'Necip Fazıl yaşasaydı bugünkü siyaset diliyle uyuşamazdı'
Yönetmen Mesut Uçakan Necip Fazıl'ın Adnan Menderes'e yazdığı mektupları HABERTÜRK'e değerlendirdi

KÜBRA PAR/ kubrapar@haberturk.com
TV Habertürk Haber Koordinatörü Abdullah Kılıç'ın, Gazete Habertürk'te 2 gündür yayınlanan "Necip Fazıl'ın Adnan Menderes'e yazdığı mektuplar" haberi büyük tartışma yarattı.
İslami hassasiyeti olan filmleriyle bilinen ve Necip Fazıl hakkında derin bir bilgiye sahip olan yönetmen Mesut Uçakan'a konuyla ilgili görüşlerini sordum. Uçakan 'bunlara takılmamak gerekir' diyor ama ekliyor: Er kişi olamazsa bir kişi, böyle bir ilişki sonucu karşımıza ancak satılmış bir kişi olarak çıkar!
- Sanatçıların ve edebiyatçıların, örtülü ödenekten mali destek almak üzere, Adnan Menderes’e yazdıkları mektuplar ortaya çıktı. Mali yardım talebinde bulunan isimler arasında Necip Fazıl Kısakürek de bulunuyor. Bu mektuplar ve Kısakürek’in talepleri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Görünür planda bu mektuplar, iktidara yaranma pozları içinde bir acziyet göstergesi gibi sunuluyor; ancak Üstad’ın bir yandan “ zaman bendedir ve mekan bana emanettir” idrakinde bir gençlik yetiştirme uğrunda verdiği mücadeleleri; eşya ve hadisenin hakikat sırrına varma cehdi içersinde “sıcak yarada kezzap, beyin zarında sülük” diyerek misilsiz şekilde ifadelendirdiği fikir sancılarını ve çektiği çileleri bilenler ; bugün bu mücadelelerin nasıl koca bir nesli yoğurduğunu görenler, bazı sıkıntılı dönemlerin beşeri zafiyet çerçevesinde dışa vurumu hüviyetindeki bu tür basit durumlar karşısında ancak tebessüm ederler. İnsan zirveleri ve yamaçlarıyla insandır. Üstadın idraki, zekası, kabiliyeti ve felsefi zirvesi karşısında basit kum tepecikleri gibi kalanlar bu konularda söz söylemezler. Üstad, idraki ve ifadesi kıyas kabul etmez bir seviyeydi. Bu seviye, -kimileri buna abartı diyebilir- elbette sıkıntısını ve beklentilerini ifade edişlerine de yansıyacaktır. Bunlara takılmamak gerekir. Ben o ifadelere takılma yerine onun ideal gençlik ve sonsuz hakikat davası uğruna çektiği acıları önemseyen ve doğrusu bundan acı duyan, hatta takdirimle, hayranlığımle, dualarımla birlikte bunları kıskanan birisiyim. Bunun ötesi benim için dedikodudan, oyundan ve oyalanmadan öte bir anlam taşımaz.
- Bu mektupların Necip Fazıl efsanesine gölge düşüreceğini düşünüyor musunuz?
Elbette hayır. Bu Üstadı hiç anlayamamak demektir. İnsan davasını savunmak için şu iktidar, şu zengin, şu bilme ne diye ayırmaz. Ayakta durmak, fikir ve estetik planda inandıklarını dışa vurmak için güçlüden güç istemek son derece tabiidir .Tek dikkat edilmesi gereken husus, inancının ölçülerine, helal ve harama riayettir. Üstad’ın buna aykırı bir tavrı yok. Ne ki, onun bu aldıklarına baktınığızda çok daha fazlasını verdiğini görürsünüz. Eminim bunları isterken davasında samimiydi. Nitekim, en büyük çilelerini, hapislerini, sürgünlerini Demokrat Parti döneminde yaşamıştır. İlginç değil mi?
'O BİR MELEK DEĞİLDİ'
- Necip Fazıl’ın bohem ve savurgan bir adam olduğu söylenir. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Üstad’ın hayatını iki safhaya ayırmak durumundayız. İlk dönemlerinde aristokrat bir aileden gelmesi, bir Paşa çocuğu olarak hoyrat bir savurganlık geliştirmiş olması, batıcı aydınlar arasında yaşadığı bohem hayatı belli ölçülerde doğru olabilir. Lakin, kimi çevreler niye hep o Necip Fazıl’ı görür de sonraki Necip Fazı görmez anlamıyorum. Anlamıyorum lafın gelişi tabii. Önceki dönemi, başağı tepetaklak edilmiş hali, sonraki dönemi bunu ters yüz ederek gerçek mihverine oturttuğu bir dönemdir. Mühim olan da bu ters yüz hareketidir. Bizzat kendisi önceki dönemini dürüp büküp çöpe attığını ilan etmedi mi? Sonraki evresinde de belki arada bir bohem ve savurganlık tezahürlerinden söz edenler olabilir. Ancak unutmayalım ki o bir melek değildi. Üstad’ı o kadar yakından tanımak nasip olmadı. Ama onu gerçekten tanıyanlar ve adil olanlar melekler kadar arınmak, hatta meleklerden bile üstün olmak için çektiği çileyi inkar edemez.
'YERİ GELDİĞİNDE İKTİDARLA KAVGA ETMEKTEN ÇEKİNMEMİŞTİR'
- Necip Fazıl’ın Türk düşünce tarihi açısından önemi nedir?
Üstad, cesur bir fikir savaşçısı, emsalsiz bir sanat virtüözü olarak ortayla çıktığı güne dek, ülke Tanzimattan bu yana karşı konulmaz bir çöküş süreci yaşıyordu. Sadece siyaseten, hukuken, iktisaden, içtimaen değil sanat ve estetik sahasında da bir kuşatılmış, bir yabancılaşma; , kendi medeniyeti ve kişiliğini, öz değerlerini inkâr ve batı kültürünün jakobenlerine karşı yaranma çabası içersindeydi. Denebilir ki emsalsiz bir ifade kıvraklığı, sanatsal kabiliyet ve misli zor görülen bir cesaretle ilk karşı koyan o olmuştur. Bu tür karşı koyuşu, o dönemde hiç kimsede göremezsiniz.Yeri geldiğinde hakikat mücadelesi adına kendine en yakın iktidarlarla dahi kavga etmekten çekinmemiştir. Demokrat Parti iktidarı da bunlardan biridir.
HERKESİN KONUŞMAYA DEĞİL ÖKSÜRMEYE BİLE KORKTUĞU DÖNEMLERDE KORKMADAN SESİNİ YÜKSELTEN BİR BAŞKALDIRI HAREKETİDİR
- Büyük Doğu dergisinin önemi nereden kaynaklanıyor?
Büyük Doğu, önceki sözlerimde şekillendirmeye çalıştığımız mücadelenin en somut ifadesidir. Herkesin konuşmaya değil öksürmeye bile korktuğu dönemlerde korkmadan sesini yükselten bir başkaldırı hareketidir. Onun sesini kesmek isteyenler dergiyi defalarca toplatmış , Üstad’ı çeşitli bahanelerle hapislerde süründürmüş; ama o yine yılmamış ve ilk fırsatta dergiyi yeniden çıkarmanın mücadelesini vermiş; kendisini susturmak isteyenlerin verdikleri rüşvetleri elinin tersiyle itmiştir. Bu bağlamda Büyük Doğu bir dergi olmaktan çok bir mektep olmuştur. Hem de bugün koca bir millete hakim olan iktidar neslinin zihniyetini inşâ eden bir mektep.
- Dönemi açısından baktığımızda Necip Fazıl etkili bir gazeteci miydi?
Necip Fazıl bir gazeteci değildi. Bir yazardı, bir şairdi. İnce manaları öldürmeme tavrı içersinde bu nüansı vurgulamak gerek. Ama, dergiyi çıkardığı dönemlerde vazifesini nasıl mükemmel yaptığını; edebiyat ve iktidar çevrelerini nasıl etkilediğini görmek için o günleri biraz kurcalamak yeter. Nurullah Ataç’ın,”Senin bir mısraın ülkenin edebi namusunu kurtarmaya yeter!” dediğini, Büyük Doğu’nun çılgın manşetler yüzünden kaç kez toplatıldığını hatırlayalım.
'NECİP FAZIL YAŞASAYDI BUGÜNKÜ SİYASET DİLİYLE UYUŞAMAZDI'
- Sizce Necip Fazıl yaşıyor olsaydı, bugünkü iktidar ile arasında nasıl bir ilişki olurdu?
Üstad, kendine yakın gördüğü iktidarlara daima sağduyu çağrısı yapmış, hizmet noktasında onları uyarmış, bir Müslüman’ın vermesi gereken hak ve hakikat davasını hatırlatmış; bu uğurda çatışmaktan kaçınmamıştır. Bence bu tavırların bugünki siyaset diliyle uyuşmama riski çok. Ama yine de onun feraseti başkaydı. Detay adamıydı fakat detaylarda kaybolup giden biri değildi.
'ER KİŞİ OLAMAZSA BİR KİŞİ, BÖYLE BİR İLİŞKİ SONUCU KARŞIMIZA ANCAK SATILMIŞ BİR KİŞİ OLARAK ÇIKAR'
- Yazar ve düşünürlerin iktidarlara yakın yayınlar yapması doğru ve normal midir?
Sanırım tekrar etmem gerekiyor. Davasının kriterlerini çiğnememek, kişiliğini kaybetmemek, yamulmamak gibi olmazsa olmaz bir şart çerçevesinde bir fikir adamı, her çevreyle iletişime girebilir. Dava ilişkileri çıkara dayalı bir bakışla şuna yakın buna uzak diye ayrılmaz. Bu yakınlık ve uzaklığı yine davanın kriterleri şekillendirir. Ancak, olmazsa olmaz şartı unutmayalım. Bu şartı yerine getirmek her kişinin kârı değildir; er kişinin kârıdır. Er kişi olamazsa bir kişi, böyle bir ilişki sonucu karşımıza ancak satılmış bir kişi olarak çıkar.