatin Rüştü Zorlu), maliye (Hasan Polatkan) bakanları ve başbakanının (Adnan Menderes) hukuksuz yargılamalar sonucunda idam edilmesi, cumhurbaşkanının tutuklanmasıydı.

        27 Mayıs darbesiyle 235 general ve 3500 subay (daha çok albay, yarbay, binbaşı) emekliye sevk edildi; 1402 üniversite öğretim görevlisi görevden alındı, bazı üniversiteler kapatıldı; 520 hakim ve yargıç görevden alındı. Böylece sadece hükümet değil, ordu, üniversiteler ve yargı da kontrol altına alınmış oldu.

        MECLİS'İ FESHETTİLER

        Darbe, 37 düşük rütbeli subayın planlarıyla gerçekleştirilmişti. Darbeci 37 subay ve Emekli Orgeneral Cemal Gürsel'in oluşturduğu Millî Birlik Komitesi, TBMM'yi feshedip 27 Mayıs sonrası ülke yönetimini üstlendi.

        Cunta yönetimi, darbenin nedeninin Adnan Menderes hükümeti ve çıkardığı yasalar olduğunu ileri sürmüştü. Asılsız iddialar bir yana öne sürülen ideolojik gerekçeler bile darbeci zihniyetin 50 yıl önce de bugünden farksız olduğunu ortaya koyuyor: Kardeş kavgasına son vermek ve laiklik ilkesine aykırı uygulamaları durdurmak!

        Ve sonuçta, 27 Mayıs'la birlikte geleneksel elit iktidar grupları (ordu ve siyasi bürokrasi) iktidarı tekrar ellerine alıyorlar...

        KİM ŞEKİL VERECEK?

        Çok yakın siyasi tarih, darbe meraklılarının ve farklı gerekçelerle onlara destek verenlerin, ('zemin hazırlayıcılar' da dahil olmak üzere) bitmediğini ortaya koyuyor. Türkiye demokrasisinin istenilen düzeye gelmesinin önündeki temel engel bu: 27 Mayıs'la somutlaşan, ülkeyi siyaset dışı güçlerle yeniden şekillendirme arzusu.

        Peki bunu engellemek için neler yapılmalı?

        HABERTURK. COM uzmanlarla bu konuyu değerlendirdi; bugün bu konuyu yazan yazarlara sayfasını açtı...

        HABERTURK.COM SORDU

        PROF. ÜMİT CİZRE – SİYASET BİLİMCİ

        "Müdahale illa tankların sokağa çıkmasıyla olmaz!"

        27 Mayıs koşullarını aşmamak imkânsız. Hayatın nomal akışı içinde 27 Mayıs'ın demokrasi koşulları ya da daha doğrusu "demokrasisizlik koşullarıyla" bugünün koşulları arasında önemli farklar var. Hayatın diyalektiği bunu gerektiriyor.

        Bugün sorun şudur: Türkiye'de halen bir askeri müdahale olasılığı var mıdır? Hatta soruyu biraz daha geliştirirsek şöyle sorabiliriz: Askerin siyasete müdahale formatları değişerek sürüyor mu, sürmüyor mu?

        Müdahale illa sokaklara tankların çıkartılmasıyla olmuyor. Bunu herkes çok iyi biliyor. Askerin topluma nüfuz ederek, kendi fikirlerine yakın sivil toplum örgütleri ve basın yayın organlarıyla ve hatta aynı fikirleri düşünen entelijensiya ile siyasi gündemi değiştirmeye çalışması... Bugünün

        sorunu budur. Bugünün müdahale biçimi budur.

        Elbette Türkiye demokrasisinde inkâr edilemiyecek büyük bir sıçrama var. Ancak asker sorunumuzda hâlâ varlığını sürdürüyor. Şekil değiştirirek varlığını sürdürüyor.

        27 Mayıs'a mahcup da olsa, açık da olsa destek vermenin dönemin acemiliğinden kaynaklandığını düşünüyorum. Bunun temel nedeni de darbenin ardından "liberalimsi" bir anayasanın kabul edilmiş olmasıdır. Demokrasi olgunluğuna erişmemişlik diyelim biz buna. Daha sonra tüm bir ülke olarak

        askeri darbelerin ne demek olduğunu net bir şekilde görmüş ve öğrenmiş olduk. Tüm bu darbeler silsilesinin ardından 27 Mayıs'a verilen itibar artık yerini olumsuz bir bakış açısına bırakmıştır.

        DOÇ. FERHAT KENTEL - SOSYOLOG

        "Senin darben – benim darbem olmaz"

        27 Mayıs'ın bıraktığı iz henüz silinmedi. Hiçbir toplumda, toplumsal dönüşüm denen şey bir kerede olmuyor. Hele ki nesillerin o kafa yapısıyla yetiştirildiğini düşünürseniz bunun ne kadar zor bir süreç olduğunu anlayabilirsiniz. Olumlu adımların sayısının artması, "senin darben-benim darbem" ayrımı yapmayan insanların sayısının artmasına bağlı. Eğer bunu başarabilirsek 27 Mayıs'ın da etkisi azalacak diğer darbelerin de.

        Hiçbir gerekçe darbeleri meşru kılmaz. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana ele alacak olursanız, modernleşme, çağdaşlaşma ve ordunun buradaki rolü gibi konularla yetişmiş olan nesilleri düşünün. Bu "meşruiyet" içinde yapılmış darbelerin yıllarca, nesillerce "demokrasi bayramı" adı altında kutlandığını düşünün. Çocukluk yıllarında insanlara "demokrasi bayramı" adı altında kutlama yaptırırken şimdi karşısına çıkıp "hayır bu bayram değil darbe" demek de çok zor, bu nesillerin bunu kabullenmesi de çok zor.

        Burada önemli olan "inandırılmak." Peki inandırılmak için ne gerekiyor. Bir takım ritüeller, devamlı olarak tekrarlanan işaretler ve simgeler olması gerekiyor. Bunlar olunca da 27 Mayıs "normalleşiyor." Ve tabii bir de "inandırılmak" için çok gerekli olan bir düşman kavramı gerekli. 27

        Mayıs'ta bu çok kolay bir şekilde üretiliyor. "Kötü çocuk Demokrat Partililer, Menderes çok kötü, diktatör" söylemleri ile de "inandırılmak" pekiştiriliyor.

        27 Mayıs tüm bu sebeplerden dolayı sosyalleşti. Bu yüzden toplumdan silinmesi o kadar kolay olmuyor. Ancak şu da bir gerçek ki, son dönemde darbelere getirilen eleştirilerle birlikte 27 Mayıs da çok yıprandı, çok aşındı. 27 Mayıs'ı çok açık şekilde, doğrudan savunabilen bir dil artık gözükmüyor. Artık demokrasi yanlısı bir dil daha yaygın olarak gözüküyor.

        PROF. ESAT ARSLAN - TARİHÇİ

        "Bu bir ihtilâldi, sivil dikta indirildi"

        27 Mayıs 1960 açık ve net bir şekilde ihtilaldir. 27 Mayıs'tan önce sokaklar bölünmüş, farklı siyasi partileri destekleyen mahalleler sopalarla kavga etmekteydi. Ülke siyasi bir kutuplaşmaya gitmiş, ayrışma yaşamıştı. Tüm bunların neticesinde de halk desteğiyle ihtilal gerçekleşti, sivil dikta indirildi.

        27 Mayıs'ı anlayabilmek için 1950 ve 1960'lı yılları iyi analiz etmek gerekir. O yıllarda tüm dünyada bir sivil diktatörlükler düzeni vardır. Sonuç olarak da halkın bu sivil diktaya karşı çıkışı vardır. Süreci aslında bugünle karşılaştırabiliriz. 27 Mayıs'ta yaşananlar bugün Mısır ve Tunus'ta yaşananlara benziyor. 27 Mayıs'ta da aynı bugünkü gibi sivil bir diktatörlük vardı.

        BUGÜN KİM NE YAZDI?

        MÜMTAZ SOYSAL – CUMHURİYET

        Darbe Dersleri

        Hep söylenir: Ne öncesi meşru kılar bir darbeyi ne de sonrası. Ama bir darbenin öncesini ve sonrasını iyi bilmek, olup biteni anlamayı ve tarihi doğru değerlendirmeyi kolaylaştırdığı için hem gereklidir hem de yararlı.

        Darbeler, dramatik olaylar. Elbet, dramatik bir yığın ilginç olay yaşanır her zaman; ama, en kestirme yoldan iktidar ya da rejim değişikliğine yönelik darbelerin dramatikliği başkadır. Hele, darbe öncesinde belirli makam sahiplerinin ağzından çıkmış bir ya da birkaç söz yüzünden yürürlükteki sistem ağır yaralanıp darbeyle yıkılabilecek ölçüde zayıflatılmışsa, sisteme son darbeyi vurmak isteyenlerin ekmeğine yağ sürülmüş olur. Böyle olduğu içindir ki, politikacıların, iktidar ya da muhalefet olarak, özellikle kalabalıklar önünde söyledikleri sözlere dikkat etmeleri gerektiği, darbeler öncesi tarihten çıkarılabilecek derslerden biridir. Bir başbakanın ağzından “Sopayı aday göstersem Meclis’e seçtiririm” ya da “Sizler isteseniz hilafeti geri getirirsiniz” türünden sözler çıkınca, başında bulunduğu sistem ağır yara almış sayılmadı mı?

        Yakın geçmişimiz bu gibi dramatik örneklerle doluyken, şimdiki politikacılarımızın seçim kampanyalarında olur olmaz kavramları ve söylemleri fütursuzca ağızlarına alışları çok hayret verici.

        Yazının tamamına ulaşmak için tıklayınız...

        **

        ALİ SİRMEN – CUMHURİYET

        27 Mayıs'ı Doğru Okumak

        Aradan 51 yıl geçt,kten sonra yine bu konuyu tartışmanın ne âlemi var?

        Yukarıdaki soru, ilk bakışta bu sav doğru gibi de görülebilir.

        Ne var ki, aradan yarım yüzyıldan fazla zaman geçmiş olmasına rağmen, maalesef Türkiye 27 Mayıs koşullarını geride burakıp kâmil bir demokrasiyi yaratamamıştır ve 1950-60 yanlışlarını ve o yanlışların oluşturduğu koşulları elli yıl arayla yine yaşamaktadır.

        Yazının tamamına ulaşmak için tıklayınız...

        **

        TAHA AKYOL – MİLLİYET

        Hukuk ve yargı açısından 27 Mayıs

        27 Mayıs darbesinin de Menderes’le arkadaşlarının idam edilmesinin de temel gerekçesi “anayasayı ihlal” iddiasıdır: Menderes Meclis’te CHP hakkında Tahkikat Komisyonu kurmuştu, bu şekilde CHP’yi kapattırarak diktatör olacaktı... 27 Mayıs demokrasiyi kurtarmıştı!

        27 Mayıs’ı savunanların tezi budur.

        Şimdi Demokrat Partililerin yargılandığı Yassıada Mahkemeleri’ne gidelim. 18 Mayıs 1961 günlü duruşma... Tahkikat Komisyonu Başkanı DP’li Nusret Kirişçioğlu sorgulanıyor.

        Kirişçioğlu, Tahkikat Komisyonu’nun nihai raporunu anlatıyor: CHP’nin kapatılması falan yok, sadece yıkıcı muhalefet yaptığına dair örnekler veriliyor, İnönü’nün bunları önlemesi isteniyor.

        Fakat Yassıada’daki ‘devrim mahkemesi’nin Başkanı Salim Başol, diyor ki:

        “İddiaya göre bu raporda varılan neticeler yumuşaktır. Kamuoyunun baskısı altında yumuşak olmuştur. Daha sert neticelere varılacaktı!” (Yassıada Zabıtları, Anayasa Davası, cilt I, sf. 440)

        Yazının tamamına ulaşmak için tıklayınız...

        **

        NAZLI ILICAK – SABAH

        Yassıada ve Demokrasi Müzesi

        Bugün 27 Mayıs...

        Genç Siviller, Yassıada'ya bir gemi kaldırıyor. Ayrıca TRT Haber, farklı bir gemiyle, konuyla ilgisi olan çok sayıda gazeteciyi, bilim adamı ve siyasetçiyi Yassıada'ya götürüyor. TRT Haber'de, sabahtan akşama kadar canlı yayın var Yassıada'dan. Ayrıca, saat 20.00'den itibaren, 2 saat sürecek bir programla o günler anılacağız.

        Genç Siviller ve TRT, üzerine düşeni yapıyor. Askeri vesayetin başladığı o tarihi unutmadıkları ve unutturmadıkları için, teşekkürler. Ama hükümet, bu konuda sınıfta kaldı. Evet... Tayyip Erdoğan, Menderes'in ismini ağzından düşürmüyor ama, Yassıada konusunda tek bir adım bile atmadı. Sivas katliamının gerçekleştiği Madımak Oteli, müze oldu. 12 Eylül'ün işkencehanesi Diyarbakır Cezaevi'nin müze yapılacağı sözü verildi. Yıllardır "Yassıada Demokrasi Müzesi olsun" diye bizim de talebimiz var. Ziyarete gidenlere, görüntülü ve sesli olarak olaylar hatırlatılsın; bilgiler verilsin. Arşivler bir araya getirilsin. İnsanlar böylece bilinçlensin. Menderes ve arkadaşları hakkında yazılan kitaplar ile mahkeme zabıtları Yassıada'daki kütüphanede sergilensin.

        Özal da, "Menderes" diyordu ama, naaşını İmralı'dan getirtti, bir de Anıt Mezar yaptı. Ya Tayyip Erdoğan ne yaptı? Hiçbir şey... Geçen sene Hüseyin Çelik'ten söz almıştık. O da, olayın takipçisi olmadı.

        **

        AHMET HAKAN - HÜRRİYET

        27 Mayıs’a karşı çıkmak neden şart

        - Çünkü: 27 Mayıs, darbelerin anasıdır.

        - Çünkü: 27 Mayıs olmasaydı 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve hatta 27 Nisan bile olmayacaktı.

        - Çünkü: Belinde silah olan askerin, kendini memleketin tek sahibi olarak görme alışkanlığı 27 Mayıs’la pekişti.

        - Çünkü: 27 Mayıs, sivil hükümetlerin yaptıkları hataların, ancak sandık yoluyla cezalandırılabileceği anlayışını tarumar etti.

        - Çünkü: Darbe kışkırtıcılığı, 27 Mayıs’la birlikte aydınların milli sporu haline geldi.

        - Çünkü: “Anayasaları ancak darbeciler yapar” anlayışı, 27 Mayıs’la birlikte doğdu...

        - Çünkü: Askerin kışladan çıkma geleneğini 27 Mayıs başlattı.

        - Çünkü: Darbe hukukunun birilerini nasıl da insafsızca ve zorbaca ezdiğinin ilk örneğini 27 Mayıs verdi.

        **

        CEMİL ERTEM – STAR

        Bombalar yarım asırlık darbeciliği yaşatmaya yarar

        Dün İstanbul-Etiler'de patlayan bombanın, seçimlere kadar, devamı olacak mı bilmiyoruz ama muhtemelen bombayı oraya 'koyduranların' hesabı, seçimlere kadar, böyle birkaç kanlı 'iş' daha yapıp, Türkiye'nin seçimlere 'terör' ortamında gittiğini ve seçimlerden sonra da bu ortamın süreceğini cümle-âleme anlatmak olmalı.

        Seçimden önce, bize geçmişi hatırlatan bu 'işleri' yapmaları ya da yaptırmaları bu ülkede, iktidarı belirleme gücünün tam 51 yıldır ellerinde olduğunu hepimize anlatmak istemeleri...

        Bu ülkede halkın seçtikleri ve dolayısıyla halk 51 yıldır cezalandırılıyor. Evet, bugün 27 Mayıs; 27 Mayıscılar bayramlarını bir gün önceden kutladılar işte... Bu tür işleri kimin yaptığı ya da üstlendiği önemli değildir. Önemli olan Cui Bono'dur. Yani kime yarıyor...

        Peki, 27 Mayıscıların tercihi bugün hangi siyasi yapı(lar). Artık bu tercihlerini biliyoruz ama inanın onların 'altı okla' donanmış tercihlerinin ikinci bir şansı olmayacak.

        Çok ilginç, dün Brzezinski'nin ikinci önemli kitabının Türkçe çevirisine rastladım; kitap, (Second Chance-İkinci Şans) Türkçe'ye 'Tercih' adıyla çevrilmiş. Bu başlık tabii Brzezinski'nin derdini anlatmıyor ama Brzezinski'nin dünyasının da ikinci bir şansı olmayacak. Neoconlar ve Post-Neoconlar kaybetti. Dolayısıyla artık bir 'tercihleri' de söz konusu değil.

        Ben, 27 Mayıscıların, 12 Martçıların, 12 Eylülcülerin, onların devamcısı olan Silivri 'sakinlerinin' ve şimdi utanmadan 'biz darbe yapıp iktidara gelemedik bari oy verin de dışarıya çıkalım diyen yüzsüzlerin,' ne kadar teröre başvururlarsa vursunlar, post-neoconlar gibi, 'ikinci bir şanslarının' olmadığını düşüyorum.

        Bugün 27 Mayıs'ın arkasındaki olan ve 27 Mayıs'tan sonra palazlanan, sermaye gücünün, Ergenekon sürecinde, asit gören turnusol kâğıdı gibi, gerçek renginin açığa çıktığını görüyoruz.

        DP iktidarları, bu asker-'sivil' devlet bürokrasisi ve onunla birlikte palazlanan yağmacı sermaye için adeta bir yol kazası idi.

        Türkiye'de asker ve 'sivil' devlet bürokrasisi, DP iktidarına rağmen, yine de suyun başını tutmuştur. Oktay Yenal buna rant devletçiliği der.

        Yenal, bu devletçiliği üçayağa oturtur. Denetleme, rant dağıtma ve enflasyoncu finans ayağı. Denetleme ve rant dağıtma ayakları Osmanlıdan beri devam eden müesseselerdir. Yani devlet elitleri kendi çıkarları ve refahları doğrultusunda ilkönce kaynakları ve üretimi denetliyor-yönlendiriyor sonra da elde edilen 'artığı' rant olarak paylaşıyordu.

        Bu açıdan, Osmanlı-Cumhuriyet bürokrasisi aslında devamlılık arz eder. 1950'ye kadar devlet, denetleme ve rant dağıtma ekonomisi ile ayakta durur. Bu iki ekonomiye 1950'den sonra yeni bir kardeş gelir. Enflasyoncu finans. Enflasyoncu finans, tarım ve ticaret sermayesine dayalı birikim modelinden, iç pazara dayalı sanayi sermayesine dayalı birikim modeline (ithal ikameci model) geçişin ekonomik şartlarını, büyük ölçüde, oluşturmuştur.

        51 yıllık kanlı tarihin oyuncuları tasfiye oluyor!

        27 Mayıs darbesi, Türkiye'de toprağa ve ticarete dayalı 'zenginlikten' sanayiye ve uluslararası ilişkilere dayalı 'zenginliğe' geçişin adımıdır. Bu adım, bugün tartıştığımız, devleti yönetmeye kalkan tekelci-sermaye grubunu da yaratmıştır.

        27 Mayıs'a kadar sermaye dengesi şöyleydi; Asker-sivil bürokrasi-feodal yapı-ticaret burjuvazisi. Bu 'nispi denge' 1960’da biraz, 1970’de ise tamamen dağıldı. 1950-60 arası enflasyoncu-finans ile palazlanan 'büyük' burjuvazi, 1960'da, asker bürokrasisini yanına alarak feodal-ticari unsurlara karşı darbe yaptı. Lümpen-dışarıya bağlı burjuvazinin ona ayak uyduramayan ittifaklarını tasfiye harekâtı olan 27-Mayıs darbesinin aslında "ilerici-demokrat" bir yanı olmadığı, buz gibi darbe olduğu en çok bugünlerde anlaşılıyor.

        27 Mayıs'ın çarpık bir ekonomi, güdük bir burjuvazi ve cuntacı bir gelenek yarattığı en çok bugün belli değil mi?

        12 Mart ve 12 Eylül bu geleneğin mirasıdır. En az yağmacı sermaye kadar üretimden pay ve rant almak isteyen asker-'sivil' bürokrasinin bugünlerde ortalığa dökülen ve kanlı bir savaş oyununa dönüşen iktidar hırsı, Türkiye için toplumsal bir yara olduğu kadar, ortadan kaldırılması gereken tarihsel olgudur da.

        Haziran 2011 seçimleri ve seçimlerden sonra gelecek yeni Anayasa süreci, aynı zamanda, Yeni Demokratik Türkiye'yi örme sürecidir. Bu süreç, darbelerle örülü bu kanlı tarihin bütün oyuncularını tasfiye edecek. Patlayan bu...

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ