İsrail’in cezaevlerindeki karanlık bilanço
İsrail'in 7 Ekim sonrasında başlattığı "güvenlik" operasyonları, aslında Filistin halkına yönelik kapsamlı bir toplu cezalandırma politikasına dönüştü. Binlerce Filistinli hiçbir somut delil olmadan tutuklanıyor, cezaevleri insanlık dışı koşullarla dolup taşıyor. Aç bırakma, sistematik işkence, tıbbi ihmal ve tecrit uygulamaları artık olağan hale gelirken, İsrail bu politikaları "ulusal güvenlik" söylemiyle meşrulaştırıyor. Ancak gerçekte, bu tablo hem Filistin toplumunu sindirme stratejisinin hem de uluslararası hukukun en ağır ihlallerinden birinin yansıması olarak değerlendiriliyor

Habertürk'ten Çetiner Çetin'in haberine göre; 7 Ekim sonrası sertleşen uygulamalar, toplu tutuklamalar ve cezaevlerindeki insanlık dışı koşullar, İsrail’in ‘güvenlik’ söylemi altında sistematik bir intikam politikasına dönüştü.
İSRAİL HAPİSHANELERİNDE KARANLIK BİLANÇO
İsrail’in hapishanelerinde bugün itibarıyla yaklaşık 9 bin Filistinli tutuklu bulunuyor. Bu rakam, 7 Ekim 2023 öncesinde 5200 civarındayken, Gazze savaşı sonrası İsrail’in “güvenlik operasyonları” adı altında yürüttüğü kitlesel gözaltılar ve idari tutuklamalarla neredeyse iki katına çıktı.
İsrail’deki Avishai Greinig adlı sayfanın paylaştığı verilere göre, son esir takası anlaşmasının ardından yaklaşık 2000 Filistinli serbest bırakılacak. Buna, geçmişteki anlaşmalarda serbest bırakılan 2100 kişi eklendiğinde bile, hapishanelerde yaklaşık 9000 Filistinli rehinenin kalmaya devam edeceği belirtiliyor.
İsrail, bu yüksek sayıyı sözde “güvenlik tehdidi” gerekçesiyle savunurken, uluslararası insan hakları örgütleri, söz konusu tutuklamaların çoğunun keyfi, kanıtsız ve siyasi amaçlı olduğunu vurguluyor.
TOPLU TUTUKLAMALAR: DİRENİŞİ BASTIRMA OPERASYONU
Batı Şeria’da Ekim 2023’ten bu yana her gece düzenlenen baskınlar, siyasi bir toplu cezalandırma kampanyasına dönüşmüş durumda. Filistinli kaynaklara göre, İsrail güçleri sadece silahlı gruplara değil, gazetecileri, doktorları, öğrencileri ve milletvekillerini de hedef alıyor.
İsrail basını bile zaman zaman bu operasyonların “direnişi sindirme ve toplumu felç etme” amacını taşıdığını itiraf ediyor. Haaretz, 2024 sonunda yayımladığı bir raporda, İsrail güvenlik kurumlarının Gazze ve Batı Şeria’daki Filistinlilere yönelik politikalarının “stratejik güvenlikten çok, toplumsal öfkeyi bastırma refleksine” dönüştüğünü yazdı. Ve İsrail bu baskıyı dünyanın gözünün içine baka baka yapıyor.
ABD medyasında yer alan analizlerde, İsrail’in “rehine takası” sürecini bile bir baskı aracı olarak kullandığı, serbest bırakılacak tutuklulara karşı “yeniden gözaltı tehdidi” oluşturduğu ifade ediliyor. The Washington Post, İsrail hapishanelerinde yetersiz beslenme, işkence, uykusuz bırakma ve tıbbi ihmallerin sistematik hale geldiğini belirterek, bu koşulların savaş sonrası dönemde daha da kötüleştiğini raporladı.
İŞKENCE, ÖLÜM, KAYIP: İSRAİL’İN 20 YILLIK CEZAEVİ BİLANÇOSU PATLADI
Son yirmi yılda İsrail cezaevlerinde Filistinlilere yönelik kötü muamele, işkence ve tıbbi ihmal iddiaları kronikleşirken, özellikle 7 Ekim 2023’ten sonra ölümler keskin biçimde arttı. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, 7 Ekim’den bu yana en az 75 Filistinlinin İsrail’in gözetimi altında öldüğünü açıklıyor; Filistinli esir örgütleri bu sayıyı 76–77 olarak veriyor. Bu artış, 1967’den beri kayda geçen 187 ölümün yaklaşık %40’ının yalnızca son iki yılda gerçekleştiğini gösteriyor. Aynı dönemde gözaltı ve idari tutuklama patladı; Aralık 2024 sonunda 9.619 Filistinli cezaevlerinde tutuluyordu. Bu tablo, ölüm oranlarındaki sıçramayı kitlesel tutuklamalar ve kötüleşen koşullarla ilişkilendiriyor.
Ölüm dışındaki ağır sonuçlar da sistematik biçimde belgeleniyor: PCHR’nin 100 eski tutukluya dayanan kapsamlı çalışması, aşırı sıkı plastik kelepçeler nedeniyle ampütasyon, sinir hasarı, kemik kırıkları, elektroküsyon, uzun süreli stres pozisyonları ve uykusuz bırakma gibi yöntemlerin yaygınlaştığını; kayıp/zorla kaybetme vakaları için yaklaşık 1.000 başvurunun yapıldığını aktarıyor. Danimarka merkezli DIGNITY, bu bulguları klinik etkileriyle doğruluyor ve tıbbi personelin bildirim yapmamasından kaynaklı tıbbi ihmalin zararları büyüttüğünü vurguluyor. Son iki yılda ölümlere ek olarak onlarca tutuklunun cezaevi koşullarında kalıcı sakatlık yaşadığı, yüzlercesinin ise akıbetinin belirsiz olduğu
FİLİSTİNLİ AİLELERİN SESSİZ ÇIĞLIĞI
Filistinli tutukluların aileleri için en acı verici yönlerden biri, haber alma yasağı ve ziyaret engelleri. Gazze ve Batı Şeria’daki aileler, aylarca çocuklarının hayatta olup olmadığını bile öğrenemiyor.
Filistin Esirler Cemiyeti, 2025’in başında yayımladığı raporda, İsrail’in özellikle Gazze kökenli tutuklulara yönelik uygulamaların “insanlık onurunu hedef aldığını” vurguladı. Rapora göre, birçok tutuklu aç bırakılıyor, fiziksel şiddete maruz kalıyor ve mahkemeye çıkarılmadan süresiz şekilde tutuluyor.
Bu tablo, uluslararası hukukun temel ilkeleriyle açıkça çelişiyor. Buna rağmen, Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) sessizliği, İsrail’in elini daha da güçlendiriyor. Arap basınında sıkça vurgulanan “Batı’nın sessizliği”, artık Filistin halkı için adeta ikinci bir cezaya dönüşmüş durumda. Al-Quds al-Arabi ve Al-Mayadeen, son haftalarda yayımladıkları analizlerde, “uluslararası toplumun sessizliği, İsrail’in cezaevlerini açık hava mezarlığına çevirmesine olanak tanıyor” ifadelerini kullandı. Arap medyasında ise duruma tepki çoğu zaman cılız kalıyor
GAZZE’NİN GÖLGELERİ: ESİR TAKASININ GÖRÜNMEYEN YÜZÜ
Arabulucuların gözetiminde yürütülen son esir takası anlaşması, yüzlerce Filistinli tutuklunun serbest kalmasını sağlayacak olsa da, bu durum bir “insanlık zaferi” olarak değil, bir pazarlık nesnesi olarak insan hayatının değersizleştirilmesi olarak görülüyor.
Hamas kaynakları, direnişin elindeki İsrailli esirlerin listelerinin tamamlandığını ve üç farklı güzergâh üzerinden serbest bırakılacağını açıkladı. Ancak bu sürecin karşılığında İsrail, binlerce Filistinliyi gözaltında tutmaya devam ediyor.
İsrail, her takas anlaşmasını “terörle mücadele” kapsamında tanımlarken, aslında bu anlaşmalar, cezaevlerinde kalan binlerce Filistinlinin kaderini siyasi hesapların rehin aldığı bir düzene işaret ediyor. Yani daha sonra aynı şahısları tutuklama riski bulunuyor
DEMİR PARMAKLIKLARIN ARDINDAKİ SESSİZ DİRENİŞ
Bugün İsrail cezaevlerinde 9 bin Filistinli, sadece özgürlükleri değil, varlıkları ve kimlikleri için direniyor. Onların hikâyeleri, Gazze’nin bombalanan sokaklarında, Batı Şeria’nın gece baskınlarında ve İsrail’in hukuk dışı sisteminde yankılanıyor.
Bu sessiz direniş, aslında bir halkın adaletsizliğe karşı var olma mücadelesinin en çıplak hali.
Ve dünya —tıpkı Halepçe’de, Sabra ve Şatilla’da, şimdi Gazze’de olduğu gibi— yine sessiz.
CEZAEVLERİNDEN ÇIĞLIK: İŞKENCE, SESSİZLİK VE SİSTEMATİK ZULÜM
Yapılan çok sayıda ulusal ve uluslararası inceleme, İsrail cezaevlerinin Filistinli tutuklulara yönelik uygulamalarında sistematik işkence, keyfi gözaltılar ve insanlık dışı muamelelerin yaygınlaştığını ortaya koyuyor. İsrail insan hakları örgütü B’Tselem’in “Welcome to Hell” (Cennete Hoş Geldiniz) başlıklı raporunda, 55 eski tutuklunun anlatımları üzerinden, fiziksel şiddet, cinsel taciz, özellikle uzun süreli uyku yoksunluğu, kasıtlı aç bırakma, hijyen koşullarının ihlali ve tıbbi ihmal gibi sistematik usulsüzlükler belgeleniyor. Bu rapor, birçok cezaevinin aslında işkence kampı işlevi gördüğü yönündeki iddiaları doğruluyor.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği (OHCHR) tarafından yayımlanan 2024 tarihli bir rapor ise, Filistinli tutukluların keyfi şekilde alıkonulduğu, mahkemeye çıkarılmadan uzun süre tutulduğu ve “vahşice davranışlara” maruz kaldığı iddialarını değerlendiriyor. Aynı şekilde, Filistin İnsan Hakları Merkezi (PCHR) tarafından hazırlanan “Torture and Genocide” (İşkence ve Soykırım) raporu, Gazze kökenli tutukluların maruz bırakıldığı işkencelerin bazı yönlerinin Guantanamo ve Abu Ghraib benzeri usullerle örtüştüğünü öne sürüyor.
Arap dünyasında, özellikle “Systematic Violence: State Crime in the Prisons” adlı makale, İsrailli devlet mekanizmalarının her düzeyinin — istihbarat, cezaevi yönetimi, güvenlik güçleri — bu zulüm zincirine dâhil olduğunu vurguluyor. Makalede, Ekim 2023 sonrasında işkence ve baskı yöntemlerinin hem sayısal olarak yoğunlaştığı hem de ideolojik temellerle meşrulaştırıldığı ileri sürülüyor. Bu perspektif, Filistin cezaevlerinde yaşananların basit bir güvenlik uygulaması değil, bütüncül bir kontrol ve cezalandırma rejimi olduğuna dair güçlü bir analiz sunuyor.